Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Dil Kapısı’ndan gurbete giden şairime…

Dil Kapısı’ndan gurbete giden şairime…

Kalbimin şairinden bir kelimecik dahi dil yâresi görmedim. Batı gurbetine çıkarken yüreğindeki azığı kâfidir diye azığına azık katmadım. Kanatlarından tutmadım uçmadan; yüreğine sokulmadım.

Dilimin bilicisi şairimin gurbete çıkacağı söylendiğinde mezara götürüyorlarmış gibi yüreğim daralmıştı. Zayıflık alâmeti göstermek ehl-i dilden değildir diye “Allah layıkını versin…” deyip, derûnumdaki sözü söylememiştim.

Dostperest bir yürekten beklemediği bir ifadeydi bu. İş işten geçmişti; şairim yüreğimi yakıp geçen dil makamından kelimeler düşmüştü dosthânemdeki takvim yaprağına:

“Uyruksuz bir adam, hünkâra dermana geldi. Hünkârın divanı tenha ve cevapsız. Efendim, dosthânenize bir damla yaş bırakmaya gelmiş idim; bir damla aşk, bir damla şiir. Derûnunuzda hep böyle kalmak isterim. Haklısınız ‘Allah layığım neyse onu verecek. ‘Hâli mâlumumdur’ demenizi bekler idim. Neyse ki dosttan gelen her söz kalbimin gıdasıdır. Köseğinizi attığınız, köseğinizin ucunda ben varım farzediniz. Efendim yüreğimin yanında olması için duâ buyurunuz.”

Gurbette pişmeye çıkmadığı zamanlarda şairimle Dil Kapısı’nda buluşur, âmak-ı dilin sarhoşluğunu yaşardık. Derûnuma dair kelimeler devşirdiği Dil Kapısı’na bir mâbede girer gibi girerdik. “Dil var dilde dilden içeri” deyince şairim, dil makamından söyleyince türkülerini, iksirli kelimelerden meydana getirince şiirlerini, o vakitten beridir onunla dildaş olmuş ve şöyle demiştim: “Bundan böyle kalbimin şair-i âzamısın…”

Şairimin dili çevik ve gönül alıcıydı. Herkesten çabuk davranır, gönül evinde demlenmiş kelimeler kanatlandırırdı yüreğime doğru:                                                    

“Efendim, kûy-ı diğergamınızda eğleşmeye geldim. Hürmetli, muhabbetli, celâdetli nazarınızın önünde diz çöküp, boyun kırıp susmaya geldim. Amma ki bahtsızın payına yüreğinizin sıcağıyla ılımış bir bardak suyunuz düştü; mürekkebi gönülsüz kaleminiz düştü. Gerçi ne gam! Dostun mübarek parmaklarının ellediği kalem de bize yeter. Amma ki gönül kârda gezer; cemâlin görmek ister. Ya nasip!”

Şairimin kalbi sükûn, dili yeğindi Dil Kapısı’nda. Gurbet çekip götürmüştü.Yoksa takvim yaprağına düşer miydi gönlüme sürur veren şu ifadeleri:

“Kıyında dinlenmeye geldim. Lâkin bahr-i hurûcun sükûnetine emniyet ne dalgınlık. Bilmem ki kaçıncı defadır sohbet-i şekerpârenizden mahrum kalıyorum? Bilmem ki baran yerine dürr ü güher yağsa semadan benim bu talihsiz serime bir katresi düşer mi? Benim, kûy-ı hazine ü zıllü âlinize seyr hâlinde olduğumu haber alıp, tedbir mi eylemektesiniz? Benimbu nîmşâki kalbim bermurad olmayacak mı?”                                                                     

ŞAİRİMİN GURBETİ HAKKINDADIR 

Gurbet âfeti Batıya savururken şairimi; bu kez de Kahire’ye düşürmüş, aşksız, cezbesiz kalabalıkların arasında gurbet üstü gurbet çekmeye gitmişti. Gurbeti sorulduğunda şöyle demiştim: “Şairimin gurbet çilesi sahih olup, hâli malûmumdur. Yüreğinin bir ucu bu fakirdedir, gönlü emniyette olsun.”

O vakit şairimin canına can gelmiş, Kahire’de tek kişilik divanını kurmuş, türkülerini söylemeye ve dil makamından şiirlerini yazmaya başlamıştı: “Gurbetin odasında yatmayan / Ne bilir günlerin upuzun / Ve fakat ömrün kısa olduğun / Dilini ateşte tutmayan / canıyla atladığı her gölgenin içinden / Nasıl düşer kuyulara, ne bilir insan / Kaçarken yalnızlığın köpeklerinden.”

Şairim gurbetin kazanında öyle pişiyordu ki yüreğinin avazlarını kalp kulağımla duymuş ve “yanmaya devam şairim” demiştim. Şairimin gurbeti bir karayel gibi kalbinden girip dilinden çıkıyordu: “Baş / Aşağı / Gün dönüyor / Dökünüp üstünü başını / Döküp tafrasını aklın / Dönüyor kalbim / Düşürüyor önüme başımı / Başım dönüyor…”

Gurbetin çöllerinde bu hâl üzere çile çekiyorken gıyabında şöyle demiştim: “Acıdan yanarak, yanarak acıdan hemhâl olsun gurbetiyle.”  Söylediklerimi kalp kulağıyla duymuş ve sitem oklarını fırlatmıştı yüreğime:

“Huzurunda dökülüp kaldığım künyesiz mevlevî, bâdesiz pir / Yaralı ıslığıyla çölünde yol alan derviş / Dostperest fedai / Başımızı kitaplardan kaldırıp gözlerimizi birbirine değdirseydik / Hayatın kendine devrilen bir tesbih olduğunu anlar mıydık?”

Şairim, gurbet insana neler eder, insan gurbette aynı mıdır? Kalbine düşen her sızıyı yazıyordu: “Demek ki neymiş... / Giderek hayatın darası düşüyormuş / Düşüyormuş kanatlarımızda rüya kuşları / Kolkola ve yalnızız (sınız) / Demek ki yüzümüzün hesabını / Verecek zamana gelmişiz / Bilesin ki ayrılıklar hayatın arası değildir / Demek ki tamamlanmış bir insan, bir şey de yokmuş / Varsa tamamlanmış olan elma desin çıksın ortaya / Varsa elini değdiren yok bir insana / armut desin çıksın ortaya.”

Gurbete çıktığından bu yana bir kelime dahi göndermeyişime içerlemişti şairim. Dahası, müzevvir dostlar, fakirin ağzından çıkmış gibi “Gurbetine kendi rızası ile çıktı, Batı gurbetine giden gelmez…” şeklinde sözler uçurmuşlardı. Şairimden cevap gelmişti celâlli ve yüreklice:

“Aleyhimde konuşman için tâ çöllere geldim / Fakat bildiğin husustur ki / kendi içindeki gurbete giden dönmez de / yâdellere giden döner gelir / O yüzden bağlamı izah edilebilir sözler edesin / Hangimiz evimizden çıktığımız gibi dönebiliriz ki evimize? / Hangi göç vardır ki pusuya yatan hatıralar bırakmasın içimizde? / Hangi gidiş vardır dönüş atının ayağının birini sektirmesin? / Fakat hiç göçmeyen de ne bilsin aynanın nasıl kırıldığını, insanın israilini, değil mi dost? / Askere gidene mektup var da, ta Mısır çöllerine gidene bir selâm da mı yok?”

Bu “nâlelerini” okuduktan sonra vecde geçip, kalbimin turnaları ile onu ciğergâh edecek şu kelimeleri yollamıştım: “Haklısın, yanıyorsun gurbette; fakir de haklı, yanıyorum burada. Biri diğerine vâsıl olmalı. Kim, ne zaman?”

Şairimin yüreği tâlimli, dili şahbaz; kalp kulağıyla işitmiş yine: “Dost, sen bana bak, ben sana. Sonra yüzümüzü kime dönelim? Biliyorsun değil mi?”

ŞAİRİMİN DİLİNE TESLİM OLDUĞUM HAKKINDADIR

Derûnumdakileri bilip mısralara çeken şair! Şiirlerine andolsun ki Dil Kapı’sında bekleyeceğim hep. Gurbet çilen tamam olunca döneceğini ve dosthânemdeki takvim yaprağına mâruzatını yazacağını söylüyor kalbim.

Kalbinizin turnalarıyla yolladığınız kelimeler birer dilâsâ idi. Anladım seni şairim. Nahâk yere gurbet çilenden beri durmuşum. Yandığını ve yüzünü bu Dil Kapısı’na döndüğünü aynel yakîn biliyorum. Hâlin malûmumdur. Eyvallah şairim eyvallah!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi