Cemal Nar

Cemal Nar

Ömür Fani Hayat Ciddi İmtihan Çetin

Ömür Fani Hayat Ciddi İmtihan Çetin

Son yaşadığımız olaylar, hepimize ders olmalı. Demek ki asıl olan hüsn-ü hatime imiş. İbadet ve salih amel, dine, millete faydalı işler yapmaktan daha da önemlisi, o işlerin kabul edilme şartlarına bağlı kalmak imiş. İş yapıp da ona bakarak azacak, kuduracak isek, hiç de gereği yokmuş. Dünyayı kazanmak için ahiret işleri yapmak, sevap yerine vebal, mükafat yerine azap olurmuş.

Allah’a yalvarırız ki kalbimizi temiz, niyetimizi halis, amelimizi uçup ve kibirden muhafaza eylesin. Fani dünyanın hırsına kapılarak hem hayatımızı rezil ve kepaze, hem de ahiretimizi can yakıcı ve utandırıcı azaplarla berbat ettirmesin. Başta tevazu ve mahviyyet olmak üzere ahlakımızı güzelleştirsin.

Biz bu çılgın darbe hakkında düşüncelerimizi dört yazıyla ifade ettik. Artık yeter. Kendi gündemimize dönelim. Kendi gündemimiz, yani İslam dairesi içinde Müslümanca yaşayarak kendi toplum, devlet ve medeniyetimizi inşa etmek ve insanlığı bu güzelliklere davet etmek. Bizim bütün derdimiz, davamız budur. Ancak bundan sonraki satırlarımız da bu darbenin bir yorumu sayılır. İnşallah o bakış açısıyla da hassasiyetle okunur.

Evet, ibadet ve hayırları yapmak kadar, onların makbul olması için de birçok hassâsiyeti gözetmek îcâb eder. İşte şu ayet bize boş durmamamızı, ömür sermayemizin vakit nakitlerini salih ameller ile kazanca dönüştürmemizi emreder:

“Boş kaldın mı hemen işe koyul ve yalnız Rabbine yönel.” (İnşirah, 7-8)

Rasûlullah (sav) da şöyle buyurur:

“Amellerin Allah Teâlâ’ya en sevimli olanı, az da olsa devamlı yapılanıdır.” (Müslim, Müsâfirîn, 218; Ahmed, VI, 61)

Az da olsa amele devam etmek, bazı alimlerin ifadesine göre ibadetlerin kabul ediliş alâmetidir. Öyleyse, işlenen ibadetlerden sonra hemen başka bir ibadet ve salih amele girişmek, ahenkle dönen bir çark gibi, birbiri ardınca durmadan hayırlara koşmak gerekir.

Bir amelin kabul edilmediğinin alâmeti ise, onu mâsıyetlerin, yani haram, günah gibi yasak ve yanlış işlerin takip etmesidir. Unutmamak gerekir ki, kötülükten sonra yapılan iyiliklerin o kötülükleri slip attığı gibi, bir iyilikten sonra işlenen kötülükler de o iyiliği silip süpürür. İnsanın bin bir emekle işlediği iyiliklerini böyle sele vermesi, bir çiftçinin bir yıllık emeğini harman ettikten sonra yele vermesine benzer. Aman bütün emeklerin daha bu dünyada eşkıyalar tarafından götürülüp insanın mahrumiyete düşürülmesi ne kötü, ne acıdır.

Yarın muhasebe anında elleri böğründe kala kalmak, ne kadar büyük bir hüsrandır. Oradaki nedametin bir yararı olmayacağına göre, tedbiri imdiden almak gerekir, öyle değil mi?

Kur’ân-ı Kerîm’de bildirildiği üzere Cenâb-ı Hak, işte böyle sâlih amellerinin ecrini günahlarla yok eden zavallı bir kimse gibi olmaktan îkaz sadedinde, şu teşbih ile tembihte bulunmaktadır:

“İpliğini sağlamca büktükten sonra, çözüp bozan kimse gibi olmayın!” (Nahl, 92)

İşte bu ilâhî tâlimâta bilhassa ibadet hayatımızda dikkat etmeli, yaptığımız amellerin kabul edilmemesinden veya boşa gitmesinden korkmalıyız. İbadetlerle geçirilen bir günler, geceler, mevsimlerden sonra tekrar yanlışlara, günahlara, gafletlere dûçâr olmak, doldurulan çuvalın ağzını bağlamadan terk etmeye benzer. Biriktirilen, kazanılan ne varsa dökülür, elde sadece hüsran kalır.

Eskiler, “amel çuvalının dibi delik olmalı” derken, ameli yapıp da görmemeyi kastetmişlerdir. Yani, çuvalın dibini sen deleceksin, fareler değil. Farkı şu: Sen ibadet ve salih ameli yap, ama çuval delik olunca orada göremezsin. Böylece “eyvah, hiç amelim yok” diyerek hem gayrete gelir, hemen yeniden çalışıp çabalarsın, hem de “benim şu kadar amelim var” gibi övünmekten, gurur, kibir, enaniyet, kendini beğenmek ve başkalarından üstün göremekten kurtulursun. Böylece Allah Teâlâ’ya güvenmek yerine ameli görmek ve ona güvenmek vartasından, tehlikesinden kurtulmuş olursun.

Hazret-i Ali (ra) şu müthiş îkazda bulunurken ne kadar haklıdır:

“Yaptığınız sâlih amellere gösterdiğiniz ehemmiyetten daha fazlasını, onun kabûlüne ve korunmasına gösteriniz.”

Meselâ; edâ edilen ibadetlerle, gurur, kibir, ucub ve enâniyete kapılmak, yani “Ben yaptım!” diyerek nefse pay çıkarmak, onu dünyanın mal, makam, şan ve şöhret gibi hem geçici, hem de azdırıcı amaçlarına ulaşmaya basamak etmek de yapılan amellerin kıymetini ziyan etmenin bir başka şeklidir.

İş o kadar ciddidir ki, kişinin sağlığında yaptırdığı bir câmiye, mektebe, hayrâta, kendi ismini koydurması bile, yaptığı hayra nefsini ortak etmesi demektir. Hâlbuki tevhid akîdesinin ortaklığa tahammülü yoktur. Lâkin kişi vefât ettikten sonra, evlâtları, mirasçıları bir hayır eseri yaptırıp ona vefât eden büyüklerinin ismini verebilirler. Bunda bir beis yoktur. Çünkü bu, geçmişlerinin rahmetle yâd edilmesine, hayırla anılmasına sebep olur inşallah.

Her halükarda ibadet ve amellerimizi kalbimizin hassas terazilerinden geçirmeli, niyetimizi elimizden geldiğince halis ve samimi kılmalı, onları nefsin şaibelerinden arındırmalıyız. Elimizden gelmeyen kısmında da Allah Teâlâ’ya yalvararak nefsimizi ahlaklı, kalbimizi selim, niyetimizi arı duru kılması için sürekli niyazda bulunmalıyız.

Her varlığı, var ediş gayesine uygun bir biçimde hedefine ulaştıran, hiç kimseyle istişare etmeden işlerini yürüten, delil ve irşada ihtiyacı olmayan, işlerini nizam ve hikmetle yürüten ve hiçbir işi boş ve abes olmayan, kullarını doğru yola ileten er-Reşîd Allah Teâlâ’ya yalvar yalvar yakarırız ki, bizi tevazu ve mahviyetten nasibdar etsin, ahlakımızı güzelleştirsin. Bizi, amelimizi görmekten, kendini beğenmişlikten, ucbe düşmekten, gurur ve kibirden korusun. Bizi her türlü hayırlı işlere muvaffak etsin, ettiğini de kabul buyursun.

Unutturmasın ki İslam’dan maksat, güzel ahlaka ermektir. Onun da motoru, temiz bir kalptir.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi