İbrahim Karagül

İbrahim Karagül

O füzeler Mekke’ye düşmeden…

O füzeler Mekke’ye düşmeden…

“Mekke savaşları başlamadan” ve “Tanklar Kabe'ye dayanmadan” başlıklı yazılarla önümüzdeki yıllarda coğrafyayı bekleyen tehditleri sıraladığımda yadırganmıştım. Özellikle İran ve ona yakın çevrelerin hışmıyla karşılanmıştım. İran'ın jeopolitik haritası, yeni Fars emperyalizmi, Basra Körfezi ülkelerini tehdit etme, Suudi Arabistan'ı çevreleme hatta Türkiye'yi güneyden kuşatarak Arap-İslam dünyasıyla bağını koparma girişimleri maalesef hakkıyla tartışılmadı.

Bu, yeni tür bir meydan okumaydı, İran devrimiyle hiç alakası yoktu. Tahran, Şii kimliği üzerinden bir yayılma haritasıuyguluyordu ve İslam dünyasını derinden sarsıyordu. “İslam İç Savaşı” projesi ve “Savaş İslam'ın kalbine yerleşecek” tezi, İran'ın bu yayılma haritasıyla birebir örtüşmeye başlamıştı.

Erdoğan'ın ziyareti öncesi füze saldırısı

Tehdit sanıldığından çok büyüktü. Coğrafyayı yakından izleyen muhafazakar çevreler bile, ezberlerin dışına taşıp, bu ölümcül gerçeği görmekten uzaktı. Şii-Sünni ya da İran-S. Arabistanrestleşmesine göre pozisyon belirlemek de vahim gerçeği görmemizi engelliyordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, 12 Şubat'ta başlayacağı Bahreyn, Suudi Arabistan ve Katar ziyaretleri öncesi bu konuya bir kez dikkat çekmek istedim. Tam da ziyaret öncesi Yemen'den ateşlenen bir balistik füzenin, S. Arabistan'ın Başkenti Riyad yakınlarındaki bir askeri üsse ulaşması, Suriye savaşı sonrası coğrafyayı bekleyen daha büyük tehlike konusunda bizi uyarmaya yetmeli. Geçtiğimiz Kasım ayında da yine Yemen'den bir balistik füze ateşlenmiş, Cidde'yi hedef almış, Mekke semalarına 65 kilometre kala düşürülmüştü.

İran, savaşı sınırından çok uzaklarda çıkarır..

Yemen'deki iç savaş bir İran-Suudi savaşıdır. Husiler sadece örgüt olarak hareket etmiyorlar, bin kilometre menzilli ve İran tarafından geliştirilip kendilerine verilen balistik füzelerle S. Arabistan'ı vuruyorlar. Husi açıklamalarına bakılırsa bunlar sadece deneme ve çok daha büyük füze saldırıları başlayacak.

Saldırı sonrası tekbir getirilmesi, “Amerika'ya ölüm” sloganları atılması kimseyi yanıltmasın. Husiler'in ve İran'ın hedefinde ABD yok, sadece Suudi Arabistan ve onunla beraber hareket eden Körfez ülkeleri var. Tahran ABD'yi hedef alacaksa bunu Husiler üzerinden ve Kızıldeniz kenarından yapmaz, Basra Körfezi'ndeki ABD askeri gücünü hedef alırdı.

Çünkü İran, krizleri hep sınırlarından uzağa taşımış, savaşları kendi topraklarının uzaklarında çıkarmış, İran sınırında hesaplaşmaya girmemeyi tercih etmiştir. Bu doğru ve akıllıca bir stratejidir. Hizbullah üzerinden İsrail'le çatışma, Husiler üzerinden Kızıldeniz kenarında üslenip S. Arabistan'ı güneyden kuşatma, Suriye'deki Esad ve Nusayri'ler üzerinden bu ülkede hesaplaşma, Afganistan ve Pakistan'daki Şii gruplar üzerinden bu ülkelerde nüfuz gücü oluşturma, Irak'taki Şiiler üzerinden de bu ülkeyi kontrol altınaalma projeleri uygulamıştır.

Hala 'devrim' pazarlıyor!

Eğer S. Arabistan'ı Basra Körfezi'nden vurursa savaşın kendi topraklarına sıçrama ihtimali vardır. Bu yüzden hep başkalarının topraklarında savaş çıkarmış, kendi geleceği için bu ülkeleri ve toplumları kurban etmiştir.

Maalesef coğrafyadaki bütün çatışmalar dini kimlik, mezhep kimliğive o çerçevede biçimlendirilen siyasi söylemler üzerinden pazarlanıyor. Bu saatten sonra Tahran'ın hala “Devrim” pazarlamasının abesliği ortada iken, bölgesel savaşının dini hiçbir boyutu yokken bu projeyi bile din ve mezhep kimliği üzerinden pazarlayabilmesi, İran siyasetine özgü bir maharettir.

Basra Körfezi'ni ve S. Arabistan'ı vuracak..

“Suriye savaşı biter bitmez Basra Körfezi karışacak” dedim ve hala öyle inanıyorum. S. Arabistan ve Körfez ülkeleri doğrudan İran'ın hedefi olacaktır. Çünkü Tahran, bugüne kadar “ana hedef”inin çevrelerinde dolaşıyordu. Suriye şu an için en büyük çatışma alanıydı çünkü Akdeniz kıyılarına buradan ulaşıyordu. Hizbullah tek başına yeterli değildi ancak yine de Tahran'ın Akdeniz'e açılan kapısıydı. Suriye'de iktidarın değişmesi Tahran'ın Akdeniz'e uzanan elinin kesilmesi demekti.

Hatırlayalım: 1991 Körfez Savaşı'na kadar Arap-Fars sınırı Irak-İran sınırıydı. 2003 işgalinden sonra Irak, İran denetimine geçti. Arap-Fars sınırı Suriye'ye kaydı. Suriye de Tahran'ın tam kontrolüne geçerse Akdeniz'e kadar Arap etkisi yok olacak, Arap dünyası ağır kuşatma altına alınacaktır.

İran ve Irak, Kuveyt'i yeniden işgal edebilir

Bu durumda İran; hem Kuzey'den, hem Batı'dan, hem Doğu'dan hem de Güney'den (Yemen'den) S. Arabistan'ı kuşatma altına almış olacaktır. İşte bu, Arap-Fars savaşının nihai cephesini oluşturacaktır. Kuveyt'ten Katar'a, Bahreyn'den S. Arabistan'akadar bütün ülkeler tehdit altındadır. Saddam Hüseyin dönemindeki Kuveyt işgali Irak'ın sonunu hazırlamıştı. Tahran denetimindeki Irak'ın böyle bir dönemde yeniden Kuveyt'i işgale girişebileceği dikkatlerden uzak tutulmamalıdır.

İslam coğrafyası, Soğuk Savaş'tan sonra çok büyük bir dış istilaprojesinin hedefi olmuştur ve bu süreç devam etmektedir. Ülkeler işgal edilmiş, iç savaşlar çıkarılmış, yeni haritalar çizilmiştir. Her birkaç yılda bir, bir ülke de benzer bir akıbete zorlanmaktadır.

Nükleer pazarlık: Tahran kazık attı

Son dört yılda Türkiye'nin yaşadığı travmaları biraz da bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir. PKK ya da FETÖ, örgütlerin kimliği ve niteliğinin önemi kalmamış, hepsi bir büyük projeçerçevesinde Türkiye'ye karşı harekete geçirilmiştir. Amaç, Türkiye'nin son on yıldır devam ettirdiği büyük yürüyüşü durdurmak, onu teslim alıp yeni harita projelerine mahkum etmektir. Türkiye bu anlamda Birinci Dünya Savaşı'ndan sonraki en büyük mücadelesini vermektedir.

İşte böyle bir dönemde, Türkiye için de bölgeye daha farklı yaklaşmak, bakmak zorundayız. Ortadoğu'da bugün yaşananlar, Birinci Dünya Savaşı döneminden çok daha karmaşık, çok daha zordur. Suriye savaşı, bu açıdan Türkiye'nin gözlerini açmıştır. Brezilya ile birlikte dünyanın merkez güçlerine rağmen, İran'ın nükleer tezlerini savunan Türkiye, bunun ağır faturasını hem Batı'dan gelen saldırılarla ödemiş hem İran'dan gelen ihanetle tatmıştır.

Türkiye “süper güç olmasın” savaşı bu

Tahran, Suriye'de aynı zamanda Türkiye'nin süper güç olma hesaplarına karşı savaşmış, PKK/PYD ile bile ortaklık kurarak güneyden çevrelemeye girişmiş, Türkiye'nin güneye açılan kapılarını kapatmaya, Arap dünyasıyla ilişkilerini bitirmeye çalışmıştır.

Türkiye ile Orta Asya arasındaki geçişleri kapatanlar; Türkiye ile Arap dünyası arasındaki sınırları da, duvarlar örerek, oraları cepheye dönüştürerek kesmeye çalışmıştır. Ama İran Türkiye'yi doğrudan vurmamıştır, vuramayacaktır. Yine aynı yöntemlerle, vekalet savaşlarıyla Ankara'yı sıkıştırmaya çalışmakta, S. Arabistan benzeri bir çevreleme planı uygulamaktadır.

İsrail'i değil, S. Arabistan'ı haritadan silmek planı…

Küresel istila dışında bölgeyi hedef alan ikinci istila ve kaos fırtınası İran'ın bu jeopolitik hesapları, emperyal hırslarıdır. Bu da içeriden vurulmaktır. S. Arabistan her şartta savunmada, İran saldırgan durumdadır. Bu saldırganlığın İsrail karşıtlığı ile, Amerika düşmanlığı ile pazarlanma dönemi bitmiştir.

“İsrail'i haritadan silme” söylemi açık ve propagandadır, “S. Arabistan'ı haritadan silme” planı gizli ve gerçektir. Kitleler bu konuda uyarılmalı, bütün coğrafyayı hedef alan bu tehdit önlenmelidir.

Bunu söylerken bir Şii-Sünni gerilimine, İran'la savaşa işaret etmiyoruz. Çünkü bu yıkım olacaktır. Halklar, kitleler Tahran'ın bu yıkıcı planlarının sadece kurbanlarıdır. Onları düşmanlaştırmak yerine daha da kaynaştırmanın yollarını aramak zorundayız. Ama Fars istila haritasını durdurmak için İran'ın zaaf alanlarının zorlanması zamanı gelmiştir. Tahran'ın siyasi elitleri bu çılgınlığı durdurmazsa, İran'ın en zayıf yanının kendi içinde olduğu geçeği ortaya çıkacaktır. Bunu bildikleri için de savaşları ısrarla sınırlarının çok ötelerine taşımakta, içeriye yansımasını engellemektedirler.

Trump İran'ı hedef alır mı?

Donald Trump'ın gelişi ABD'nin bölge politikalarında değişimişaretleri verdi. Obama'nın İran yanlısı, Türkiye karşıtı, terör sevdalısı politikalarından sonra Cumhuriyetçiler yeniden “İran düşman” tezine dönüş işaretleri veriyor. Bu politika nereye varır, ABD-İran ilişkileri ne olur, göreceğiz. İlk hesaplaşma alanı Yemenolacak gibi. Belki de bu yüzden İran, füze saldırıları ile gözdağı vermeye çalışıyor.

Ama ne olursa olsun, 1991'den bu yana ABD'nin bütün müdahalelerinden İran kazançlı çıkmıştır. Tahran'ın bölge dışı bir güçle hesaplaşma diye bir planı hiç olmamıştır. Onun bütün savaşları, saldırıları bölge içine yöneliktir ve öyle de devam edecektir.

Yolunu kaybetmiş bir füze Mekke'ye düşerse!

Basra Körfezi ve S. Arabistan'ı hedef alan kuşatma ve saldırıların, birkaç yıl içinde büyük bir ateş topuna dönmesinden, bütün coğrafyayı alevlerin sarmasından, işin “Mekke Savaşları”na dayanmasından ciddi endişe duyuyorum. Ve bunun bir “endişe”den çok öte bir şey olduğunu da not etmiş olayım.

Mekke üzerinden Cidde'ye giden füze, havada vuruldu. Son olarak da aynı füzelerden biri Suudi başkenti Riyad'ı hedef aldı. Yani istedikleri zaman her yeri vurabileceklerini gösterdiler. O füzelerden biri Mekke'ye düşerse ne olacak? Yolunu kaybetmiş bir füze ne tür felaketlere neden olur? Ya da birileri bu arada bir korsan füze ile Mekke'yi vurursa, birileri bir tezgah kurarsa, nasıl bir kıyamet kopar?

Bu olur mu, olur!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İbrahim Karagül Arşivi