Mehmet Ocaktan

Mehmet Ocaktan

Kimbilir belki de ‘kaçmak’ sevimli  bir deliliktir

Kimbilir belki de ‘kaçmak’ sevimli  bir deliliktir

Delilik sandığınız şeyin sadece duyuların keskinleşmesi olduğunu söylememiş miydim ben size?”

Edgar Allan Poe

Bazı geceler baş ucu şairlerimin kitaplarını üst üste koyup gün ağarıncaya dek şiir okumayı, yaşadığım dünyadan kaçmanın en kestirme yolu olarak görüyorum. Meramımı belki başka türlü de ifade edebilirdim, muhtemelen ‘kaçmak’ kelimesi bir zayıflık göstergesi olarak görülecektir. Her şeye rağmen bu ifadeyi bilinçli olarak seçtiğimi belirtmem gerekiyor.

***

Zira öylesine acımasız bir dünyada yaşıyoruz ki, zaman zaman şiirin limanlarına sığınmak insana iyi geliyor. Kim bilir belki insanların toptan çıldırdığı bir dünyada ‘kaçmak’ kahramanca bir eylemdir...

Kim nasıl anlar, “Korktu kaçıyor mu” der, doğrusu hiç umrumda değil, zira çıldırmaya niyetim yok. Nasıl olsa herkes bu halinden oldukça memnun. Bir dipnot olarak düşmek gerekirse, her ne kadar semantik düzlemde bir akrabalıkları olsa da bu çıldırmışlık halini ‘delilik’le aynı bağlamda kullanmıyorum.

Bu yüzden de gecenin en verimli saatlerinde önce Nedim, Fuzuli ve Şeyh Galip’le başlayıp sırasıyla Yahya Kemal, Haşim, Tanpınar, Necip Fazıl, Orhan Veli, Sezai Karakoç, Cemal Süreya, Ülkü Tamer, İlhan Berk, Ece Ayhan, Gülten Akın, Attila İlhan, Cahit Zarifoğlu, İsmet Özel, Süreyya Berfe, Ebubekir Eroğlu, Enis Batur gibi baş ucu şairlerimi okuyup bir süreliğine de olsa başka bir dünyada ve başka bir iklimde yaşıyorum.

Aslında biliyorum ki bu ‘kaçma’ denemelerinin hiçbiri günümüz insanının yaşadığı çaresizlik konusunda bir çözüm üretmeyecek. Benimkisi Erasmus’un ‘Deliliğe övgü’sündeki labirente benziyor. Bilindiği gibi Erasmus deliliği önce överek yerer, sonra da yererek över. Çünkü Erasmus’un yerdiği sıradan delilik, yani insana göre deliliktir; övdüğü ise kutlu delilik, yani Tanrı katında kutsal olan deliliktir. Kutlu delilik ise özünde hakiki bir bilgelik içerir.

Galiba şiir ikliminde delilikle hikmet arasında gidiş-gelişlerde ruhsal yüklemelerin daha da yoğun olması için ağır tonda klasik Batı müziğine şiddetle ihtiyaç var. Benim bu konuda tercihim hiç kuşkusuz Mahler... Tamamen kişisel bir bakış açısıyla ifade etmek gerekirse, açıkçası Mahler’i dinlerken kararan bir dünyanın içinde ruhumda açılımlar getirdiğini hissediyorum.

***

Enis Batur‘Issız dönme dolap’ kitabında Mahler’le ilgili diyor ki: “Her besteci için tek bir sıfat seçecek olsam bunu başarabilir miydi, sanmıyorum, ama Mahler için duraksamaksızın ‘ağır’ı kullanırdım: Kundera’nın ‘hafif’e yüklediklerinin tıpatıp aynısını ters çevirerek. Onu dinlerken, gözümün önünde, belli belirsiz akan bir kan ırmağı canlanıyor: Kalın, koyu plazma. Ondokuzuncu yıl onunla kapanıyor (müziğin Cezanne’ı), XX. Yüzyıl Stravinski’yle başlıyor (müziğin Picasso’su). Ağdalaşmış bir Beethoven-Wagner karması alaşımı.”

Öyle zamanlar olur ki şiirin ve müziğin güvenli limanına sığınmak ya da bir başka deyişle yaşadığımız hayatın zalimliğinden kaçmak belki de sevimli bir deliliğe tutulma halidir. Tıpkı Horatius’un şiirindeki “Sevimli deliliğe tutulmuş değil miyim?” dizesinde olduğu gibi...

Kim bilir belki de Halil Cibran’ın ifadesiyle maskelerimizi çıkardığımızda gerçek anlamda güvenliğe ve özgürlüğe kavuşuruz: “Deliliğimde hem özgürlüğü hem güvenliği buldum; yalnızlığın özgürlüğünü ve anlaşılmazlığın güvenliğini, bizi anlayanlar bizden bir şeyleri tutsak ederler çünkü.”

Dileyelim ki dünyamız delisiz kalmasın! Zira delilik, içimizde gizlenen, zaman zaman kendini gösterip kaçan bir dosttur belki de...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet Ocaktan Arşivi