Yusuf Kaplan

Yusuf Kaplan

Cinayetler aydınlatılırsa, çifte kuşatma yarılır, Türkiye’nin önü açılır

Cinayetler aydınlatılırsa, çifte kuşatma yarılır, Türkiye’nin önü açılır

Türkiye'nin yakın tarihi, cinayetler tarihidir, aynı zamanda.

Menderes'le başlayan, son dönemde, ASELSAN'ın yürekli çocuklarının, Eşref Bitlis'in ve Muhsin Yazıcıoğlu'nun katledilmesine kadar sürgit karmaşıklaşan kanlı bir tarih bu.

Eğer Türkiye, -Özal, Adnan Kahveci, Uğur Mumcu ve Hrant Dink'in öldürülmesi de dâhil- özellikle son dönemde işlenen cinayetleri, suikast girişimlerini aydınlığa kavuşturabilirse, FETÖ, PKK, DHKPC gibi ülkeyi iç çatışmanın, iç savaşın eşiğine sürüklemek için paravan olarak kullanılan terör örgütlerinin kimlerle ve nasıl çalıştığını açıklığa kavuşturabilir ve Türkiye'nin önü işte o zaman açılmaya başlar...

ÇİFTE KUŞATMA, “ASALAKLAR” VE “SALAKLAR”!

Türkiye, Tanzimat'la başlayan, Cumhuriyet'le ivme kazanan süreçte, hem dışardan hem de içerden çifte kuşatmayla karşı karşıya kaldı. İki asırlık bu çifte kuşatma, bütün hızıyla sürüyor hâlihazırda...

İliklerimize kadar yaşadığımız bu çifte kuşatmayı “paranoya” olarak nitelendirenler var bu ülkede...

Türkiye'nin iki asırlık tarihine damgasını vuran, toplumu tam ortadan “laikler-dindarlar” diyerek ikiye bölen, bizi perişan eden, birbirimize düşüren bu kuşatmaya “paranoya bu” yaftasını yapıştıran tipler, celladına âşık tasmalı çekirgelerdir yalnızca.

Bunların önde gelen isimleri, yıllardır televizyonlarda, şurda-burda cirit atan temsilcileri, ya alenen yabancı istihbarat örgütlerine çalışan “görevli, asalak tipler”dir; bunlar, son bir kaç yılda açık ettiler kendilerini; bunlardan hiç olmazsa bazılarını çok iyi tanıdı bu toplum.

Ya da bedenen burada, zihnen Batı'da yaşayan, bu toplumun ruh kökleriyle barışık olamayan, kavgaya tutuşan, bu ülkenin tarihine, kültürüne, sorunlarına Batılı perspektiflerle ve şaşı bakan, tam da bu nedenlerden ötürü, yaşadığımız iki asırlık ontolojik savrulmanın felsefî, kültürel ve siyasî temellerini kavramaktan âciz, zihnî felç geçiren “salak”, şizofren, zavallı kişiler...

TÜRKİYE, İKİ ASIRDIR NİÇİN VE NASIL KUŞATILIYOR?

Türkiye, iki asırdır içerden ve dışardan sürgit niçin kuşatılıyor peki?

Bu soruyu soracak, bu sorunun izini sürecek, bu toprakların ruhundan, ruh köklerinden beslenen bir öncü kuşağı yok bu ülkenin!

Her şeyi Batı'dan bekleyen, burada yalnızca Batılıların ürettiklerini tepe tepe tüketmekten yüksünmeyen, bu toprakların ruhunu ve ruhköklerini önce küçük gören, zamanla inkâr eden, gelinen noktada da terk eden türünün tek örneği bir entelijansiya bu!

Batı'yı da, İslâm'ı da derinlemesine bilmeyen, Batı'ya karşı platonik aşk ilan eden, özgüvenini yitiren, her şeye bu sığ, derinlemesine kavrayamadığı Batılı / seküler perspektiflerle bakan, o yüzden hiç bir şeyi tam olarak kavrayamayan ama ülkenin önünde takoz gibi duran bir entelijansiyayla hiç bir yere gidemez bu ülke -çukura yuvarlanmaktan başka...

Tarih bilinci linç edilen, zihnî felç geçiren bu entelijansiya, elbette ki, yaşadığımız çifte kuşatmayı da, bu kuşatmanın bizi içerden ve dışardan nasıl perişan ettiğini de göremez/di.

Bu ülkenin önünü açacak insanlar, hem bu ülkenin ruh köklerini özümseyen, hem de Batı uygarlığına derinlemesine nüfûz edebilen zihni açık, ufku açık öncü kuşaklar olabilir yalnızca.

Bu öncü kuşaklar geliyor yavaş yavaş da olsa...

DIŞARDAN DAYATILAN BÜTÜN REFORM GİRİŞİMLERİ YIKIMLA SONUÇLANMIŞTIR!

Dünya tarihini bin yıldır iki aktör yapıyor: Müslümanlar ve Batılılar.

Bunun ilk 7 asrında biz varız; son üç asrındaysa Batılılar yalnızca.

Batılılar, bizi durdurabildikleri zaman, dünya üzerinde kesinkes hâkimiyet kurabileceklerini çok iyi biliyorlardı. O yüzden son üç asırda üzerimize üzerimize geldiler. Ve bizi yere serdiler.

Osmanlı'nın Karlofça ve Pasarofça anlaşmalarından sonra ilk kez toprak kaybetmesi, kendine olan güvenini yitirmesine ve Avrupa karşısında bir aşağılık komplesinin eşiğine sürüklenmesine yol açtı.

Islahat ve Tanzimat girişimleri, bir yanıyla toparlanma çabasıydı ama diğer yanıyla da içerden / zihnen kuşatma operasyonu.

Burada ezberlerimizi bozacak bir cümle kurayım: Meydan okuyan bir medeniyetin reçetelerini alıp da Islahat ya da Tanzimat diye bir yola girerseniz, yoldan çıkmanız mukadderdir.

Dışardan dayatılan hiç bir ıslah veya reform girişimi, başarıyla sonuçlanmamıştır. Yalnızca yıkımla sonuçlanmıştır.

Bizim yaşadığımız, bizi perişan eden, birbirimize düşüren iki asırlık zorlu tecrübe bunun ispatıdır.

Meşrûtiyetlerde tam toparlanmaya ramak kaldığımız sırada dışardan / İngilizler tarafından zihnen teslim alınan komitacıların marifetleriyle Osmanlı tasfiye edildi; Cumhuriyet sürecinde de medeniyet iddialarımız terkedildi.

Türkiye, tarihi sürükleyen bir aktörden, tarihin önünde sürüklenen bir figürana dönüştü...

ÇİFTE KUŞATMAYI YARMAK İÇİN...

Kendi dinamiklerini yitiren, kendi ruh köklerini inkâr eden bir elitokrasinin Türkiye'yi sürükleyeceği yer, elbette ki, çıkmaz sokak olacaktı...

Özgüvenini kaybeden, Batı'da üretilen her şeyi burada tepe tepe tüketmeyi çağdaşlaşmak zanneden bir ülkenin, “laikler-dindarlar” diye tam ortadan ikiye yarılması, içerden karıştırılması, iç çatışmaların, ürpertici suikastlerin, cinayetlerin yaşandığı bir yok-ülkeye, yok oluşun eşiğine sürüklenen bir “harabe”ye dönüştürülmesi, elbette ki, kolaylaşacaktı...

Türkiye, 15 Temmuz'dan sonraki süreçte, bu çifte kuşatmayı yarabilecek bir imkân yakaladı...

Yeni Gazâlî'ler, Mevlânâ'lar, Yunus'lar, Sinan'lar, Itrî'ler çıkarmamızı sağlayacak, toplumun bütün kesimlerinin bizim ruhköklerimizle, medeniyet dinamiklerimizle kuşanmasına imkân tanıyacak çakıl taşlarını temizleme ve yapı-taşlarını döşeme yolculuğuna çıkmamız şart.

Bunun için de, yakın tarihimize damgasını vuran, ülkeyi perişan eden kanlı, kafa karıştırıcı ve ürpertici cinayetleri aydınlatabilirsek, Türkiye'nin dışardan ve içerden kimler tarafından ve nasıl kuşatıldığını, kimler tarafından ve nasıl karıştırıldığını kavrama, dolayısıyla Türkiye'nin prangalarını kırma, urlarından temizlenme konusunda gözardı edilemeyecek bir mesafe katetmemiz sözkonusu olabilir, diye düşünüyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yusuf Kaplan Arşivi