Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Hâkimiyet-i Milliye’yi haiz bir Cumhuriyete sahip değiliz

Hâkimiyet-i Milliye’yi haiz bir Cumhuriyete sahip değiliz

1923’de ilân ettirilen Cumhuriyetin millî hâkimiyeti muhtevi olmadığını, Tek Şef M. Kemal ve kadrosunun Batıcı-laik ve pozitivist anlayışından mülhem altı ok ilkeleri üstüne tertip edilen Kemalist bir Cumhuriyet olduğunu defalarca yazdığımızda bazı zümreler bühtan ettiğimize kanaat ediyorlar.

 

KEMALİST İLKELERLE KURULAN CUMHURİYET MİLLÎ HÂKİMİYETİ TAŞIMIYOR

 

Öyle ki1923 Cumhuriyetinin başlangıcından bu yana millî hâkimiyeti muhtevî olmadığını devrin paşaları da dile getiriyor.  29 Ekim 1923 tarihinde TBMM’de Cumhuriyetin ilânı karar altına alınırken Millî Mücadele’nin öncü paşalarından Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele Meclis’te yoktu.

 

İstiklâl Savaşı’ndan çıkan bir devletin yeni rejiminin ilânı sırasında M. Kemal’in, Millî Mücadele’nin lider paşalarına haber vermemesinin derin bir mânası vardı. Adı geçen paşaların düşündükleri sistem millî hâkimiyetin temsil edildiği ve İslâmî değerlerin belli nisbette korunduğu bir Cumhuriyet devletiydi.

                                                                                                                                          Bu paşaların Cumhuriyet sisteminin muhtevasında M. Kemal’den ayrı düşündükleri, ilk Meclis feshedilip seçime kararı alındığında ortaya çıkmıştı. M. Kemal’in Meclis’in üstünde bir güç olma temayülü göstermesinden, devletin tek otoritesi hâline gelmesinden ve böylece Cumhuriyet adı altında bir istibdat rejimi kurma ihtimalinden rahatsızlardı. (Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş / D. Mehmet Doğan).    

 

MİLLÎ MÜCADELE’NİN ÖNCÜ PAŞALARININ HABERİ OLMAYAN CUMHURİYET

 

Millet temsilcilerinin ve Millî Mücadele’nin öncü paşalarının reyi alınmadan ilân edilen ve Tek Parti istibdadına dönüşecek olan Cumhuriyete ilk karşı görüş Kazım Karabekir’den gelmişti. Ona göre, “Müstebid idare mahv sebebidir. Ferdî veya zümrevî tahakkümler bir milleti mahv için kafi sebeplerdir. Buna misal isterseniz biz ve bütün Müslüman hükümetlerdir.

 

Hepsi birer müstebit idarede uyuşmuş kalmışlardır. Milletin kuvveti, halkın kuvvetidir. Bunun da mânası cumhuriyeti ifade eder, diyecek ve Türkiye’nin millî hâkimiyet esasından şahıs hâkimiyetine doğru gitme ihtimalinin gün geçtikçe artacak.”                                                                                                               

 

29 Ekim günü Rauf Orbay İstanbul’daydı ve Cumhuriyetin ilânını ve atılan top atışlarının sebebini gazetecilerden öğrenir. Aynı gün Tasviri Efkâr gazetesi muhabirinin sorusuna verdiği cevapta “Bence Cumhuriyet  kelimesi üzerinde mütalaa münakaşa değildir. Millet esasen bu idare şeklini hakedip, zaferiyle temin eylemiştir. Elverir ki, meseleler milletimizce muhakeme edilerek, malûm olsun. Bu esaslar bâki kaldıkça, isim değişikliği, hedef ve gayeyi ihlâl de tebdil de edemez” sözleriyle millî hâkimiyetin esas olduğu vurgusunu yapıyordu. 

 

İLÂN ETTİRİLEN CUMHURİYET, CUMHURİYET ESASLARINA UYMUYOR

 

Millî Mücadele’nin diğer bir öncü ismi Ali Fuat Cebesoy da Rauf Orbay gibi düşünüyordu: “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile kurulmuş olan Büyük Millet Meclisi idaresi şüphesiz millî hâkimiyet ve idareye göre kurulmuş bir müessese idi. Bu cumhuriyet demek değildir. Çünkü Cenubî Amerikan devletleriyle Bolşevik devletleri de birer cumhuriyetti. Bunlar tam mânasıyla birer diktatörlüktür. Biz asla diktatörlüğü getirmeyecek esaslara dayanan cumhuriyet istemiştik. Madde 11’de ‘Reisi Cumhur, lüzum gördükçe Meclise ve Heyet-i Vekile’ye reislik eder’ deniyordu. Halbuki devlet reisi olan bir zatın Meclise ve Heyet-i Vekile’ye lüzum gördükçe reislik etmesi cumhuriyet ve demokrasi esaslarına tamamiyle muhaliftir’ diyerek önemli olanın milletin hâkimiyetidir…”

 

“HER CUMHURİYET HÂKİMİYET-İ MİLLİYE DEĞİLDİR”               

 

Kazım Karabekir’in, Rauf Orbay’ın, Ali Fuat Cebesoy’un ve bu ifadeleri en başta M. Kemal olmak üzere yandaşlarını rahatsız eder. Rauf Orbay, Cumhuriyet düşmanı olmakla itham edilmeye başlanır. Bu itham üzerine Halk Fırkası Meclis Grubu’nda, “Kayıtsız şartsız Hâkimiyet-i Milliye’nin Cumhuriyet olduğunu, ancak her Cumhuriyetin Hâkimiyet-i Milliye” olmadığını cesurca beyan ederek Cumhuriyetle ilgili fikirlerini bir kez daha savunur. (Geçmişiniz İtinayla Temizlenir / Cemil Koçak).

 

Erzurum Kongresinde yazılan “Kayıtsız şartsız bağımsızlık, kayıtsız şartsız millî hâkimiyet ilkesi” maddesinden hareketle “hâkimiyet-i milliye’nin”, yâni millî hâkimiyetin mânasını hatırlamayanlar için mevzuun sıcaklığı içinde açıklamak gerek.

 

Milletin kendi geleceğini ve idâresini tayin etme gücü ve hakkı demektir. Millî, millete ait, millete has olan mânasındadır. Millî kavramı millet geldiğine göre, millî hâkimiyet de İslâmlaşmış bir topluluğun, yâni milletin hâkimiyeti mânasına gelir. Cumhuriyet sistemi de cumhurun yâni halkın idaresi demek olduğuna göre cumhuriyet, millî hâkimiyeti mutlaka temsil etmesi gerek.

 

Gerçek târif böyle. Fakat M. Kemal ve yandaşlarının 1923’de ilân ettirdiği Cumhuriyet bu târife uymadığı için hâkimiyet-i milliye’yi haiz bir Cumhuriyet diyemeyiz.

 

DİNE HÜRMETKÂR BİR CUMHURİYET İSTEYENLER TASFİYE EDİLİYOR

 

Millî Mücadele’nin liderleri arasında Cumhuriyetin ilânı ile başlayan görüş ayrılığı daha da devam ederek devam eder. Türkiye’nin Tek Şef M. Kemal riyasetinde istibdat dönemine girmeye başladığını gören paşalar, millî hâkimiyeti temsil edeceğini söyledikleri ve kuruluş beyannamesinde “Bu parti dine hürmetkârdır” yazılı olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kurarlar. (Erik Jan Zürcher, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası).

 

Netice itibariyle “Her Cumhuriyet, hâkimiyet-i milliye değildir” demek, Tek Şef Cumhuriyetine karşı işlenmiş bir cürüm sayıldı ki 1926 İzmir Suikastı bahane edilerek, önce Kazım Karabekir ve Rauf Orbay siyasî hayattan tasfiye edildiler.

------------------------------------------------------

 

BİR İYİ YAZI ÖRNEĞİ DAHA …

 

Mostar Dergisi yazarlarından Mehmet Raşit Küçükkürtül, Edebi Fikir dergisinde “Bizden Korkmaya Devam Edin!” başlıklı iyi yazı şartlarını taşıyan ve mevzuunu efradını câmi ağyarını mâni bir şekilde anlatan yazı yazmış ki fikirli yazı meftunu olanların bu iyi yazıyı okumalarını dilerim. Yazı uzun fakat tadımlık birkaç satır sunalım:

 

“İngiliz istihbaratçı ve tarih felsefecisi Arnold Toynbee’nin bir analizini hatırlamak bize fayda sağlayabilir. Toynbee, Avrupa Medeniyeti idealinin temsilcilerinden biri olarak Avrupa’ya neyden sakınması, korkması gerektiğini İslâm dünyasına dair yaptığı bir tasnifle işaret ediyor. Ona göre Eşarî itikadına bağlı ‘Güney İslâm’ından çekinmeye gerek yok. Ama Semerkand-Buhara-İstanbul hattındaki Maturidî itikadının temsilcisi Kuzey İslâm’ından Avrupa’nın korkması gerekiyor. Çünkü Eşari’leri bir Arap kabile reisini satın alarak idare etmek mümkün ama bilimi ve aklı (!) dışlamayan Maturidîler başa belâ olabilir! Bu analiz, Avrupa’dan neş’et eden modern bilimi matah, aslî, gerçek belirleyici faktör sayan bir kabulün üzerine inşa edildiği için bizce düşük bir yorumdur. Fakat korkmaları yine de yersiz olmayacaktır. Sünnetten taviz vermeyen, Semerkand-Buhara-İstanbul hattını tutan Nakşibendilerden korkmaya devam etmelidirler.  Elbette Nakşibendîliğin bu tarihî rolünü hatırda tutanlardan korkmaya devam etmelidirler. Esir düşen müridi Şeyh Şâmil’e ‘Ne zamanki Hatme-i Hâcegân’ı terk ettin, otuz yıldır yendiğin Ruslara mağlup oldun.’ diyen Cemâleddin Gazi-Kumukî’nin (k.s) ve Ruslarla savaşırken dahi medrese talebelerine çadırda eğitime devam eden Muhammed Diyaüddin’in (k.s) hassasiyetinden korkmaya devam etmelidir, bugün Türkiye’nin varlığından rahatsız olan herkes…”

------------------------------------ 

 

FİKİR DÜKKÂNININ KAPICISI MADDÎ GURBETİNDEN KAÇIP GELDİ

 

Ey azizan!

 

Hep söylediğim üzere, dost yazılarımızdan dolayı fakiri yadırgamayın. Medeniyetimiz yâni irfanımızın temel değerlerinden olan dostluk şiarını bilenler fakiri anlarlar. Fikir Dükkânını kapıcısı çıktığı meslekî gurbetinde dost hasretine dayanamamış, sıla-ı rahim demiş, şol Maraş’ın güney kapısından girmiş. Ağır maişet mekânımda halkıma hizmet ederken, birkaç dost ziyaret ettiler ve Dükkânın kapıcısının gurbet halleri üstüne sohbet ediyorduk ki, H. Ahmet Eralp zuhur etti tebessüm eden hüzünlü sûretiyle.

 

Hayâl mi suret mi olduğunu bir müddet anlayamadım. Neler sordum, neler anlattı; görseydiniz fakiri, cezbeli sohbetten soğuğu hissetmedim. Dostlar, her salı günü Ali Yurtgezen hocanın “Gülzâr-ı Aşk” üstüne yaptığı sohbetten kareler aktardılar ki, halsiz bedenim dahi hemen iyileşip şifa buldu. Ağyar ve modern olanlar anlamaz, eh-i dil olanlar anlar dediklerimi

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi