Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Eski Cumhurbaşkanı bizi neyle korkutuyor?

Eski Cumhurbaşkanı bizi neyle korkutuyor?

İran’daki olaylar bir “dış müdahaleyi” kaçınılmaz hale getirir mi?

Son zamanlarda böyle yorumlar okuyoruz: Karışıklıkların bitmemesi ve maazallah bir iç savaşa evirilmesi durumunda, alesta bekleyen güçler bir müdahaleye gerek duyabilirmiş.

İran konusunda ahkâm kesenler, bunu “doğal ve olması gereken bir sonuç” gibi sunabiliyor. Kimse de çıkıp, “Ne müdahalesi? Hangi güçlerin buna hakkı var?” diye sormuyor.

Bu güçlerin “Amerika-İsrail konsorsiyumu” olduğunu söylemeye gerek bile yok.

Bu iki ülkeden gelen açıklamalar, müdahale seçeneğinin devreye sokulabileceğini söylüyor.

Müdahale için de, elbette, şartların oluşması gerekiyor: “İç savaş” müdahale için en uygun bahane...

İran’daki karışıklıkların iç savaş dönüşmesini bekleyen ve murat eden Amerika’nın konuyu BM’ye taşıyacağını açıklaması, istikbaldeki müdahale için zemin yoklaması anlamına geliyor belki de.

Ben “müdahale” diyorum, siz “işgal” anlayın.

FETÖdarbesi başarılı olsaydı, daha doğrusu darbenin ilk evresi FETÖ lehinde gelişseydi, yani Cumhurbaşkanı Erdoğan devreden çıkarılabilseydi, Türkiye sonu belirsiz bir iç karışıklığa itilecekti ve bu da bir “dış müdahale”yi tetikleyecekti.

Mesela, dost ve müttefik NATO ülkeleri durumdan vazife çıkarabilecekti... Temenniler ve “beklentiler” bu yöndeydi.

İyi de, bazı güçler, yabancı ülkelerdeki iç karışıklıkları müdahaleyle bastırma ve bunu “açık işgale” dönüştürme hakkını nerden alıyor? Ve biz niçin bu soruyu yüksek sesle soramıyoruz?

Dün Hüseyin Gülerce yazdı...

Ben atlamışım.

Daha doğrusu, kötüye yormadığım için, ima edilen şey üzerinde düşünmemişim.

Sayın eski Cumhurbaşkanımız Abdullah GülBahçeşehir Üniversitesi’nde konuşmasında şu uyarıyı yapmış: “Hepimizin evimizin içini düzene koymamız gerekir. Bunu koymadığımız süre içerisinde, gün gelir ya insanlar ayaklanır veya dış müdahale kaçınılmaz hale gelir.” 

Hüseyin Gülerce, bu açıklamayı, “demokrasi dışı müdahalelere meşruiyet kılıfı getiren cuntacıların” sözlerine benzetiyor.

Ben neye benzeteceğimi bilemedim.

Çok kötü, çok üzücü, hatta çok talihsiz bir açıklama.

Konuşmanın tamamına baktım.

Kendi kendime şu soruyu sordum: Sayın Abdullah Gül buraya nasıl geldi?

Bütün bir siyasi hayatını “garanticilik” üzerine kurmuş eski Cumhurbaşkanı bize ne söylemeye çalışıyor?

 

Şeytanın bacağı nasıl kırıldı?

Ertuğrul Özkökkazayla ayağını kırmış... Geçmiş olsun...

Birkaç gündür bakamamıştım yazılarına... “Kırık ayak” üzerinden ne geyikler dönüyormuş meğer... Yonca Tekbaş isimli bir Hürriyet yazarı, “Sen şeytanın bacağını kıran adamdın. Kendi bacağını kırmak biraz manalı oldu” diyerek, olaya farklı ve anlamlı bir yorum getirmiş.

Bunu Ertuğrul Özkök’ten istihbar ediyoruz...

Bu “şapka çıkarılası” takılmaya bir şey eklemeyi zait addediyorum ve “Söz bitmiştir. Bu kadar olur!” diyorum...

Hazır yeri gelmişken bir de tavsiye:

Hiç yeltenme Ertuğrul Özkök, “Büyülü Dağ”ı okuyamazsın. Dünyanın en sıkıcı, en gereksiz ve yazılmasaydı insanlığın bir şey kaybetmeyeceği romanlarından biridir. Thomas Mann’la vakit kaybedeceğine, bazı Alman eleştirmenlerin “karşıt” cephede zikrettikleri yazarlarla eğleş... İlle Alman olacaksa, Hermann Hesse önerilebilir. İyi de olur!

Süleyman Özışık’ın “İskoç eteği” önerisinde ise şimdilik tarafsızım!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi