Kemal Öztürk

Kemal Öztürk

Sömürge hayatlar

Sömürge hayatlar

Haftanın son günü, size gündemin stresli konularından uzak bir yazı yazdım. Gezgin tarafımın aldığı notlardan Latin Amerika izlenimleri…

Yakın dostlarım bilir. Her yıl düzenli olarak sırt çantamı alıp, yurt içinde ya da yurtdışında doğa ve tarihi yerlerde yürüyüşler yaparım tek başıma. Hatırlayanız vardır belki yazmıştım, Likya Yolu bu yürüyüş parkurlarının ilk sırasında gelir.

Bu alışkanlığı 1999 yılında ilk defa geldiğim Amerika'da edinmiştim. İngilizce Backpackers (sırt çantalılar) denen, bizim gezgin (ya da bitli turist) dediğimizin insanların dünyasını ilk tanıdığımda çok etkilenmiştim. Bir sırt çantası alıp dünyayı dolaşan, keşfetmeye, öğrenmeye, yeni yerler ve insanlar tanımaya çalışan insanlar bunlar.

Apolitik, sakin, kültürlü ve arkadaş canlısı hepsi. Dünyanın birçok farklı yerinden olsalar da özellikleri genelde aynı. Bu dünyaya girdiğim ilk yılda, Kanada'dan başlayıp, ABD'yi baştan başa geçmiştim sırt çantamla. Trenle sanırım 6 bin kilometre yol yapmıştım. Hayatımın en ciddi deneyimlerinden biriydi.

KIZILDERİLİLERİN HAYATI

Bu gezide beni en çok etkileyen şeylerden biri, Amerikan yerlilerinin hayatını görmek olmuştu. Arizona ve Utah eyaletlerinde, Kızılderililerin yaşaması için ayrılan yerleşim yerlerinde dramatik bir hayat süren yerlilerin durumu uzun süre aklımdan çıkmadı. Uyuşturucu ve içki onlara adeta bedava veriliyordu. Hayatları bu nedenle perişandı. Dünyanın en büyük kumar şehri Las Vegas yıkılan Kızılderili kampları üzerine kurulmuştu.

O günden bugüne Amerika kıtasındaki yerlilerin hayatları hep ilgimi çekti. Kendi topraklarında esir edilen, öldürülen, sürülen bu insanların hikayesi çok az biliniyor. Oysa beyaz adamın yaptıkları nesiller boyu süren dramlara neden oldu.

İngilizlerin Kuzey Amerika'da yaptıklarının daha kötüsünü İspanyollar Güney Amerika'da yaptı. Milyonlarla ifade edilen sayıda yerli öldürerek, tüm Latin Amerikayı kolonisi haline getirdi. İspanyolları, Portekizler, Fransızlar, Hollandalılar takip etti. Hepsi vahşi canavarlar gibi saldırıp, tüm kıtayı sömürgeleştirdi ve sahiplerini de köle yaptılar. Bu büyük dramın yaşandığı kıtada yürümeyi, geçmişe dair izleri görebilmeyi çok istiyordum.

İNKA MEDENİYETİNİN BAŞKENTİNDE

Amerikaya konferanslar için gideceğim kesinleşince, çok görmek istediğim İnka medeniyetinin merkezi Peru'yu da arkasına eklemeye karar verdim. Dünyanın en eski ve en değerli medeniyetinin izleri UNESCO tarafından koruma altına alınmıştı. Üstelik dünyanın 7 harikasından da biriydi. Bu yüzden çok görmek istiyordum.

Her ne kadar bir gezgin olarak doğa yürüyüşüne ve tarihi mekanlara düşkünsem de, Latin Amerika benim için sömürgeciliğin canlı açık hava müzesiydi. İngilizlerin Amerika'da kızılderililere yaptıklarından sonra, İspanyolların Latin Amerika'da yaptıklarını bizzat görme fırsatım olacaktı.

New York'tan, Peru'nun başkenti Lima'ya giden uçağa binerken insanlarına dikkat kesildim. Irk değişmiş, renkler değişmiş, dil değişmişti. Uçağı beklerken birisiyle sohbet etmeye başladım. “Dünyanın sonunda yaşıyorum” dedi. Çok ilgi çekici bir cümle değil mi? Latin Amerika'nın güneydeki en son ülkesi Şili'de yaşıyormuş. Bu yüzden öyle diyorlarmış.

İlginçtir, onların da benim gibi, topraklarını işgal eden, milyonlarca insanı öldüren, dillerini, dinlerini değiştirip tarihten silen, zorla yeni bir dil, din ve kimlik dayatan sömürgecilere tepkili olmalarını bekliyordum. Sosyolog olan bu yolcuya, ki yerliliğin tüm fiziksel özelliklerini taşıyordu, “Atalarınızın dilini, dinini, kimliğini taşıyamamak üzücü değil mi?” diye sordum. “Uzun yıllar önce yaşanmış, savaşlar, ayrılıklardı onlar. Şimdi İspanyolca konuştuğum için mutluyum” dedi. Ne benim düşündüklerimi, ne de hissetiklerimi gördüm bu sosyologta. İnka medeniyetinin başkenti Cuzco'ya inene kadar uçaktakilerin hepsi bana aynı hislere sahipmiş gibi geldi.

CUSCO, BÜYÜK MEDENİYETİN AÇIK MÜZESİ

İnka imparatorluğu, Latin Amerika'nın en baskın ve en güçlü medeniyeti olarak kıtanın batı şeridinde yüzyıllarca var olmuş. Perunun Cuzco şehri de başkentleriymiş. Şehre indiğimde ilk hissettiğim şey şiddetli bir baş ağrısı ve yorgunluktu. Zira rakım 3400 metreydi ve ben rakımın sıfır olduğu New York'tan buraya uçakla gelmiştim. Bu ani rakım değişikliğine vücut hemen adapte olamaz. Yükseklik ve oksijen azlığı nedeniyle kan basıncım ve kalp ritmim değişmişti. Yürümeye dayanıklı biri olmama rağmen, on basamaklı merdiveni bile çıktığımda yorgun düşüyordum. Koko çayı içerek ve dinlenerek vücudumun yüksek rakıma alışmasını bekledim. İkinci gün biraz kendime gelince şehri ve İnka medeniyetinden geride kalan alanları dolaşmaya başladım.

Kafamda sömürgecilik ve soykırım hakkında bir sürü soru vardı. Tarihi mekanları gezdiren rehbere her fırsatta bunları soruyordum. Adam biraz şaşırmış ama sorulardan da rahatsız olmamıştı. Ortada karmakarışık bir nesil, birbirine karışmış kültürler vardı. Hem Katoliklerdi, hem de atalarının dinlerine inanıyorlardı hala. Yerel dilleri yaşatmak istiyor ama resmi dil olan İspanyolcanın baskın hakimiyetine ses çıkarmıyorlardı.

“İnka medeniyeti, teknoloji, bilim, sanat ve fikirde en zirve medeniyetlerden biriydi. Tapınakları ve kutsal yerlerinde mimaride nasıl bir deha olduklarını görebilirsiniz. Buralarda altın ve gümüş çokça kullanılırdı.” Rehber bunları anlatırken, yüzünde bir hüzün belirdi. Sonra devam etti: “İnkalıların ordusu yoktu. Barışçı bir toplumdu. Buraları işgal eden İspanyollar, altından yapılmış tapınakları yağmalayıp götürdü. Bir kısmını bu gördüğünüz kiliselerde kullandı.” Nedense çok fazla yüklenmedi İspanyollara. Sanırım içine attı bir kısmını.

SÖMÜRGE HAYATLARIN DRAMI

Şehrin sokaklarını dolaştıkça, turizmden başka gelirlerinin olmadığını anlıyorsunuz. 500 bin insanın yaşadığı Cuzco'da halkın %80'i turizm sektöründe çalışıyor. Her şey turistik aktiviteye dönüşmüş. Bu nedenle çok pahalı bir şehir. Sokaklarda ellerinde yerel ürünler, herkes bir şeyler satmaya çalışıyor. Bir zamanlar altından yapılmış şehirleri varmış bu insanların düşünün.

Tarihi ve çok güzel olmasına rağmen, Cuzco başkent değil. Rehbere sordum hemen: “İspanyollar denize yakın olduğu için Limayı başkent yaptı. İspanyol gemileri daha rahat gelsin diye” dedi. Nasıl ama?

Sömürge olmuş, köleleştirilmiş milletlerin hayatları başka türlü olur. Afrika'da, Asya'da bir zamanlar sömürge olan ülkelerin tamamında aynı şeyi gördüm. Özgüvenlerini kaybetmiş, kimliklerini yitirmiş, hayatları karmaşık ve mutsuz hale gelmiş hepsinin.

Malezya'dan, Peru'ya kadar, tüm sömürgeleştirilen ülkelerde ilk yapılan şey dillerini, dinlerini ve kültürlerini yasaklamak ve değiştirmek olmuş. Bunun neden olduğu travmaların kuşaktan kuşağa, bugüne kadar devam edip geldiğini hepimiz görüyoruz.

Bu nedenle sömürge olmamış toplumlarla, sömürgeleştirilmiş toplumlar arasında, iki yüz yıl geçse bile farklar görürsünüz.

MACHU PİCCHU EFSANESİ

Dünyanın 7 harikasından biri olan, efsane Machu Picchu bölgesi aynı zamanda benim yürüyüş parkurum. Orası Cuzço'dan daha çok İnka medeniyetlerinin izlerini ve yapılarını barındırıyor. Çünkü İspanyollar, dağların arasında olan bu yere ulaşıp, tam olarak talan edememiş.

Siz bu yazıyı okuduğunuz esnada, ben o dağlarda yürüyor olacağım. Başka bir yazıda da orayı anlatırım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Kemal Öztürk Arşivi