Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

İsmail bayramı

İsmail bayramı

 

 

 

“Kalpten itaat, teslimiyet ve tevekkül” demektir Hz. İsmail. Fıtratından ve sîretinden dolayı verilmiş bu sıfatlar ona. Boynundaki bıçağa rağmen babası Hz. İbrahim’e itaati ilahî emre sadakatin ilk numunesidir. Saffat sûresi / 37. âyetinde “İsmail, uslu çocuk, teslim olan, sözüne sâdık” olarak tavsif edilir.

Hz. Peygamberimizin “Ben iki kurbanlığın oğluyum” diyerek (ikincisi babası Abdullah’tır) onunla iftihar etmesi, Kâbe’nin inşasında babasıyla çalışması, kurban vak’asındaki teslimiyeti Müslümanlar arasında hususî bir Hz. İsmail sevgisi oluşturmuştur.

Resullar Resulü Efendimiz’in, ümmetini “Ey İsmail oğulları, ok atınız; babanız da ok atıcı idi” diyerek teşvik buyurması, Kıssa edebiyatımızda yer aldığı üzere farklı mezhep ve anlayışa sahip Müslüman toplumlarda Ali ismine olduğu gibi İsmail ismine de menkıbevi bir yakınlık duygusu hâsıl ettiğini okuyan herkes bilir.

İSMAİL TERBİYESİ

Hz. İsmail’in, annesine ve babasına itaatinin Müslümanların diline “İsmail terbiyesi ve teslimiyeti” olarak girdiğini bilmeyenimiz yok. Bundandır ki Anadolu’da İsmail ismine çokça rastlarız. İrfanımızda kurbanın yahut kurban olmanın remzi olarak kabul edilir. Tasavvufta “mutmainne” mertebesinde olan ve kendilerini Allah yoluna adayan dervişlere İsmail veya kurban denilmesi bundandır.

İsmail’deki terbiye ve teslimiyet o kadar ulvidir ki, Kâbe’nin inşâsı sırasında taş getirerek yardım ettiği babasının, “Ey İsmail! Daha iyi bir taş getir ki hacılara işâret olsun” diye buyurması üzerine Ebu Kubeys Dağı’na yönelir. Bu dağdan “Cebrail Âleyhisselâm tufanda bana bir taş emanet etti, gel onu al” diye bir ses işitir. Taşı alıp Kâbe’deki yerine yerleştirir. Hacerü’l Esved taşıdır bu…

O ândan itibaren ilahî âlemin dilini anlayan bir oğul olur. Anne ve babasının kalbine giren şeytanın ardından yedi taş atarak kovan, dikenli ağaçlardan meyveler bitiren, kısır koyunların memelerinden süt akıtan ve kumları un hâline getiren bir nebiliğe ulaşır.

Kurban ve İsmail, mazmun ve ıstılah olarak nice beyit ve kıssalara girmiştir. Bu irfanımızdan dolayıdır ki Kurban Bayramı’na İsmail Bayramı da deriz. Osmanlı asırlarında milletimizin sözlü ve yazılı kültüründe çokça bulunan manzum ve mensur “Kıssa-i İsmâil” ler vardır: “İbrahim geldi buyurdu Hâcer’e / İsmâil’in yıkayıp saçın tara / Donların yu hem ellerin kınala.”

Ehli bilse de, İsmail Kıssa’sından bir bölüm ham ervahın gönlünü ulvi saadet zamanlarına bağlayabilir. Hz. Hacer, Mekke’de İsmail’i emzirir. Tuluktaki su bitmiştir. Susayınca sütü kesilir. Oğul İsmail de susar. Hz. Hacer, Safa ile Merve tepeleri arasında yedi kez koşarak su ararken Cebrâil Âleyhisselâm zuhur eder ve ona her şeyin hayırlı olacağını söyler. Oğlunun yanına geldiğinde, İsmail’in, ayağıyla toprağı eşelediğini ve oradan su çıkmaya başladığını görür. Bu su o gün bugündür akmaya devam eder.

O gün bugündür İsmail’in bulduğu suya, “Zemzem” denir. Ortaya çıkmasına sebep oluşu dolayısıyla zemzem kuyusuna “Bi’r-i İsmâil”, yâni İsmail kuyusu denir. Bu mübarek su’dan dolayı Mekke tenha ve bereketsiz bir yer iken, bolluğun ve bereketin diyarı hâline gelir.

Ah, İsmail, “müjdelenen çocuk!” Ruhunu kaybetmiş zamanımızın ne kadar ihtiyacı var senin gibi kurban İsmaillere.

-----------------------------------------

ARAKAN MÜSLÜMANLARI İÇİN BİR SAYHADA MI KOPARAMAYIZ?

 

Garib, yoksul ve sahipsiz Arakanlı Müslümanlar ah!

Küçüldüğümüz ve ihtişamımızı kaybettiğimiz Cumhuriyet devrinin, üç kıta yedi iklime hükmünü geçiren Devlet-i Ali-i Osman Türkleri gibi gücü yok. Size mahcubuz. Bir hıçkırık, bir öfke, bir duâ elbet var dilimizde. Fakat size yâr olur mu bilemeyiz.

Bu sızılar içindeyken, şair Memduh Atalay dostumuz yüreğinden kopup gelen Müslümanca bir çığlıkla herkesi Arakan Müslümanlarının katliamına duyarlı olmaya dâvet ediyor:

“Bir günde üç bin kişinin öldürüldüğü Arakan, iki sanatçının ölümü kadar gündemi meşgul etmiyor. Güya Tanrıya ulaşmak için riyazetle, terki dünya ile nefis terbiyesi yapan bir felsefik din olan Budizm (!) Müslümanlara gelince adeta bir ölüm makinesi kesiliyor. Ve bizim bazı kaynak eserlerimizde Budizm şöyle anlatılıyor: ‘Budizm, psikoloji ve felsefeyi de kapsayan bir dindir. Denilebililir ki, aynı zamanda huzur ve barış içinde yaşanabilecek bir hayat biçimidir. Refah, doyum ve verimlilik biçimidir. Budizm, acıyı bilgelikle dőnüştürerek, acıdan kurtuluş yoludur.’ Görülüyor ki mesele Müslüman olduğunda en pasif anlayışa sahip olanlar da katil bir domuz oluyor. Ve bu zulümler sorumsuz, mezhepçi, dünya ve teknoloji düşkünü İslam dünyasının ayrılığından, şuursuzluğundan kuvvet buluyor. Hazreti Ali Efendimiz buyur ki : ‘Bir zulmü durduramazsanız onu duyurun.’ Bu satırların yazarı gibi milyonlarca insan duyurmanın ötesinde de çağırıldığında her göreve hazır bir öfke taşımaktadır!”

 

Yüreğimizdeki sayhaya tercüman olan bu satırların ardından, İsmail Göktürk dostumuz da “Harakani hazretleri buyurmuş ki, ‘Türkistan’dan Şam’a kadar olan sahada bir din kardeşimin par­mağına batan diken, benim parmağıma batmıştır; birinin ayağına çarpan taş, benim ayağımı acıtmıştır. Bir kalpte hüzün varsa, o kalp benim kalbimdir.’ Biz bu hissiyattayız.” diye yazmış.

Arakanlı Müslüman kardeşlerimizin Allah (c.c.) yâr ve yardımcıları olsun.

--------------------------------------

DOSTÂNE BİR FİSKE

 

Ömer Lekesiz, 29 ağustos 2017 tarihli Yeni Şafak gazetesindeki yazısında kurbanla ilgili düşünce ve hâtırasını anlatırken, cümlelerinin arasına, ecnebi bir lastik markası mı veya bir ilâç bir firmasının adı mı, ne idüğü belirsiz “spontane” diye ucube bir kelimeyi sıkıştırıvermiş ve gelenekli mevzu ve dile sahip yazısını da öldürmüş. Bu elim dil vak’asına kurban giden cümle şöyle:

“Merhume Annem, çocukları olarak ona ‘ana’ diye seslendiğimizde, spontane bir şekilde ‘anan kurban olsun yavrum, söyle’ diye karşılık verirdi.”

 

“Kendiliğinden” veya “içine doğduğu gibi…” demek zor muydu? Böyle bir yazının ruh ve mevzuuna uzay kadar uzak bir kelimenin ne işi var? Solcu, Kemalist, Batıcı ve Ataç’cı aydınların, yazılarına Fransızca, İngilizce kelimeler yerleştirme hastalığını biliyoruz. Müslümanca yazanlara nasıl bulaşıyor bu hastalık? Hâsıl-ı kelâm, o misilli yazı bir ecnebi kelime yüzünden ziyan oldu gitti.

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi