Mehmet Ocaktan

Mehmet Ocaktan

Cahit Zarifoğlu’na mektup yazsam ulaşır mı?

Cahit Zarifoğlu’na mektup yazsam ulaşır mı?

Bugün dünyada ve Türkiye’de olup biten hiçbir şeyle ilgilenmiyorum. Siyasetin gündemi yoğunluktan yıkılsa da, dünyanın muktedirleri çıldırsa da hiç umurumda değil. Dolayısıyla bugünü kendim için, şiirimizin zarif işçisi, ‘Yedi Güzel Adam’ın sultanı Cahit Zarifoğlu günü ilan ediyorum.

Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki bizim olan, kalbimize, dilimize sahip çıkan değerlerimizi, hazinelerimizi unutuveriyoruz. Fark ettim ki bu aralar siyasetin ve dünyanın hallerine çok fazla dalmışım. Neredeyse her an elimin altında duran başucu şairlerimden birisi olan Cahit Zarifoğlu’nu bile çok az okuyorum.

Gazetede masamın üzerindeki kitapları karıştırırken bir ara Zarifoğlu’nun‘Özgürlüğe doğru’ şiirindeki şu dizeler döküldü dilimden:

/Harp geliyor bir güzel bilendin mi kardeşim

Binlerce cilt tutuyor kılıçların hançerin

I believe in you believe we believe in

In la ilahe illallah la ilahe illallah/

Anladım ki Cahit Zarifoğlu’nu çok özlemişim, sessizce bir dua mırıldandım. Ve acaba oturup bir mektup yazsam Yedi Güzel Adam’ın güzel şairine ulaşır mı diye düşündüm...

Biliyorum bu mektupta yazacaklarımı hayattayken sana hiçbir zaman anlatma fırsatım olmadı Cahit ağabey. Lise birinci sınıfta Sezai Karakoç’u ve Diriliş’i tanıyınca seni de tanıdım. Tanıdım dediysem şahsen değil, şiirlerini tanıdım. Henüz şiirin poetik derinliğini anlayabilecek bir yaşta değildim belki. Ama Yedi Güzel Adam’ı okuduğumda yüreğimde başka rüzgarların estiğini ve dünyanın bir başka türlü döndüğünü görüyordum.

Sanki yürüyüşüm değişmişti, şehrin bütün sokaklarını koşarak geçiyordum, çünkü cebimde Yedi Güzel Adam vardı. Henüz derinliğine vakıf olamasam da hissediyordum, yaşıyordum. Yüreğimi açıp baksalar bütün dizelerin orada yazılı olduğu görülecekti sanki...

Her gün ceplerimde Cahit Zarifoğlu şiirleriyle dolaşıyordum. Bir 23 Nisan tatilinde herkes izne gittiği halde ben yurtta kaldım ve Yedi Güzel Adam’ı ve İspanyol şairiLorca’nın toplu şiirlerini hatmettim. Bu arada defterlerime şiirimsi dizeler karaladım... Artık her gece yurtta herkesler uyuduğunda ranzamın kenarındaki duvara kendimce kurşun kalemle şiirler yazıyor, sabah uyandığımda bu dizeleri önce defterime temize çekiyor, sonra da kimse görmeden ıslak bezle duvarı temizliyordum.

‘70’li yıllarda liselerde sanatla, edebiyatla, şiirle, romanla ilgilenmek, okumak bir ayrıcalık katıyordu insana. Çünkü o günün hocalarının önemli bir bölümünün nezdinde okumanın bir kıymeti vardı. Her gün ders kitaplarımın yanında şiir, roman, hikaye kitapları taşıyordum okula. Teneffüslerde, boş geçen derslerde deli gibi kitap okurdum.

Her zaman övgüyle bahsettiğim bir tarihçimiz vardı, Kamile hoca, onunla derslerde bile şiir sohbeti yapardım ve her dersinden önce tahtaya Necip Fazıl’dan Nazım’dan, Sezai Karakoç’tan, Cemal Süreya’dan, Edip Cansever’den,Cahit Zarifoğlu’ndan, İsmet Özel’den şiirler yazardım. Hiç unutmam bir gün sınıfta tahtaya sizin şiirlerinizden bir bölüm yazmıştım. Hoca okudu ve bana dönüp “Bu muhteşem şiiri hangi sosyalist şair yazmış?” diye sormuştu. Biraz çekinerek de olsa “Hocam bilemediniz onu yazan İslamcı bir şair” deyince hiç kızmamış, aksine çok mutlu olduğunu söylemişti. Hoca sosyalist birisiydi ama slogan sosyalisti değil, sahici ve hakkaniyetli bir hocaydı.

Galiba artık dünyaya böyle geniş bir pencereden bakan, kendi dünya görüşü dışındakileri de görebilen ve de bir kalite ifade eden hocalar pek kalmadı.

O yıllarda okullar tatil olur olmaz köye gider bütün yaz boyunca dağlarda koyun güderdim Cahit ağabey... O zamanlar köylerde kıl torbalar olurdu, artık pek kalmadı ya... Her sabah torbanın içine öğlen yiyeceğim azığımı, bir de yanına sevdiğim şairlerden bir şiir kitabı, bir de Doğu-Batı klasiklerinden roman koyar, koyunların peşinden dağların o muhteşem şiirine dalardım. Ama her gün torbada sizin ‘Yedi Güzel Adam’ ve ‘Yaşamak’ adlı kitaplarınızdan birisi mutlaka olurdu.

Bir de Lorca’nın şiirlerine bayılıyordum, sanki dağlarda Lorca’nın çobanları gibiydim. Ama itiraf etmeliyim ki, başımda gençlik rüzgarları bir başka esiyordu ve sonu hiç gelmeyen hayallere dalıp peygamber çiçekleri arasında ‘Berdücesi-1962’ şiirinizin şu dizelerini koyunların çanlarından dökülen melodiyle birlikte ve de yüksek sesle okuyordum:

/göz değil aşk 

aşk değil bin çeşit göz 

bunca çıldırdım hem ilgisiz 

koridor görüp ölüyordum 

çizmeli tülbentli kız 

saçlarında yirmi yedi yıl lodos 

laleliden otobüse biniyor 

kimbilir nerede oturuyor 

her çizgisi ezmeyle bilenmiş

üç ‘aziz’ bakışını yakaladım 

bin yıldır cephane taramış 

hep blek börd bir gözdeyiz 

sıra kimin 

benimse–rölans/

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet Ocaktan Arşivi