Aydın Ünal

Aydın Ünal

Li Beyrut

Li Beyrut

Li Beyrut…

Beyrut’a…

Kalpten selam olsun Beyrut’a.

Denizine ve evlerine de öpücükler…

Eski bir denizcinin yüzünü andıran taşlarına da

Beyrut’un olsun artık; külden bir zafer Beyrut’un olsun.

Elleri üzerinde taşıdığı bir çocuğun kanıyla

Şehrim, ışıklarını söndürdü, kapılarını kapattı,

Gökyüzünde geceyle yapayalnız kaldı…

Lübnanlı ünlü sanatçı Feyruz’un şehirle özdeşleşen bu şarkısı kimi zaman Beyrut’a bir mersiye, kimi zaman da ağıttır.

“Beyrut’ta bir sabah kalktık, bütün silahlar susmuştu. Kim kazandı, kim kaybetti hiç anlayamadık. Bu kadar kan niye aktı, onu da anlayamadık” diyor bir Beyrutlu…

Aslında hem Beyrut, hem de Beyrutlu, sorgulamayı çoktan bırakmış. Akdeniz’in nazlı kızı Beyrut, bütün yangınlarına, yıkıntılarına, küllerine rağmen, her nasıl oluyorsa, dünya şehirleri arasında en kibirli şehir olma unvanını hiç kaybetmemiş. Ne Paris, ne Londra, ve hatta ne de İstanbul, kendini beğenmişlikte Beyrut’un eline su dökemez.

Beyrut’un kibri, umursamazlığından geliyor; Beyrut’u bu kadar umursamaz yapan ise savaşı barış kadar içselleştirmesi olsa gerek.

Beyrut’ta kimileri elleri tetikte bekliyor. Beyrutlu da, silahlar patlamaya başladığı anda gitmeyi, silahlar susunca dönüp Beyrut’u yeniden ve eskisinden güzel inşa etmeyi artık bir alışkanlığa, hatta bir sanata, bir yaşam tarzına çevirmiş.

Bin yıldır, Osmanlı hâkimiyetinin olduğu dönem hariç, savaşıyor Beyrut. Nasıl kibirli olmasın? Görmediği savaşçı var mı? Baudoin, sonra Nurettin Zengi, sonra Selahattin Eyyubi, Arslan Yürekli Rişar, Conrad, Hülagü’nün askerleri, Baybars, Kalavun… En son, Yavuz Sultan Selim’in askerleri…

Beyrut çok kan, çok ölüm gördü. En hazinlerinden biri de, Yüzyılın başındaki açlıktı. Her sabah çöpçüler sokaklarından ceset topluyordu. Cemal Paşa, Kudüs’ü bırakıp geldiği Beyrut’ta, karargâhı Serail’de, idam fermanlarını imzalıyordu.

Cemal Paşa’yı, onun şahsında Osmanlı’yı uğurlarken, savaşın da bittiğini sanıyordu Beyrut; oysa her şey yeni başladı.

İsrail zulmünden kaçan yüzbinlerce Filistinli Beyrut’a sığındı. 13 Nisan 1975’te, Filistinli mültecileri taşıyan otobüse Falanjistler saldırdı. Dürzi milisler, Falanjistler, Şii Emel Örgütü, Hizbullah, FKÖ, Emin Cemayel, Nebih Berri, Velid Canbolat, Ebu Nidal, Yaser Arafat ve daha nice isim haber bültenleri aracılığıyla çocukluk hafızamıza kazındı. Sabra ve Şatilla’da İsrail’in denetiminde, Falanjist soykırımda, bugün bile sayısını tam bilemediğimiz Filistinli şehit edildi. İç savaşta 150 bin kişi öldü, 1 milyon kişi Lübnan’ı terketti.

Kimsenin kazanmadığı, kimsenin de kaybetmediği iç savaş sona erince Beyrutlular ülkelerine döndüler. Hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam ettiler. Ne suikastler, ne patlayan bombalar, ne İsrail saldırıları rahatsız etmez oldu Beyrut’un uçarı sakinlerini. Delik deşik olmuş binaların, yıkıntıların, küllerin arasına kumarhaneler, bankalar inşa ettiler. Her an yeniden patlayabilecek savaşa karşı bulabildikleri ilk ülkeden vatandaşlık aldılar. Bitmeyen eğlenceler, sonu gelmeyen nağmeler, kaygısızlık, umursamazlık içinde gerilime meydan okudular, gerilimle alay ettiler.

İçerdeki mahallelerde, Suriyeli ve Filistinli kamplarında sefalet değişmez ve hiç değişmeyecekmiş gibi duran hayat tarzına dönüşürken, eli silahlı siviller polis ve askeri mahallelere almazken, Ermeni ve Mardinli Türkler arasında, Hristiyan-Müslüman, Sünni-Şii arasında barut ile ateş birbirine kur yaparken, Akdeniz sahillerinde 15 milyon dolara satılar rezidanslar yükseldi, dünyada eşi benzeri olmayan lüks arabalar, lüks yatlar Beyrut’un Akdeniz’e yansıyan yüzü oldu. Dünyanın bu en tehlikeli şehri, Arap ülkelerinden, Avrupa’dan, Amerika’dan turistleri cezbetti. Arapça tabelalar, Arapça konuşanlar, Fransızcanın, İngilizcenin tahakkümüne tam teslim oldu.

Beyrut bir Osmanlı şehri, Beyrut bir Türk şehri. Beyrut, Ortadoğu’daki tüm çatışmaları, anlaşmazlıkları, çekememezlikleri, rekabeti o küçücük sınırlarına sığdırabilmiş, Ortadoğu’nun Arap şehri. Beyrut, Lübnanlılar kadar, Filistinlilerin, Suriyelilerin, Dürzilerin, Hristiyanların, Ermenilerin, Şiilerin şehri. Beyrut, kimi zaman uyuşturucu gibi bağımlılık yapan şehir, kimi zaman ise gidemeyenlerin şehri. Beyrut, Ortadoğu’nun en batısında Batı’nın, Akdeniz’in en doğusunda Doğu’nun şehri. 

Beyrut’u, Beyrutlu şair Nizar Kabbani’den daha iyi kim anlatabilir ki?

“Ben Beyrut: yüzüklerini, bileziklerini, gerdanlıklarını suda yitiren kraliçe. Akdeniz’in ayak altına düşen incisi. Ben Beyrut: Sizin mermi şeridiyle, tabutla, ölüm ilanıyla değiş tokuş ettiğiniz, hak etmediğiniz sevgi şiiri…”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Aydın Ünal Arşivi