Bazı sorular bilinçaltını ele verir

Bazı sorular bilinçaltını ele verir

9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, geçtiğimiz yıl yapılan bir röportajda şöyle diyordu:
“Hep şunu söyledik; herkes göğsünü gere gere ‘ben Müslümanım’ diyecek. Vatandaşım, ‘Müslümanım, Müslümanlığın icaplarını yapıyorum, acaba bundan dolayı beni muaheze eden, beni suçlayan var mı’ gibi endişeye hiç kapılmamalı.”
Aynı röportajın bir başka yerinde de şöyle diyordu Demirel:

“Ama gene biz gayet açıklıkla söyledik ki, camiye gidene, namaz kılana, oruç tutana, hacca gidene, zekat verene kimse bir şey demiyor. Onlar İslâm’ın şartları...”

Gerçekten de Demirel, siyasi hayatı boyunca biri yakınma, diğeri de soru formunda olan şu iki şeyi hep söylemiştir:

1- Bu ülkede herkes göğsünü gere gere ‘ben Müslümanım’ diyebilmeli.

2- Bu ülkede kimin camisine, namazına, orucuna bir şey diyen var?

Ancak, bu iki sözün söylendiği ortam göz önüne alındığında, aradaki bir fark hemen görülecektir.

Demirel, “Bu ülkede herkes göğsünü gere gere ‘ben Müslümanım’ diyebilmelidir” sözünü genellikle seçim mitinglerinde ya da muhalefetteyken, “Soruyorum size, bu ülkede kimin camisine, namazına, orucuna bir şey diyen var?” sözünü ise, iktidarda bulunduğu dönemlerde söylemiştir.

Ben oldum olası, soru sorulmasını cevaptan daha çok önemserim.

Zira sorulan soru aynı zamanda o soruyu soranın çapını, zekasını, ahlaki ve fikri kalibresini göstermek bakımından son derece aydınlatıcı bir ölçü hükmündedir.

Bundan dolayıdır ki, “Bu ülkede kimin namazına bir şey diyoruz, kimin hacca gitmesine bir şey diyoruz, kimin oruç tutmasını engelliyoruz?” türünden tuhaf soruları pek sevmem.

Dahası, bu tür soruların ancak çok baskıcı ve otoriter bir zihnin ürünü olabileceğini düşünürüm.

çünkü bu soruların zımnen ima ettiği şey, “Aslında halkın namazına, orucuna bir şey de diyebiliriz ama demiyoruz, aslında engel de olabiliriz ama bakın işte olmuyoruz”dur.

Normal bir ülkede hatıra bile gelmemesi gereken sorular soruluyor ve vatandaşın orucuna, namazına vs karışılmaması adeta onlara lütfedilmiş bir hak gibi sunuluyorsa, orada bir sıkıntı var demektir.

Elbette vatandaşın namazına orucuna karışılmayacak.

Bunun aksi nasıl düşünülebilir ki?

Tabii ki karışmayacaksın, tabii ki dileyen camiye de gidecek, oruç da tutacak.

Ama Türkiye’de birileri ikide bir “Kimin namazına, camisine karışılıyor” diye sorma gereği duyuyorsa, anlıyoruz ki, o ülkede iyi gitmeyen bir şeyler var ve üzeri örtülmek isteniyor.

örneğin, Norveç’te niye hiçbir gazeteci “Biz kimin Pazar günü kiliseye gitmesine karışıyoruz?” diye bir soru sormak gereği duymuyor?

Ya da İtalya’da niye hiçbir siyasetçi “Bu ülkede herkes göğsünü gere gere ‘ben Hıristiyanım’ diyebilmedir” demek gereğini hissetmiyor?

Ertuğrul özkök, işi daha da ileri götürüp “Bu ülkede kimin kelime-i şehadet getirmesine karışılıyor?” bile diyor.

Bu tür yaklaşımların “şecaat arzederken sirkatini söylemek”ten farkı yok.

Oysa, ister günlük hayatında dindar olsun, isterse olmasın, aydınlık bir vicdana sahip olan herkesin kabul ettiği bir gerçek var:

Türkiye’deki sekülerlikle özdeşleştirilip anakronik bir pozitivizmle bezenmiş laiklik anlayışı, başka hiçbir ülkede bulunmayan bazı özellikleri dolayısıyla, uygulamada yığınla sorun ortaya çıkarıyor.

Bırakalım başörtüsü konusunda yaşanan ayrımcılıkları, başörtülüleri adeta bir viruslermiş gibi ikide bir mercek altına alıp “artıyor-azalıyor” diye inceleyen araştırma ve anketleri, kurban derisi tartışmalarını, bir okulun bodrumunda namaz kılan çocukların bile manşetlere çekilmesini, ‘Deprem ilahi ikazdır’ diyenlerin cezaevine gönderilmesini falan bir yana…

Bu ülkede bir siyasi partinin iftarda tasavvuf müziği çalması bile gericilikle ilişkilendirilmiş ve bir parti yöneticisi de “İftarda pop müzik çalamazdım ya!” diye kendilerini savunmak zorunda kalmamış mıydı?

Sanki konjonktüre göre değişik öcüler imal etmeyen, cadı avlarının, yasaklamaların, sürgünlerin, ayrımcılıkların, hak mahrumiyetlerinin hiç yaşanmadığı güllük gülistanlık bir ülkede ya da bir başka gezegende yaşıyoruz da, birileri çıkıp “Ne var ortada? Kime ne deniliyor” türünden komik söylemlerde bulunuyorlar.

“Komik olmak”, herkesin en doğal hakkı tabii.

Ama komikliği ciddi bir fikirmiş gibi savunursanız, ortaya “trajedi” çıkıyor!..


münaşaka

AK Parti’nin sosyal demokrat orijinli milletvekillerinden Haluk özdalga, CHP lideri Deniz Baykal’ı “Umutlarını yitirmiş kovboylara” benzetmiş.

Bence haksızlık etmiş.

çünkü benim bildiğim Baykal, “CHP’yi her zaman ana muhalefet partisi yapabilmek” umudunu…

Hiçbir zaman kaybetmez!..


sözünözü

İnsanın kendi aklını beğenmemesi için, aklından ötesini görebilmesi gerekir. (Persius)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi