Şahların labirenti-iktidar referansı!

Şahların labirenti-iktidar referansı!

Kadim dostlarım Zülfü Canpolat ve Hakkı Öznur’un konsept danışmanlığını yaptığı TRT 1 de her Çarşamba 23:50 de yayımlanan 13 bölümlük “Şahların Labirenti” belgeseli için İstanbul’da yaklaşık 2,5 saat süren bir çekimde darbelerle ilgili görüşlerimi serdettim.

İttihat ve Terakki, İnönü-Bayar çekişmeleri, Çok partili hayata geçiş, 27 Mayıs 1960 darbesi, 1962–1963 Talat Aydemir ve arkadaşlarının yargılanmaları, idamlar, sağ-sol kavgalarının başlangıcı, 1968–1978 kuşağı, 12 Eylül 1980 darbesi ve 28 Şubat 1997 post-modern darbe ile ilgili tecrübelerimi aktarma fırsatı buldum.

Türkiye de çok partili hayata geçiş, yani demokrasinin olmazsa olmazı partilerin birden fazla oluşu bir zorunluluktan kaynaklandı. Atatürk dönemindeki İnönü ve Bayar’ın iktidar çekişmeleri, şahsi ihtirasları partileri CHP ve DP ye sirayet etti. Tabii olarak parti müntesipleri de bu çekişmeden nasiplerini aldılar. Batı toplumlarında çok partili hayat insana hizmet yarışı olarak algılanmış ve gereği yerine getirilirken, bizde kamplaşma, kutuplaşma, kısır çekişmeler olarak karşımıza çıkmıştır. Her şey Türkiye ve Türk Milleti için yerine her şey parti ve yandaşlar için haline büründürülmüştür.

Millet, partilerini adeta din yerine koymuş, tartışılmaz (layüsel) haline getirmiştir. DP ve CHP’liler aynı camilere gitmemiş, birbirlerinden kız alıp vermemişler, kahvehaneler ayrılmış, ayrı mezarlıklar ihdas edilmiş, Millet kanlı bıçaklı hale getirilmiştir. Tarih-Dil-Din şuurunun oluşmadığı, olaylara bu olguların perspektifinden bakamayan bir yapı elbette hizmet yarışından ziyade tahribatı görev telakki edecekti.

İsmet İnönü-Celal Bayar’ın saltanat kavgası yukarıda devam ederken olan aşağıda millete oluyordu. Demokrasi içselleştirilemediği içinde damarında darbeci bir gelenek taşıyan TSK’nin bazı cuntacı kafaları darbe hazırlıklarını hayata geçirerek 27 Mayıs 1960’da Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşlarını darağaçlarında sallandırdılar Milletvekillerini ve bakanları kör kuyularda merdivensiz bıraktılar.

Darbeler Türk Milletinin siyasi, kültürel, ekonomik ve sosyal alanda rüştünü ispat etmesini geciktirmiş, bu rüştün talik edilmesini sağlamıştır. Gerçekte 1960 darbesi olmasaydı 1961 de yapılacak olan milletvekili genel seçimlerinde DP’nin uzun süre iktidarda kalmasının ve problemlerin çokluğu ve ağırlığı nedeniyle güçsüzleştiği, neticede de CHP’nin iktidar olacağı tahmin ediliyordu. Bugünkü Avrupa ve ABD’de olduğu gibi Merkez sağ ve merkez solda 2 önemli ve güçlü parti vardı. Lakin darbeler özelliklede 1960 darbesi bu yapıyı bozdu. Darbe merkez sağı böldü ve merkez sağın mirasına sahip çıkan başka partiler siyaset sahnesinde yerlerini aldılar. Halk darbenin destekçisi olarak CHP’yi gördüğü içinde merkez solun temsilcisi zafiyet geçirerek güçsüzleşti. Darbeden hem DP hem de CHP zararlı çıktı, demokratik işleyiş inkıtaa uğradı.

Silahın, kavganın, illegalitenin olduğu yerde mutlaka şu veya bu şekilde iç ve dış istihbarat vardır. Görevleri provakasyon, istikrarsızlaştırma ve manipülasyondur. Türkiye de sistem için tehlike arz eden her toplumsal ve ideolojik yapı istismar edilmiş, illegaliteye bulaştırılmış, kitleselleşmesi engellenmiştir. Tüm darbelerin arkasında meçhuller vardır. Demokrasilerde meçhuller ya çok azdır ya da meçhuller uzun süre saklanamazlar.

27 Mayıs öncesinden Dünyada iki süper güç (ABD, SSCB) suya atladılar ıslanan sağcılar-solcular, dahası ıslanan Türk Milleti ve geleceği oldu. 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül1980, 28 Şubat 1997 darbeleri düşünenlerin ve özgür düşüncenin üzerinden bir silindir gibi geçti. Sayın Demirel darbelerle ilgili konuşurken ‘27 Mayıs olmasaydı, 12 Mart olmazdı, 12 Mart olmasaydı 12 Eylül olmazdı’ diyor. Sayın Demirel yanılıyor ve her zaman yaptığı gibi yanıltıyor. Peki, 28 Şubat post modern darbedeki Demirel rolünü nereye koyacağız?

Doğrusu 27 Mayısın hesabı Adalet Partisi ve Demirel tarafından sorulsaydı 12 Mart olmazdı. 12 Martın hesabı sorulsaydı 12 Eylül olmazdı. 12 Eylülün hesabı Özal ve ANAP tarafından sorulsaydı 28 Şubat post modern darbe olmazdı. Türk siyasetçisinin en büyük nakisalığı ve zaafı siyaseti iyi konuşma sanatı olarak algılamasıdır. Siyasetçilerimiz SÖZÜN YİĞİDİ; EYLEMİN İSE FİRARİSİDİR:

Sonuç olarak; 27 Mayıs 1960 darbesi sosyal dokumuzu ve kardeşlik refleksimizi,12 Eylül 1980 milli refleksimizi, 28 Şubat post modern darbe ise dini reflekslerimizi mefluç etmiştir. Bize ne düğü belirsiz posası çıkmış, depolitize edilmiş nesiller bırakmıştır. Darbecilerin işkence hanelerinde insanlık onurları ayaklar altına alınanlar darbecilerin postallarını hala kutsallaştırıyorlarsa o ülkede darbeyi nasıl önleyeceksiniz. İç ve Dış vesayetçilerinden iktidar bekleyen sözde siyasetçilerden kurtulmadığımız sürece demokrasi yeşermez.

Artık postalları asfaltta görmek istemiyoruz.

Veee demokrasilerde iktidar referansı askerden alınmazzzz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi