İbrahim Tenekeci

İbrahim Tenekeci

Yıkıcı değil, yapıcı olalım

Yıkıcı değil, yapıcı olalım

Türkiye ülkesinde, ülküsünde yaşıyoruz. Milletin ve memleketin yanında olmak, siyasi yandaşlık değildir.

Bir sözü kimin söylediği, suçlamayı kimlerin yaptığı da önemlidir. Canilerle, zalimlerle iş tutanların ülkemize “kâtil” demesi bir şey ifade eder mi?

Sürekli açık aramak, kusur bulup ifşa etmek, muhaliflik olamaz. İyi işleri ve olumlu gelişmeleri de görmemiz, göstermemiz gerekiyor. Eleştiri ile düşmanlığı birbirine karıştırırsak eğer, sözün değerini, tavrın ağırlığını düşürmüş oluruz.

Eleştiri, yıkıcı değil de yapıcı olursa faydalıdır. Mesela üçüncü köprünün güzergâhını biz de eleştirdik. Fakat olmasın demedik. Şöyle olsun dedik. Haset ve husumet kaynaklı eleştiri sağlıklı değildir. Sizi hak, hakikat ve hakkaniyetten uzaklaştırır. Aynı nedenlerle yapılan muhalefete de saygı duyamayız.

Atalarımız, bazı işler için şu nasihatte bulunmuş: “Biri yapsın ama o sen olma!” Aklımızda bulunsun.

***

Zaman içinde fikirlerimiz ve tercihlerimiz değişebilir. İnsanî bir durumdur bu. Bir şeyi tecrübe etmiş ve yanılmış olabiliriz. Sandığımız ile tanıdığımız birbirini tutmayabilir. Falanca kişi, filanca kurum gibi. Hayat şartları, edamıza tesir edebilir. Önceden böyle düşünmüyordun, eskiden şunu demiştin gibi karşılıkları da adil bulmuyoruz. Eski defterler yeni dertler demektir.

Başkalarının geçmişine yolculuk yapmak, bulduklarımızla bir arşiv ve söylem oluşturmak, kesinlikle ahlâkî değildir. İnsan yanılır. Kul kusurludur. Karşımızdaki insanın küçük bir hatasını onun tüm hayatı olarak gösteremeyiz.

Devletler de yanlış yapabilir. Nitekim insanlardan oluşan bir yapıdan söz ediyoruz.

***

Sanatçı dediğin, aydın bildiğin muhalif olmalıdır, kabul. Haksızlıklara itiraz etmelidir.

Bu dünyada muhalefet edilecek, karşı çıkılacak yüzlerce sorun var.

Amerikan emperyalizmine, Rus acımasızlığına, siyonist teröre, İran’ın ümmeti parçalayan siyasetine, Avrupa’nın çıkarcı tutumuna, Birleşmiş Milletlerin adil olmayan yapısına, mevcut dünya sistemine, faiz çarkına, asgari ücrete, sigortasız eleman çalıştırmaya, bölücü örgütün varlığına, sınırlarımızda garnizon devlet kurulmasına karşı çıkalım.

Fakat çoğunlukla böyle olmuyor. Çocukların katledildiği Doğu Guta’yı yok sayıyor, teröristlerin öldürüldüğü Afrin’i ise dilinden düşürmüyor.

Şu kader günlerinde devlete / hükümete destek veren edebiyatçı, gazeteci, sanatçı ve münevveri karalamayı muhalif olmak sanıyor.

Güya sol veya sosyalist dünya görüşüne mensup. Fakat ne hikmetse sürekli kapitalist ülkelerle paralel hareket ediyor. Evrensellik mi diyelim?

Askerimize pusu kurulurken, karakollar basılırken ses etmiyor. Terör örgütüne geniş çaplı bir operasyon düzenlendiği an, hemen birlikte yaşamak, insan hakları, barış gibi kavramları dillendirmeye başlıyor. İnanalım mı?

Milletin ve devletin kayıplarını zerre umursamıyor. Millî duyguları alınmış sanki. Soralım: Öğretmenler katledilirken Eğitim Sen, doktorlara kıyılırken Tabipler Birliği neredeydi? Türk demeye dilim varmıyor.

Kendileri gibi olmamızı istiyorlar. Darbecileri alkışlayamayız, vatan el değiştirirken bankamatiklere ve marketlere koşamayız. Meydanlarda olmak zorundayız. Siz bu mecburiyeti ve mensubiyeti anlayamazsınız. Her işinizi maddiyata dayalı yaptığınız için karşınızdaki insanları da öyle sanıyorsunuz.

Vatanseverlik ile siyasi yandaşlık bahsini aynı şey olarak görecek noktaya nasıl geldiler, gerçekten merak ediyoruz.

***

Türkler devletsiz yapamaz. Devlet koruması üstümüzden kalktığı vakit çok çabuk dağılan bir milletiz. Dolayısıyla devletsizliğin neye karşılık geldiğini iyi biliyoruz. Tarihimiz bunun örnekleriyle doludur.

Ağır haksızlıklara maruz kalırken de devlet düşmanlığı yapmadık, yapamazdık. Devleti zor ve zayıf duruma düşürecek her türlü faaliyetin dışında durduk. Sorunumuz devletle değil, milleti hasım ve tehdit olarak gören zihniyetle idi.

Türkiye bizim için daima mecburi istikamet olmuştur. “Bir devletimiz olsun, başımızda bulunsun” demek durumundayız. Mensubiyeti olmayanın mahcubiyeti de olmaz. Bunu sürekli görüyoruz.

Sanatçı, evvela milletinin bir parçasıdır. Tabuları yıkmak adına millî hassasiyetlerle alay etmek, aykırı olmak için kendi insanıyla savaşa tutuşmak, benimsediğimiz bir tutum değildir.

Paralel yapının suçlamalarına, terör yanlılarının kara propagandalarına, kinini kılavuz yapanların iddialarına ve dış kaynaklı algı operasyonlarına eleştiri diyebilir miyiz? Bütün bunları gündeme getirip seslendirmek muhaliflik olabilir mi?

Bir şey söylediğimiz veya yazdığımız vakit bizi kimler alkışlıyor, destekliyor? Türkiye’nin yeminli düşmanları tarafından alkışlanıyorsak eğer, mutlaka aidiyet duygumuzu yoklamalıyız.

Eleştiri elbette olmalıdır, hatta önemli bir ihtiyaçtır. İktidar partisinin yanlışını gördüğümüz vakit, üslup hânesinden çıkmadan ve şahsiyat yapmadan sözümüzü söylüyoruz. Bazen de “şimdi zamanı değil” diyerek erteliyoruz.

Gönül ister ki bazı konularda daha kararlı ve talepkâr olunsun. Fakat bunun bir imkân ve kuvvet meselesi olduğunu biliyoruz. Halden anlamak iyidir.

***

Bu yazı, Semih Kaplanoğlu ve daha nice kıymetli isme yapılan toplu saygısızlık nedeniyle kaleme alınmıştır.

Karşımızda, insanların sevgi ve saygısını bile ipotek altına almaya çalışan hazımsız bir grup var. İstiyorlar ki sevdiklerimizle ilgili tek kelime etmeyelim. Hep onların işaret ettiği kimseleri destekleyelim. Sanki Tek Parti dönemindeyiz.

Yerimiz kalmadı. Bu konuya devam edelim inşallah.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İbrahim Tenekeci Arşivi