Yusuf Kaplan

Yusuf Kaplan

Çifte vesayet düzeni sona erdirilmedikçe...

Çifte vesayet düzeni sona erdirilmedikçe...

Türkiye'de iki vesayet düzeni hâkim iki asırdır.

Birincisi, bürokratik vesayet düzeni.

İkincisi de, kültürel vesayet düzeni.

Türkiye fiilen Batılılar tarafından sömürgeleştirilemedi ama zihnen Batıcılar tarafından sömürgeleştirildi.

Bürokratik vesayet düzeni, devleti, milletin elinden aldı.

Kültürel vesayet düzeni de, milleti zihnen teslim aldı.

Çifte kuşatma bu: Tavandan bürokratik vesayet sistemiyle, tabandan kültürel / zihnî vesayet düzeniyle Türkiye kuşatıldı.

Artık şu kesin: Bu çifte kuşatma yarılmadıkça, Türkiye düzlüğe çıkamaz, kendi geleceğini kendi elleriyle kuramaz!

İKİ ASIRLIK BÜROKRATİK VESAYETİN KISA HİKÂYESİ...

Batılıların modernlikle birlikte geliştirdikleri meydan okuma, bir yandan bilim, düşünce ve siyasette önemli devrimlerin gerçekleştirilmesine imkânsız tanıdı ama öte yandan da bütün medeniyetlerin kökünün kazanmasıyla ya da hadım edilmesiyle sonuçlandı.

Bize anlatılan modernlik tarihi, büyülü ve efsanevî bir tarih: Batılıların, bilim, düşünce, sanat, siyaset ve iktisatta gerçekleştirdikleri atılımları yücelte yücelte bitiremeyen bir tarih.

Oysa bu, madalyonun yalnızca bir yüzü.

Madalyonun öteki yüzü, yüzkızartıcı işgaller, sömürüler, yıkımlar tarihi.

Modern bilim, kapitalizmin azmanlaşmasına yol açtı. Daha da vahimi, modern bilim, dinin yerine yerleştirildi ve kurtuluş kaynağı olarak görüldü.

Bunun ontolojik bir cinayet olduğu Batı'da en az yüzyıl öncesinde anlaşıldı. Bilim putlaştırıldı. Tanrı fikri yok edildi, hakikat yitirildi, tabiat delik deşik edildi.

Nietzsche, yalnızca Hıristiyanlığa değil “bilim kilisesi"ne, bilimin “laik bir din"e dönüştürülmesine de ateş püskürdü.

Arkasından gelen devâsâ literatürü konuşmaya bile gerek yok.

Ama Türkiye'de, bilim, hâlâ neredeyse bütün kesimlerin en büyük putu.

Türkiye'de, Batı efsanesi, bütün putlarıyla varlığını sürdürüyor hâlâ!

Celladına âşık olmak böyle bir şey galiba!

Oysa Batılıların modernlikle birlikte geliştirdikleri saldırıdan biz de nasibimizi aldık. Osmanlı'nın Batı'da yaşanan gelişmelere büsbütün kayıtsız kalmasını beklemek, körkütük bilim düşmanlığı yapmak, benim yapacağım bir şey olamaz elbette.

Ama Batılıların gücü putlaştırmaları, bütün medeniyetlere karşı bir saldırı geliştirmelerine yetti. Bunu göreceğiz. Bunu göremezsek hiçbir şeyi göremeyiz.

Osmanlı, Batılıların saldırısına direndi; ama sonunda toprak kaybetmeye başlayınca, kendine olan güvenini yitirdi.

FELÂKETTEN VESAYETE, VESAYETTEN FELÂKETE...

İşte ne olduysa bundan sonra oldu: Alelacele Batı'dan hazır reçeteler almaya koyuldu. Sonuç, felâket oldu kaçınılmaz olarak.

Islahat ve Tanzimat Fermanlarıyla giriştiğimiz reformlar, sonunda Osmanlı devletini yarı-vesayet hâline getirdi.

Gerisi, hepimizin bildiği bir trajedi: Osmanlı tarihten silindi.

Bu kez, özellikle II. Meşrûtiyet darbesiyle birlikte, devlet, milletin elinden alındı adım adım; sonrasında yüzyıldır da milletin varlık nedenini oluşturan, bizim bin yıl dünya tarihini yapmamıza imkân tanıyan medeniyet ruhumuz ve dinamiklerimiz inkâr edildi.

Böylelikle, devlet, İslâm'dan arındırıldı. Millet, tepeden “adam edilmeye", dönüştürülmeye çalışıldı...

Bürokratik bir oligarşi kuruldu. Devletin bütün kurumları, milletin ruh köklerini kurutacak bir işlev görmeye başladı: Eğitim sistemi seküler, pozitivist bir temele oturtuldu. Fikir, kültür ve sanat hayatı, İslâmî temellerden arındırıldı. Batılılaşmış ve kendi kültürüne yabancılaşmış, celladına âşık bir entelijansiya icat edildi.

Böylelikle kültürel vesayet de tamamlanmış oldu. Batılılar tarafından dışardan fiilen sömürgeleştirilemeyen bu ülke içerden zihnen sömürgeleştirildi...

Sonuçta, medeniyet dinamiklerini ve ruh köklerini yitiren kuşaklar, dünyaya bilim, düşünce ve sanatta hiç bir şey veremedi; Batı'da üretilen ürünleri burada taklit etmekle ve tepe tepe tüketmekle yetindi!

Oysa kendi ruh köklerinden beslenemeyen hiç bir bilim, düşünce ve sanat oluşumu, dünyaya ön açacak, öncülük yapacak büyük işlere imza atamazdı.

ÇİFTE KUŞATMA YARILACAK... TARİHÎ YOLCULUĞA YENİDEN ÇIKILACAK...

İşte bu çifte kuşatmanın yarılması kaçınılmazdı.

Adım adım hayata geçirilen bu çifte kuşatma iki asırdır, bu toplumun ruh köklerini kuruttu, tarih şuurunu yerle bir etti, özgüvenini yok etti.

Ama artık sona gelindi: Türkiye, ya bu kuşatmayı yarayacak er ya da geç; ya da -Allah korusun ama- yok olmaktan kurtulamayacak...

İşte Menderes'ten itibaren bu toplum adım adım, düşe kalka ama her zaman sürekli mesafe alarak bu kuşatmayı yarma mücadelesiveriyor...

Kuşatmanın şimdilik bürokratik vesayet ayağını yarmaya ramak kalmış durumdayız. 16 Nisan, bu açıdan milat olacak inşallah.

Sonrasında zihnî / kültürel kuşatmanın yarılması yolculuğuna soyunacağız...

Hedefimiz şu olmalı sonraki süreçte: Ne yapıp edip 10 yılda 100 yılın tohumlarını ekmek ve yeniden Gazâlî'ler, Yunus'lar, Mevlânâ'lar, Sinan'lar, Itrî'ler yetiştirecek uzun ve zorlu bir yeniden-inşa yolculuğuna başlamak...

Artık kritik eşik aşılmak üzere...

Bürokratik vesayetin aşılması, vartanın atlatılması ve kritik eşiğin aşılması anlamına gelecek...

Allah (cc) bu topluma yardımını esirgemesin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yusuf Kaplan Arşivi