Güneydoğu'da bilhassa AKP'nin görmesi gerekenler

Güneydoğu'da bilhassa AKP'nin görmesi gerekenler

Başbakan Erdoğan son zamanlarda gerek Güneydoğu gezileri dolayısıyla gerek başka vesilelerle yaptığı açıklamalarda terör sorununa dair stratejisinin ana hatlarını da ortaya koyuyor. Bu strateji aşağı yukarı yerel yönetimleri DTP'nin elinden aldığı takdirde bölge halkını terör örgütünün nüfuz alanından da kurtarmış olacağı varsayımına dayanıyor.

Daha açıkçası özellikle Diyarbakır ve Tunceli belediyelerini DTP'nin elinden alabilirse, bunu terör örgütünün en azından halk tarafından onaylanmamış olduğunun işareti olarak kullanmaya hazırlanıyor..

Çok önceden Diyarbakır için telaffuz edilen “kale” yakıştırması, AKP'nin sadece bir siyasi parti olarak bölgede diğer partilerle marifetlerini yarıştıracağı bir seçime hazırlanmadığını, bu seçime aynı zamanda “kendisini de fazlasıyla aşan bir anlam” yüklediğini de gösteriyor. İktidar partisi olarak bölgeye yapacağı ekonomik yatırımlar veya yürüteceği kardeşlik söyleminin bölgeden yeterince oy topladığı takdirde terörün beslendiği zeminin de kendiliğinden yok olacağını düşünmek, açıkçası büyük ve zekice bir buluş değildir. Bu bir buluş olmadığı gibi şimdiye kadar kullanıla kullanıla bölgede karşı-argümanları daha da güçlü bir biçimde üretilmiş bir söylem veya siyasettir.

Başbakan bölgeye yapılan yatırımlardan PKK'nın rahatsızlık duyduğunu söylerken elbette haksız değildir. Ancak şuna da artık iyice emin olsun ki, PKK'yi asıl bitirecek olan bu yatırımlar değil, aksine Kürt sorununa daha empatik ve daha rahat bir yaklaşım olacaktır. Doğrusu, Güneydoğu'nun bölgesel geri kalmışlığı artık terörün varlığının ve devamının tatmin edici bir açıklaması olamıyor. Örgüt yatırımlarla bu sorunu gidermeye dönük siyasetlere karşı gereken söylemsel istihkâmı yıllardır yapıyor ve bu tarz siyaseti etkisiz kılacak propaganda mekanizmasını etkili bir biçimde çalıştırıyor zaten. PKK ile hiç ilgisi olmayan birçok Kürt vatandaşı için bile bu söylemler “onur kırıcı” ve bir tür “rüşvet teklifi” gibi bile görülebiliyor. Kürt sorununu telaffuz etmeden, bu sorunu tanıyarak ve bu sorunun itirafı doğrultusunda bir siyasete yönelmeden atılan adımlar ne kadar iyi niyetli olursa olsun, “karınlarını doyurma” karşılığı kendilerinden “teşekkür ve sadakat” bekleyen basit bir “yanaş(tır)ma siyaseti” gibi algılanıyor. Tabiatıyla yatırımlar ne kadar fazla olursa olsun, basit bir propaganda ile boşa çıkarılması da çok zor olmuyor.

Başbakanın Tunceli konuşmasında “kimlik siyasetini bırakmaya” davet etmesi, bölgedeki nabzı yeterince iyi ölçememiş olduğunu gösteriyor. Kimlik siyasetleri tabii ki siyasette bir tercih konusudur. Bir parti olarak kendinizin “etnik kimlik” siyasetini yeterince ikna edici bir biçimde açıklayabilirsiniz, bununla çok daha “çağdaş, ilerici ve verimli” olduğunuzu da kanıtlayabilirsiniz. Ancak siyasette tercihini “etnik seçenek” üzerine kuranların tercihini de ne yok sayabilir ne de azımsayabilirsiniz.

Kaldı ki Türkiye gibi ulusal kimliğini bütün muhtemel alt-kimlik potansiyellerini bastırarak kurmuş bir ülkede, bastırılmış kimliklerin “geri dönüş”, hatta “hayatta kalma” çabasını “lüks ve fantezi bir kimlik siyaseti” olarak da görmek büyük haksızlık. Esasen bu bağlamı anlamadan bölge üzerinde verimli bir siyaset yürütülemez.

Gerçekten de daha verimli bir siyaset içinse, bu aşamada göz önünde bulundurulması gereken birkaç önemli nokta var.

1. Bugün Kürt sorunu etrafında yürütülen kimlik siyasetinin artık terörden veya PKK'dan bağımsız bir bölgesel “duygu ve bilinç” haline gelmiş olduğunu görmek gerekiyor. DTP'nin belediye hizmetlerinin en az gittiği yerlerde bile DTP'nin oy oranının hiç düşmediğini göz önünde bulundurursanız, siyasi tercihte iş-aş gibi unsurların bazen ne kadar ikincilleştiğini, siyasi tercihte kimlik unsurunun belirleyici olduğunu görürsünüz.

2. Bu noktaya biraz da terörün yol açtığı gündem yüzünden gelinmiş olsa da bugün artık terör bitse de halkın bu bağlamdan kaynaklanan beklentilerinin bitmeyeceğini görmek gerekiyor. Bu, çağdaş demokratik vatandaşlık kültürünün gelişimiyle paralel biçimde karşılanmadığı müddetçe her geçen gün daha acil bir ihtiyaç olarak belirmektedir.

3. Başbakanın belirttiği gibi bölgeye yapılan devlet yatırımlarından ziyade, PKK'yı asıl bitirecek ve bu yüzden PKK'yı asıl endişelendirecek olan şey, devletin Kürt sorununu gerçekten tanıması ve bunun çözümü doğrultusunda adımlar atmasıdır.

4. AKP'nin bütün enerjisini DTP'nin (aslında başka yerlerde CHP'nin) elindeki belediyeleri “kale” gibi görerek ele geçirmeye hasretmekten vazgeçmesi de gerekiyor. Daha az gergin bir seçimde AKP bu belediyeleri kazansa ne âlâ, ancak bu şekilde bir mücadeleyle bölgedeki gerilimi daha fazla artırmaktadır. Sonuçta AKP kazandığı takdirde, bu terörün kitlesel dayanaklarının zayıflamasına alamet olsa da, gerilimin daha fazla artacağının da alameti olacağında şüphe yok. Sonuçta bütün belediyelerin AKP'nin elinde olduğu, muhalefete hiçbir alanın kalmadığı bir ülke görüntüsü birçok açıdan kaygı vericidir.

Yerimiz kalmadığı için detaylara giremiyorum, ama böyle bir görüntü için bu kadar hırsla asılmanın pek hayırlı olmadığını kaydetmem gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi