İbrahim Karagül

İbrahim Karagül

Artık “Türkiye Ekseni” diye bir gerçek var: Korkmayın, biz kazanacağız!

Artık “Türkiye Ekseni” diye bir gerçek var: Korkmayın, biz kazanacağız!

Türkiye, kendisini durdurmaya, dar bir alana hapsedip etkisizleştirmeye dönük çokuluslu bir irade ve müdahaleler zincirini kırmak için ölümcül bir mücadele veriyor. Ortada bir direnmehali, söz konusu saldırılara ve büyük projeye göğüs germe hali, savunma ve yalvarış yerine taarruz ve meydan okuma hali vardır.

Türkiye, özellikle Gezi teröründen bu yana devam eden çokuluslu saldırılarla içeride çetin bir mücadeleye girişti. Saldırılar savuşturuldu, etkisiz hale getirildi. Bir nevi Milli Mücadele verildi. Artık içerideki operasyon alanları daralınca saldırılar dışarıya, Türkiye’nin etki alanlarına yöneldi.

İçeriden vur, olmazsa sınırdan kuşatmaya al

Türkiye-İran savaşı çıkaramayanlar (Başarılı olsaydı 15 Temmuz’un sonuçlarından biri bu olacaktı) Akdeniz’den İran sınırına kadar, Irak ve Suriye’nin kuzeyini Türkiye’ye karşı büyük cephe yapmaya girişti. ABD öncülüğündeki Batılı konsensüs, ülkemizin güneyini çepeçevre sararak ağır baskı oluşturmaya, ülkemizi içeride sıkıştırıp susturmaya çalıştı. Bölgedeki Kürt grupları Türkiye karşıtı cepheye sürmeye, Arap/İslâmdünyası ile bütün bağlarımızı koparmaya çalıştı.

Fırat Kalkanı harekâtı, İdlip operasyonu, Afrin’i temizleme hesapları ve Barzani referandumuna karşı pozisyon alışın nedeni işte bu kuşatmayı yarma çabasıdır. Türkiye bunu yaparken yine bir milli mücadele vermiş, vermektedir. Güney’den yaklaşan çokuluslu saldırı dalgalarına karşı koymuş, koymaktadır. Çünkü 15 Temmuz saldırısı ile Güney’de hazırlanan cephe tek bir cephedir, Türkiye’yi çökertme, içeriye hapsetme, yeniden rehin alma girişimidir. 

Yeni hedefleri, Arapları Türkiye’ye karşı kışkırtmak

Irak ve Suriye’de ABD-İsrail projeleri etkisini kaybetmeye başladığı anda Türkiye’ye karşı yeni bir cephe, daha güneyden inşa edilmiştir. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) üzerinden, özellikle de Muhammed bin Zeydüzerinden yeni bir Türkiye karşıtı dalganın temelleri atılmıştır. BAE-S. Arabistan-İsrail “ekseni” her ne kadar İran yayılmasına karşı geliştirilmiş gibi görünse de aslında ana hedefi, gizlenen hedefi Türkiye’dir.

Bu sefer ana hesap Türkiye ile Arapların karşı karşıya getirilmesidir. ABD ve İsrail, Arap dünyasında geniş etkisi olan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye’ye karşı, 20. Yüzyılın argümanlarını harekete geçirmiş, Arap milliyetçiliği üzerinden geçmişin önyargılarını bugüne taşımıştır. Baas yönetimlerinin yaygaraları üzerinden Arap sokaklarını Türkiye’ye karşı kışkırtma süreci başlatılmıştır.

Kirli ortaklığın ilk kurbanı Kudüs oldu

BAE’nin doğrudan ABD ve İsrail istihbaratı ile yürüttüğü kirli kampanya Araplarda Türk düşmanlığı üzerine kurgulanmış, bu işbirliğinin ilk kurbanı Kudüs olmuştur. Temel hedef, ülkemizi, Arap dünyası ile bağlarını koparıp yalnızlaştırma, içeri kapanmaya zorlamaktır.

Ama Türkiye, bütün bu çokuluslu müdahalelere karşı asla geri adım atmamış, savunma yerine taarruza geçmiş, onlar ne kadar içeri kapanmaya zorlasalar o kadar dışarıya, bölgeye, coğrafyaya yönelmiş, şaşırtıcı bir çıkış ve etkinlik alanı oluşturmuştur. Bu mücadele bir iç politik mücadele değildir. Bu ülkenin, gelecek savunması, gelecek hesabıdır. Dolayısıyla, bu mücadeleyi kıracak, zayıflatacak her girişim, değersizleştirecek her çıkış, tavır ülkemizin bu büyük mücadelesine zarar verecektir.

O sevgi, o coşku bir şov değildir..

Cumhurbaşkanı’nın üç Afrika ülkesine yaptığı ziyaret, özellikle de ABD ve İsrail’in bazı Arap yönetimleriyle birlikte kurduğu Kudüs komplosunun boşa çıkarılmasıyla, Müslüman ülkelerde başlayan coşkunun ilk göstergesi oldu. Sudan Meclisi’nde ve Hartum Üniversitesi’nde CumhurbaşkanıErdoğan’a ve Türkiye’ye yönelik göz yaşartıcı sevgi, bir şov değildi. Atlantik kıyılarından Pasifik kıyılarına uzanan geniş İslâm coğrafyasında aynı duygu ve hassasiyetin olduğunu söylemeliyiz.

Bu, Müslümanların sembollerine tuzak kuranlara, şehirlerini harabeye çevirenlere, ülkelerini yağmalayanlara duyulan öfkenin sonucudur. Sesi kısılmış, ürkütülmüş, tehdit altına alınmış, şantajlara maruz bırakılmış Müslüman ülkelerin, diri bir ses, bir güven, bir çıkışbulduğunda, onurlu bir yürüyüş başladığında, haklı bir mücadele ortaya koyulduğunda nasıl bir coşkuyla ayağa kalktığının, kalkabileceğinin göstergesidir.

Erdoğan büyük tarih yürüyüşünün öncüsü

İşte Türkiye, bütün coğrafyayı harekete geçiren ülke oldu, vakur bir duruş sergiledi, özgüven aşıladı. Ülkelerimizin, toplumlarımızın sahipsiz olmadığını gösterdi. Yumruklarımızı sıktığımızda bir gücün ortaya çıkabileceğinin örneğini oluşturdu.

Şüphesiz Erdoğan, Müslüman dünyanın gözünde büyük bir devrimcidir, büyük tarih hesaplaşmasının öncüsüdür. Selçuklu-Osmanlı tarihini ve iddialarını bugüne taşımış, küresel iktidar alanının yeniden biçimlendiği bir dönemde 21. Yüzyılın iddialarının temsilcisiolmuştur.

Artık “Türkiye ekseni” diye bir gerçek vardır

Türkiye, siyasi söylemiyle, duruşuyla, kendisi ve coğrafyayı kurtarmaya dönük mücadelesiyle öncü ülkedir. Yine tarihi bir hesaplaşmanın ana eksenidir. 20. Yüzyılın başında bayrağın düştüğü topraklar, 21. Yüzyılın başında o bayrağı yeniden kaldırmaktadır. Meselenin özeti budur, ülkemize yönelik çokuluslu saldırıların ana gerekçesi de budur. Çünkü Türkiye, kendisine içeride rehin almaya çalışanlara karşı hem içeride hem de coğrafyasında mücadele bayrağını açmış, yüz yılın hesaplaşmasını başlatmıştır. Onlar ülkemizi içeriden vurmaya çalışırken Türkiye bütün coğrafyaya sarılarak cevap vermeyi bilmiştir.

Sevakin Adası: Kudüs’ü işgal edenlerle uğraşın..

Bu böyle devam edecektir. Her ne kadar, kendilerine bölgesel destek bulsalar da, içeriden ortak bulsalar da, terör örgütlerini yardıma çağırsalar da devam edecektir. Bir süre sonra Arap dünyası kendilerine kurulan yeni tuzağı görecek, bu tuzağın Arap ülkelerini ve topraklarını parçalamanın nihai adımı olduğunu anlayacak, “Arap-İsrail ittifakı”nın yol açacağı yıkımı fark edecek ve Türkiye’nin bayraklaştırdığı mücadele çizgisine yaklaşacaktır.

Sudan’daki Sevakin adasına yönelik Arap dünyasında başlatılmak istenen tartışma tamamen Batı’nın ve İsrail’in provoke ettiği bir tartışmadır. Onlara “Türkiye yayılmacı” diyenler bu coğrafyada dokunmadıkları, zarar vermedikleri ülke bırakmamış, birçok ülkeyi parçalamış, sonsuz savaşlara sürüklemiştir.

Kudüs’ü işgal edenlere ses çıkarmayanlar, Mekke ve Medine’yi rehin almaya hazırlananlara ses çıkarmayanlar, Arap dünyasının her köşesini askeri garnizona dönüştürenlere ses çıkarmayanlar birilerinin talimatıyla Türkiye’nin etki alanını genişletmesinden telâşa düştüler.

Türkiye askeri üs kurmasın ABD-İsrail kursun, öyle mi?

Bu telâş onların değil, patronlarının, biz biliyoruz. Türkiye’nin nüfuz alanını genişletmesinin kimleri rahatsız ettiğini, uykularını kaçırdığınıbiliyoruz. Onlar ülkemizi içeride bitirmeye çalışırken bizim coğrafyayı ayağa kaldırmamızın ne anlama geldiğini biliyoruz.

Neymiş, Türkiye askeri üs kuracakmış!Tabi ki kuracak, kurmasın mı? ABD mi kursun, İsrail mi kursun? Onlara neden ses çıkarmıyorsunuz. ABD ve İsrail Sudan’ı bombalarken neden ses çıkarmıyordunuz? Onlara niye bir söz söyleyemiyordunuz?

Kudüs savunması, Mekke ve Medine savunması bu..

Türkiye ulaşabildiği her yere ulaşacak, ulaşmak zorunda. Zira bu bir ülke savunmasıdır, coğrafya savunmasıdır. Savaşı sınırlarımıza kadar getirenlere verilecek cevaptır, bölgenin gücünü göstermektir. Başka da hiçbir yol yoktur. Öyle uysallıkla, uzlaşmayla, boyun eğmeyle, teslim olup yalvarmayla gidilecek bir yol yoktur. O dönem, o yüzyıl kapanmıştır artık.

Somali’de varsak, Suriye’de varsak, Katar’da veya Sudan’da varsak o toprakları savunmak için, korumak için, Kızıldeniz-Basra Körfezi arasındaki Müslüman ülkeleri paramparça edecek yeni saldırılara karşı pozisyon almak için varız. Kendileri teslim olanlar bize nasihat etmesin, onlar yapabiliyorsa Türkiye’nin büyük mücadelesine ne kadar destek verebilirler ona baksınlar.

Bugün Kudüs’ü nasıl savunuyorsak, koruyorsak yarın Mekke ve Medine’yi öyle savunmak, korumak için oralardayız, bunu bir yere yazın!.

Bu, 21. yüzyılın sesidir, coğrafyaya yayılacaktır..

İşte Türkiye’nin bu hassasiyeti, duruşu, mücadelesi bir tarih yürüyüşüdür. Dünyanın yeniden şekillendiği, küresel iktidar alanının yeniden biçimlendiği bir dönemde, bizim coğrafyamızı bunun dışında tutmaya çalışanlara, tarih dışına itmeye çalışanlara verilen güçlü bir cevaptır. Bu, emperyal bir hayal değil, bir savunma kalkanı inşasıdır.

Tarih bizi yeniden çağırmıştır, omuzlarımıza yine o yükü yüklemiştir. Tam da bu dönemde dostun-düşmanın kim olduğu netleşmektedir. Her büyük tarih kırılmalarında netleştiği gibi.

Bu ses, büyük bir medeniyet mücadelesidir. Bir onur ve özgürlükmücadelesidir. Sesi o kadar güçlü ki, Afrika’nın derinliklerinden Ortadoğu’nun sokaklarına, Pakistan’dan Malay dünyasına kadar yankılanmaktadır. İşte biz bunun 21. Yüzyılın sesi olduğuna, küresel hesapları altüst edeceğine, o çokuluslu projeleri boşa çıkaracağına, bu coğrafyadan destansı bir yükseliş dönemi başlatacağına inanıyoruz.

Umutluyuz ve bunu hiç kaybetmeyeceğiz. Çünkü tarih bazıları için çöküşe, bizim için ise yükselişe geçmiştir. Bu yüzden milletimiz bu büyük hesaplaşmayı kazanacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İbrahim Karagül Arşivi