İbrahim Tenekeci

İbrahim Tenekeci

Yirmi yıl sonra

Yirmi yıl sonra

Bugün 28 Şubat. Sürecin üzerinden tam yirmi yıl geçmiş. Dün gibi.

Buruk hatıralar eşliğinde bir yazı yazmak niyetindeyim.

İskenderpaşa cemaatinin nasıl bir baskıya maruz kaldığını içerden yaşadım. En güzide kurumlarımızdan olan Sağduyu gazetesi, İslâm dergisi, Seha Neşriyat birkaç gün içinde dağılıp gitti. Kadın ve Aile dergisi bile kapanmak zorunda kaldı. Oradaydık. Es'ad Coşan Hocaefendi hicret etmek mecburiyetinde bırakıldı. Çok sık görüştüğümüz Necati Coşan amcamızın yüzündeki hüznü unutamıyorum. Genç yaşta ve sessizce aramızdan ayrılan Saliha Kocacenk Hanım'ın son çabaları bir yara olarak kaldı bende. Mekânları cennet, makamları âli olsun.

Hemen peşinden Millî Gazete günleri, yılları. Üstümüzdeki baskıya bir örnek verelim: Medya sayfamızda Radikal gazetesinden bir iktibas yapmıştık. Bir köşe yazısının küçük bir kısmını kaynak göstererek yayınlamıştık. Devletin herhangi bir kurumu bizi mahkemeye verdi ve davayı kazandı. Suçumuz neydi? Aynı devlet sözkonusu gazeteye niye dava açmıyordu? Gerekçe olarak şunu diyorlardı: “Sizin niyetiniz başka.”

Cennetmekân Erbakan Hocamızın 28 Şubat süreciyle ilgili anlattığı mahrem noktalar vardı. Üç dört kişilik dar toplantılarda konuşuluyordu bu mesele. Not almak dahi yasaktı. Fakat hocamızın hemen yanına oturuyor ve onun görebileceği şekilde not tutuyordum. Bir şey demezdi. Nezaketinden dolayı mı ses etmezdi? Bilemiyorum. Düşünce editörü olmam hasebiyle, belki de anlattıklarının kayıt altına alınmasını istiyordu. Notlarım hâlâ duruyor.

Sürecin en şiddetli günlerinde Reddiye başlıklı bir şiir yazmıştım. Bu şiiri bazı camilerde cuma çıkışı dağıttılar. Kimi kardeşlerimiz bundan dolayı sıkıntı yaşadı. Zor durumda kalanlar oldu.

Şiir, “Kuzuyu alıp kurda / Teslim ediyor bu sis” diyordu. Sonra sis dağıldı. Her şey ayan oldu.

Şimdi o günlere buradan, bu zamandan bakıyorum. 28 Şubat tam olarak neydi? Müslümanları bir kez daha sindirme ve imkânsız bırakma hamlesiydi. Milletin iradesini zimmetine geçirenlerin üçüncü büyük hamlesiydi bu.

Süreçten kimler etkilendi ve hangi kişilerin, grupların önü açıldı? Nasıl bir emek ziyan edildi? Buradan alınanlar nerelere verildi? Bu soruların cevaplarını artık daha iyi biliyoruz. 15 Temmuz gecesi yaşadıklarımız, cevaplardan yalnızca bir tanesidir. Dergimizin yeni sayısında Prof. Dr. Kemal Sayar'la söyleşi yaptık. Derdimizi onun bir cümlesiyle anlatalım:“Meslek ve meşrepleri baştan aşağı hile haline gelenler, sadakat ve doğruluğun toprağından kopmuş, çoktan şeytanın terkisine binmişlerdir.”

Yeri gelmişken bir de sitem edelim. Şikâyet değil, sitem. 28 Şubat sürecinde bize 'direnmeyin' diyenler, bugün direniş metinleri kaleme alıyorlar. Sıfır risk, bol kazanç. 15 Temmuz'da da böyle olmadı mı? İlk günlerde ortalıkta görünmeyenler, sosyal medyada bir cümle dahi kuramayanlar, şimdi kürsü ve ekranlarda direnişi anlatıyorlar. Bazıları bu 'iş' için telif de alıyor.

Kapalı Öyküler isimli ortak bir eser düşünmüştük. Kitap, başörtüsü sorunuyla ilgili öykülerden oluşacaktı. Birçok öykücüye derdimizi anlattık. Onları davet ettik. Sonuç ne oldu dersiniz? Kitap, sadece on öykücüyle çıktı. (Profil Yayınları, 2004) Bazıları akademik kariyerleri için tedbirli davranmak istemişti. Artık yazabilirler, nitekim yazıyorlar.

Şunu demeye getiriyorum: Hepimizin esaslı bir samimiyet testine ihtiyacı var. Onlarca 28 Şubat mağdurunun hâlâ hapishanelerde olduğunu düşünürsek, siyasilerden başlamak şartıyla.

*

28 Şubat süreci esas olarak neyi hedef aldı? İslâmî camianın lokomotiflerini, kurucu unsurlarını, taşıyıcı kolonlarını. Tamamen yerli ve millî olanları.

Millî Görüş Teşkilatı, İskenderpaşa Cemaati, Milli Gençlik ve Hak Yol Vakfı, Refah Partisi… Ana omurga buydu. Abdülaziz Bekkine ve Mehmet Zahit Kotku Hazretleri üzerinden gelen nakşi damar. Bunu herkes anlayamaz. Aslında herkese de anlatılmaz. Nasibimizde varsa eğer, bu konuyu müstakil olarak yazarız.

Aralarında küçük ayrılıklar olsa da, siyasî ve dinî tesir, iki gibi görünen bu tek adresten yayılıyordu. Yani şuurlu müslüman haline gelmek. Hem namaz kılmak, hem de mesela siyonizm tehlikesinden haberdar olmak. Milletin ve ümmetin geleceğini düşünmek. Bağımsızlığın yanına iktisadî kalkınmayı da eklemek. Muhterem Erbakan Hocamızı zaten biliyoruz. Es'ad Coşan Hocaefendinin yazılarını okursanız, sohbetlerini dinlerseniz, taşlar tamamen yerine oturacaktır. Yaşı yetenler, İslâm dergisinin yayınlarını da hatırlayabilir.

Yirmi yıl önce gelen uluslararası dalgayı kısıtlı imkânlarla karşıladık. Birbirimizden fazla haberdar değildik. Hayatlar dağıldı, hayaller söndü. Fakat asıl mânaya ciddi bir zarar veremediler. Allah böyle bir şeyin olmasına müsaade etmedi. İşte buradayız. Yorulduk, üzüldük, eziyet gördük ama ölmedik.

Yaşananlarla beraber medyanın önemini de kavradık. Artık toplum mühendisliği ve algı operasyonu yapmaya kalkışanlara engel olabiliyoruz. Yanlı ve yanlış haberler kısa süre içinde çürütülebiliyor.

Peki, yirmi yılda ne değişti? Sayısız örnekten birini verelim: “Burası devlete meydan okunacak yer değildir” gitti, “burası millete meydan okunacak yer değildir” geldi. Yanlış anlaşılmasın. Bizim bakışımız budur; millet eşittir devlet.

Birinci tehdit ve tehlike olarak görülen insanlar, bugün devleti yönetiyorlar. Bundan kimler rahatsızlık duyuyorsa, yirmi yıl önceki sürecin mimarları da onlardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İbrahim Tenekeci Arşivi