İbrahim Karagül

İbrahim Karagül

Nedir bu yaygara? Türkiye’yi ‘İran tehdidi’nden Barzani mi koruyordu?

Nedir bu yaygara? Türkiye’yi ‘İran tehdidi’nden Barzani mi koruyordu?

Mesut Barzani’nin akılsızca oyununun kurbanı olmasını, Irak ordusunun Türkiye’nin tezleriyle de örtüşür biçimde Kuzey’e ilerlemesini, Barzani’nin işgal ettiği bölgeleri geri almasını, Türkiye’ninİdlib’e girmesini, Akdeniz’den İran sınırına uzatılan terör koridoru projesinin çökmesini hazmedemeyenler, şimdi de “İran kazandı Türkiye kaybetti” söylemiyle kamuoyunu zehirliyor.

Türkiye’nin kararlı duruşuna direnemeyenler, açıktan muhalefet edemeyenler, o çokuluslu senaryonun gizli destekçiliğini yapanlar yürütüyor bu kampanyayı. Onlara dikkat edin. Barzani istihbaratına, PYD kriptolarına dikkat edin. Çünkü bu söylemin, kampanyanın kaynağı o çevrelerdir, bu yeni bir muhalefet dilidir, Türkiye’yi körleştirme amacı taşımaktadır.

Kürtçülükle coştur, Şiilikle korkut planı

Bugüne kadar etnik milliyetçiliği onlar kullandı. Şimdi Şii’liği öne çıkararak mezhepçilik üzerinden aynı oyunu devam ettiriyorlar. Etnik kimliği de mezhep kimliğini de o çokuluslu hesaplar için kullanıyorlar. Arkadaki gerçek niyeti gizleyerek yeri geldiğinde Kürtçülük coşkusunu servis ediyor, yeri gelince Şiilik korkusunu pazarlıyorlar.

Bu söylemin arkasında terör koridoru aklı vardır. Bütün bölgeyi etnik ve mezhep çatışmalarına boğmaya dönük irade vardır. Coğrafyayı paramparça eden, şehirlerimizi harabeye çeviren, insanlarımıza birbirine boğazlatan Batılı istila projeleri vardır.

O büyük projeler altına gizlenen yerel arayışlar nasıl bütün ülkeleri, coğrafyayı tehdit ediyorsa, medya ve siyasiler üzerinden pazarlanan bu söylemler de bizi o kadar tehdit etmektedir. Dolayısıyla bu dil, etnik ve mezhep kimliğine dayalı ayrıştırma, kamplaştırma tamamen istila projeleriyle paralel yürütülmektedir.

Barzani kaybedince “Türkiye kaybetti” diye ortalığı ateşe verenler, bu istila projelerinin gizli pazarlamacılarıdır.

Erbil’de İsrail bayrağı değil,Türkiye bayrağı mı sallandı?

Neymiş İran gelmiş, Haşd-i Şabi gelmiş… Ne yani Türkiye’yi İran tehdidinden Barzani mi koruyordu? Şii tehdidinden Barzani mi koruyordu? Ortada bir tehdit olup olmadığına Barzani mi, PYD mi karar veriyor? Sınırlarımızın güvenliğini onlar mı sağlıyor?Referandumdan sonra Erbil sokaklarında İsrail bayrağı değil de Türkiye bayrağı mı dalgalandırıldı?

Bunlar ne zamandır Türkiye’nin güvenliğini, ülke bütünlüğünü, dış tehditlerini tanımlıyor? Ne zamandır Türkiye’yi savunuyor? Ne zamandır İran cephesinde yer alıyor? Yani bugüne kadar Türkiye’yi Barzani mi koruyordu? Adam kendini koruyamadı, birkaç saatte her şeyini kaybetti.. Onu bugüne kadar Türkiye korumadı mı? Türkiye elini çektiği anda ne hale geldi göremiyor musunuz?

ABD ve İsrail ile birlikte Türkiye’yi kuşatan kim?

Ne demek istiyorsunuz siz? Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyinden Türkiye’yi çevreleyenler kimler? ABD ve İsrail ile Türkiye’yi kuşatma altına alacak koridor için çalışan kimler? Parçalanmış Türkiye haritaları yayınlayanlar kimler? Bütün bunları etnik milliyetçilik söylemleriyle pazarlayan kimler?

Ne olacaktı? Türkiye hepsini seyredecek, kendine yönelen silahları görmeyecek, sınırlarının sıfır noktasında savaşa hazırlananlara bir şey demeyecek, Irak ve Suriye parçalandıktan sonra “Türkiye cephesi”açılmasını bekleyecekti, öyle mi? Bunu yapacak bir devlet var mı bu dünyada? Bu kadar hoşgörülü bir millet var mı? Bu kadar savunmasını ihmal edecek bir ülke var mı? Birileri Batılı orduları yardıma, istilaya çağırırken suskun duracak kimse var mı?

PYD’yi açıktan savunamadığınız için, Barzani’nin kaybedişinin bedelini Türkiye’ye ödetmeye çalışıyorsunuz, “Sünni Barzani’ye karşı Şii Haşd-i Şabi” tezi ile kamuoyunu zehirliyorsunuz şimdi. Kirli bir propaganda yürütüyor, Türkiye kamuoyunu İran’a karşı kışkırtıyorsunuz.. Herkes bilsin, bu ülke bu oyunu yemez, yemeyecektir.

Büyük bir hesaplaşma bu: Etnik kimlikle alakası yok!

Şimdi açık konuşalım:

Kuzey Irak referandumu, ardından Irak ordusunun Türkiye sınırına doğru harekete geçmesi, Kerkük işgalini sona erdirmesi, Sincar’ı denetim altına alması, Barzani birliklerinin Erbil’e doğru çekilmesi, Haşd-i Şabi’nin Irak ordusuyla hareket etmesi, DEAŞ’ın ABD işgaline alan açması, PKK/PYD’nin Suriye’nin kuzeyini işgal etmesi, Barzani’nin ABD ve İsrail’in gazına gelmesi…

Bunların etnik kimlikle, mezhep kimliği ile alakası yoktur! Sadece bize böyle pazarlıyorlar. Bazılarımıza etnik milliyetçilikle, bazılarımıza Sünnilikle, bazılarımıza Şiilik’le savaşla pazarlıyorlar. Bizler, etnik ve mezhep kimliğine sıkıştırılmış bir bakış açısına mahkum ediliyoruz ve orada tuzağa düşüyoruz, orada kaybediyoruz.

Çok büyük bir devletler oyunu bu. Güçler hesaplaşması, harita savaşları...

İstilacı safındaysan düşmansın: İşte gerçek ayrışma burasıdır..

Birinci Dünya Savaşı sonrası en ağır istila projeleri uygulanıyor. Ülkeler tehdit altında, coğrafyanın tamamına yönelik saldırılar dalga dalga geliyor. Bu büyük hesaplaşmada bazıları istilacıların safında yer alıyor bazıları ona direniyor. Gerçek ayrışma buradadır.

Gerekçeniz ne olursa olsun, söyleminiz ister etnik milliyetçilik ister mezhepçilik olsun, o safta yer alıyorsanız coğrafyanın düşmanısınız, istilacılardansınız, dış tehditsiniz. Batılı istilaya, bölgesel parçalanmaya, bölge için savaşlara ve ayrışmalara karşı duruyorsanız, coğrafyanın yerlilerisiniz. Bu haldeyken kimse etnik kimliğinize, mezhep kimliğinize bakmaz, bakmamalı.

Dünya Savaşı ile bütün Batılı ordularla yüzleşmiş bir milletiz. Dört kıtada bedel ödemiş bir milletiz. Selçuklu’dan beri Anadolu’da bir milletin devamlılığını, devletler silsilesini sağlamış, tarih yapıcı rol üslenmiş bir milletiz. Bu bir siyasi kültürdür, bir birikimdir. En zor tarih aralıklarından sıyrılabilmenin yollarını bulabilmiş milletler, bu küçük, dar boğazlarda sıkışmaz, orada teslim olmaz. Tehlikenin ne olduğunu, nereden geldiğini, zor zamanlarda nasıl kararlar alınacağını bilir.

PKK/PYD’yi gizlice savun, Türkmenleri düşman ilan et!

Şimdi, tarihin keskin dönüşlerinden birini daha yaşarken, Türkiye olarak, dar anlamda etnik tezlerle, sorunlu bir mezhep kamplaşmasıyla hareket etmeyeceğiz, edemeyiz. Bize Barzani “Sünni’dir, destekle” diyenler, bu desteğin kendileri tarafından kötüye kullanılmasından sonra söz hakkı yoktur.

Hiçbir dini, mezhep kimliği olmayan PKK ve PYD’ye tek söz söylemeyenlerin, Irak’ta mezhebi Şii olan Türkmenleri “düşman” göstermelerine kanacak kadar aklımızı kaybetmedik. Onlar Kerkük’te Türkiye bayraklarıyla yürürken, bu kampanyayı yürütenler sınırlarımıza ABD, İsrail silahlarını, askerlerini yığıyorlar.

Biz bu olaylara Türk-Kürt, Şii-Sünni kimliği ile bakamayız. Biz coğrafyaya ve kendimize yönelen tehditlere, saldırılara karşı direnç belirlerken daha büyük güç hesaplaşmasını, tarih hesaplaşmasını öne alırız. Tarihi sorumluluklarımızı, tarih yapıcı rolümüzü öne çıkarırız.

Barzani küçük bir figürandır

Barzani’nin bir günde bozguna uğramasının, ellerindekini büyük oranda kaybetmesinin, kendini kışkırtan ABD ve İsrail tarafından yüzüstü bırakılmasının, Talabani çevresiyle ayrışmasının da etnik kimlikle alakası yoktur.

O, küçük bir figüran olarak büyük oyunların içinde yer almaya, devletler oyununda rol kapmaya, dostlarının uyarılarını hiçe sayarak fırsatçılıklakonjonktür hesaplarından medet ummaya çalıştı ve kaybetti.

İşin vahametini ve ciddiyetini kavrayamadı, milliyetçi söylemlerle her şeyin üstesinden gelebileceğini zannetti. Onu kışkırtan ABD ve İsrail de, işte o etnik milliyetçi söylemleri kullandı. Irak ve Suriye’nin kuzeyinde yabancı bir coğrafya, bir garnizonlar kuşağı oluşturmaya çalıştı.

Etnik milliyetçiliğin yetmediği yerde mezhepçilik pazarla!

Bu amaçla PKK’yı besledi, bu amaçla PYD’yi her yere taşıdı, bu amaçla Irak’ın kuzeyini Bağdat’tan koparmaya çalıştı. Bütün bunlar için en elverişli söylem Kürt milliyetçiliği idi ve bütün coğrafyayı Kürt milliyetçiliği ile tehdit etti.

Aynı ABD, coğrafyayı yeniden dizayn etmeye girişen güçler, etnik milliyetçilik yetmediği durumlarda mezhep kimliğini devreye aldı, bu amaçla DEAŞ’ı kurdu, Akdeniz’den İran sınırına kadar PKK/PYD ve DEAŞ üzerinden bir koordinasyon oluşturdu, birbirini tamamlayan iki örgütü bütün bölge ülkelerine karşı kullandı, Suriye ve Irak’ı parçalamak için bir silaha dönüştürdü.

“Türkiye Kalkanı” ciddi bir projedir

Mesele nettir: Irak ve Suriye’nin kuzeyine yabancı ordular yerleşmekte, bir garnizon kuşağı oluşturulmaktadır. Türkiye de, İran da, Irak da aynı tehditle yüz yüzedir. Bu yüzden üç ülke yakınlaşmış, ilk kez ciddi bir tavır ortaya koymuştur. Bu tarihi bir adımdır.

Türkiye için yapılacak şey bellidir. Fırat Kalkanı ve İdlib operasyonuyla başlattığı projeyi devam ettirmeli, Suriye’nin kuzeyindeki tehdidi yok etmek için birkaç bölgeye daha müdahil olmalıdır. Irak’la işbirliği içinde Musul/Kerkük’ten Türkiye sınırına olan bölgeyi denetim altına almalı,  yabancı güçlerin hareket alanını daraltmalıdır. Türkiye, Akdeniz’den İran sınırına kadar bir “Türkiye Kalkanı” inşa etmelidir.

Türkiye, 1991 Körfez savaşından bu yana ilk kez güçlü adımlar atmakta, ilk kez güvenlik stratejisini millileştirmektedir. Mesele Türk-Kürt meselesi değil, jeopolitik meseledir, adımlar buna göre atılmalıdır. Ve hiçbir gücün, hiçbir yaygaranın, hiçbir ajitasyonun Türkiye’nin siyasi aklını, devlet aklını sulandırmasına izin verilmemelidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İbrahim Karagül Arşivi