Yusuf Ziya Cömert

Yusuf Ziya Cömert

Eğer ‘nerde yanlış yaptık’ diyen varsa

Eğer ‘nerde yanlış yaptık’ diyen varsa

Dönün, dolaşın. Rızkınızı arar gibi, ‘Hikmet’i arayın. Güzel olan şeyleri bulun, takatiniz nisbetinde, kalbinizin taşıdığı kadar alın.

Ara sıra dönün. ‘Ben nereye kadar gittim?’ diye sorun kendinize. ‘Gittim de, iyi mi gittim, kötü mü gittim?’

Bunu anlamak için herkesin bir ‘işaret’i vardır. Kaydı mı ayağımın altındaki toprak?

‘Kitab’a bakarsınız. Eğer bakmasını biliyorsanız, orada görürsünüz nereye kadar açıldığınızı.

Kitab, vatanımız gibidir.

Hiçbir şey, O’nun bize verdiğiyle kıyaslanamaz.

İnsanlar, irili ufaklı insanlar, yazarlar, konuşurlar. Ne kadar da meraklıdırlar bizi evirip çevirmeye, bizi bir yere götürmeye, bizi bir yerden getirmeye.

Bazıları, aleme, bizim baktığımızdan daha derin bir bakışla bakarlar.

Baktıkça aleme nüfuz ederler.

Onlar, ‘Kitab’ı görürler. ‘Kitab’ı okurlar.

Gördüklerini, okuduklarını söylerler.

Sizi, sürükleye sürükleye bilmediğiniz yerlere götürmezler.

Salak salak yürümek, yürümek sayılmaz.

Bilmenizi isterler, yürüyecekseniz, bilip de yürümenizi isterler.

Kendinizi mes’ul hissediyorsanız, onlara da kulak verirsiniz.

Bir şey söylerler de, dersiniz ki, ‘güzel söylüyor, ama ne söylüyor?’

Birkaç gündür, İstanbul’dan hayli uzaktayım.

Her gün kafama dolan haberler, birkaç gündür bana ulaşamıyor. Ben de onlara ulaşmak hevesinde değilim.

Haber yok, ama geri kalan her şey var.

İyi bir fırsat, bir duraksayıp, ‘nerelerdeyiz?’ diye sormayı anlamlı buluyorsanız.

Böyle zamanlarda ‘sıla-i rahim’ için hepimizin öğretmeni Sezai Karakoç’u dinleme ihtiyacı hissederim.

El öpmek gibi.

(‘Duasını almak gibi’ demem lazım. Demeye utanıyorum. Çok oldu gitmeyeli.)

‘Geri kalan her şey var’ ne demek?

Bize ait şeyler.

Kudüs, Bağdat, Şam…

Batı, doğu...

Geçenlerde, kardeşim Alparslan Cambaz’dan iktibas ettiğim, yapayalnız, elindeki Kur’an-ı Kerim’den başka sığınacak hiçbir şeyi olmayan, Suriyeli çocuk.

Ya da, cesedi sahile vuran çocuk. Aylan-ı Kürdi.

Ve, büyüklerin kirli savaşının içinde üstü başı kan ve barut olmuş, oturduğu sandalyedeki masum ve şaşkın haliyle bizim uğraştığımız şeylerin tamamen malayani olduğunu ispat eden çocuk…

Ben, bir kelimeyi öyle ya da böyle söyleyeceğim de ne olacak?

O bebeklerin yarasına merhem olabilecek miyim?

Hayır! Benim dediklerim de, başkalarının laflarının sırasına karışacak.

‘Like’ların ve ‘retweet’lerin ‘bir tık’ üstünde bir yerde kalacak.

‘Eylem’i ikame etmenin geldiği en son nokta burasıdır. Bundan ilerisi çıkar mı bilmem. Bu kafayla, çıkar.

O bebekler, yine sahile vuracak.

“Şam, Şam, Şam

Bir nar gibi koparılan Şam”

Ve Kudüs…

“Bomba parçalıyor beynini bebeğin

Tanklar saldırıyor evlere bir anda ev yok tank var

Uçak var gök yok utanç var”

Ve Bağdat…

“Devrilen her taş benim taşım

Yıkılan her ev benim

Benden yıkılıyor hepsi ben yıkılıyorum.”

(Sezai Karakoç, Alınyazısı Saati.)

Biz, bu mısraları belki yüz defa okuduk.

İlk okuduğumuzda, mazi ile istikbal arasında bir yerde, okuduklarımızın kendi alınyazımız olduğunu görmüştük.

Şimdi, belki otuz sene belki kırk sene sonra, şu ıssızlıkta, şimdi, bir başımayken okuduğumda da, yine aynı alınyazısı.

Bugün eskisinden daha derin. Daha acıtıcı.

Demem o ki… Üstad Sezai Karakoç’a kulak verdiğimde işittiklerim… Büyük şehir hengamesinde kah havada uçuşan kah yerden biten ‘retorik’lerin hepsini ezdi geçti.

Bence, ‘nerede yanlış yaptık’ diyenlerin, fikir edinmek için bir de Sezai Karakoç’a bakmaları faydalı olur.

Eğer, ‘nerde yanlış yaptık’ diyen varsa…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yusuf Ziya Cömert Arşivi