Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Anti emperyalizm ve bağımsızlık üzerine

Anti emperyalizm ve bağımsızlık üzerine

Önce emperyalizm nedir?
Vikipedia’da emperyalizm veya yayılmacılık, “bir devletin veya ulusun başka devlet veya uluslar üzerinde kendi çıkarları doğrultusunda etkide bulunmaya çalışmasıdır” şeklinde tanımlanmaktadır. “Emperyalizm” Latince “imperium” sözcüğünden türetilmiştir ve “diktatörlük gücü, merkezî hükümet, keyfî yönetim metotları” anlamına gelmektedir. Fransa’da bu tanım 1830’larda Napolyon imparatorluğuna hayranlık duyanları nitelemek için, 1848’den sonra ise Napolyon III’ün kötü yönetimini ifade etmek için kullanılmıştır. Emperyalizm kavramının kullanımı 1870’lerde İngiltere’de yaygınlaşmıştır. Yani farklı etnisitelere dayalı toplumlarda, etnik milliyetçilerin gözünde merkezi hükümet emperyalisttir bu tanıma göre..
Sonuçta “bir ülkenin sınırlarını genişletmesi, başka ülkeler üzerinde hegemonya kurma” anlamında kullanılıyor ve Eski Roma’nın başka ülkeleri boyunduruğu altına alarak onları kendine bağlama, vergiye bağlama, yönetme iddiası ile ilgili. Daha sonra sömürge ve köleci yönetimlerin başka ülkeleri “sömürge” haline getirmesi ile kolonyalizmle eş anlamlı olarak kullanıldı.. Yani kolonileştirme şeklinde bir anlam yüklendi kavrama..
Genel anlamda 16. YY’a kadar devam eden imparatorluk geleneği, coğrafi keşiflerle başlayıp 19. YY’a kadar devam eden kolonyalizm, 3. evre ise 1. ve 2. Dünya Savaşı ile başlayan süreçtir.. Son dönemde kavramın içi Amerika’nın yayılmacı siyasetine karşı, anti emperyalist işçilerin emperyalizme karşı devrimci mücadelesine verilen ad olmuştur..
1870’li yıllarda İngiltere’de Başbakan Benjamin Disraeli, emperyalizm kavramını pozitif anlamda İngiliz Milletler Topluluğu’nu yeniden yapılandırarak sömürge imparatorluğunu güçlendirme ve genişletme politikalarını tanımlamak için kullanmıştır. Böylece emperyalizm, sömürgecilikle eş anlamda kullanılmaya başlanmıştır. Bu muhafazakar bir yaklaşımdır. Bu yoruma göre emperyalizm, mükteseb ve meşru bir hak olarak görülmüştür.
1900’lerle birlikte marksist düşünürler kavrama yeni bir içerik kazandırdılar. Rosa Luxemburg, Rudolph Hilferding, V. I. Lenin ve Nikolai Bukharin basit sömürgecilik yerine ekonomik nüfuzun daha karmaşık şekillerine dikkat çekmişler; kavramı pazarların, arz kaynaklarının ve yatırım yollarının hakimiyet altına alınması ile ilişkilendirmişler ve emperyalizmi “kapitalizmin uluslararasılaşması” olarak tanımlamışlardır..
Olayı psikolojik ve sosyolojik olarak analiz eden Michael Barrant Brown’a göre emperyalizm “ekonomik yönden az gelişmiş ülkelerin gelişmiş olanlara tâbi olmasını sağlayan ekonomik, siyasal ve askerî ilişkileri niteler. Emperyalizm dünya ekonomisindeki eşitsiz ilişkiler sistemini tanımlayan en uygun kelimedir.” Yani emperyalizm kavramını emperyalistler değil, büyük ölçüde üretim-tüketim ilişkileri açısından varolan ilişkileri değiştirmek isteyen marksistler tanımlamışlardır..
Liberalist akım düşünürlerinden John Hobson’a göre emperyalizm kapitalizmin bir takipçisi değil, siyasi bir seçimdir. Kaynakların kıtlığı ve rekabet edebilme ihtiyacı emperyalizme kapı aralamaktadır. Kimine göre emperyalizm kapitalizmin yanlış uygulama, sapmasının ürünüdür.. Kalkınma/refah ve zenginlik çabalarının yön verdiği azgın iştihaları kışkırtan finans kapital ve gücün artmasına paralel ortaya çıkan tehdit algılaması ve savunma refleksi ve bunu destekleyen savunma sanayinin yön verdiği stratejik kaygılar, bu sonucun doğmasına sebep olmaktadır.
Bu arada, Hans Neisser emperyalizmi “bir ulusun, doğal sınırlarının ötesindeki nüfusu kendi siyasal yönetimi altına almak amacıyla, bu sınırların ötesinde bir imparatorluk kurma süreci” olarak tanımlar.
Önce, sadece “anti” olmak bana çok anlamlı gelmiyor.. Önce bir varolan var ve siz ona karşı çıkıyorsunuz.. Dolayısı ile özünde yine emperyalizm var. Mesela, anti emperyalizm, mazlumların egemenlere karşı koyma hakkını savunurken, kendisi güç olduğunda, bu başkalarına kendi gücünü dayatmayacağı anlamına gelmiyor.. Kuşkusuz emperyalizmi savunmak mümkün değil, ama emperyalizme karşı “anti emperyalizm”in de çözüm olduğunu düşünmüyorum..
Emperyalizm sıradan bir imparatorluk rejimi de değildir.. Fransa’nın cumhuriyetle yönetilmesi, Afrika’da sömürgeleri bulunduğu gerçeğini değiştirmediği gibi, Japonya’nın imparatorlukla yönetilmesi de, sömürgeleri olduğu ya da emperyalist bir ülke olduğu anlamına gelmiyor.. AB’nin başkenti Brüksel aynı zamanda Belçika’nın başkenti, küçücük bir krallık, ama aynı zamanda Afrika’da sömürgeleri olan bir ülke.. İsrail’in hiç sömürgesi yok ama, emperyalist bir ülke. Bir şekilde tüm dünyayı sömürüyor.. Onun için emperyalizm ve anti emperyalizm üzerinden yapılan tartışmaların bizi doğru bir yere götüreceğini sanmıyorum. Bu gün bu iki kavram, komünist ve kaptilistler arasındaki ideolojik hesaplaşmanın jargonu olarak gözüküyor.
Ulusalcıların anti emperyalist bir devlet iddiaları da bana bu anlamda inandırıcı gelmiyor.. Kemalizmin de böyle bir iddiası olduğunu sanmıyorum.. Batı’ya karşı Kurtuluş Savaşı iddiası ile Kemalist devrimin toplumu batılılaştırma çabaları arasında açık bir çelişki sözkonusu.. Kimi Kemalist devrimciler, faşist İtalalya’yı bir terbiye diktatörlüğü olarak selamlayıp, “Anadolu yaylalarında çıplak ayakları ile şaraplık üzüm ezen Normandiya köylülerinin hayali”ni kurmuyor mu idi? Devletler için önemli olanın adalet olduğunu düşünüyorum.. “Adil devlet”, “adil yönetim”, “Adil birey!” Yani adaletin mülkün temeli olduğu bir ulusal ve uluslararası düzen.. Nimet-külfet dengesini esas alan bir düzen.. Haksızlık, zulüm ve tehdit kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, her zaman ve her şartta, haklıdan, mazlumdan yana olmayı önceleyen bir duruş..
Bana göre “paracı” olan, ilişkilerini paraya indirgeyen herkes, asgari ücretle çalışan biri de olsa “Kapitalist”tir. Yani “kapitalci”dir.. “Paracı” değilse, zengin de olsa “kapitalist” değildir..
Osmanlı bu anlamda bir imparatorluktu ama, mesela emperyalist bir ülke değildi. Üstelik bu günki 202 ülkeden 110’ununda tebası bulunmasına rağmen.. Unutmamak gerekir ki, bazı ülkelerin halkı kendi zalim yöneticilerinin zulmünden kurtulmak için başka ülkelere kaçmakta ve ancak başka ülkelerin yardımı ile başlarındaki zalim yöneticilerden kurtulabilmektedir.. Burada asıl önemli olanın adalet ve maslahat olduğunu düşünüyorum.. Adalet ve barış düzeni. Zaten adalet ve barış düzeni varsa o ülke halkının özgür olması gerekir. Bir ülkede adil bir yönetim yoksa, bağımsız olsa da zalim bir yönetimse, hem kendi halkına zulmediyor ve hem de başkalarını kendi boyunduruğu altına almaya çalışıyorsa, ne değeri var ki bunun. Rusya anti emperyalist bir mücadele verirken başka ülkeleri ve halklarını kendi hegemonyasına almadı mı? Ya da Çin’in Sincan bölgesinde yaptıkları neydi? Rusya’nın yaptığı “sosyal emperyalizm” olmadı mı? Bazı kavramlar ilk duyuşta kulağa hoş gelse de, hayattaki karşılığı aynı şekilde güzel olmayabiliyor..
Dolayısı ile emperyalizm ve anti emperyalizm tartışmaları kulağa hoş gelen şeyler olsa da, içi boşaltılmış kavramlardır.. Bir oyun olan kapitalizm/komünizm tartışmasının gönüllü figüranları için bu iyi bir bahanedir, hepsi o kadar.. Bütün bunlar emperyalizmin olmadığı anlamına gelmiyor. Ya da emperyalizme karşı mücadele etme kararlılığı içinde olmadığımız anlamına da gelmiyor. Ancak bu olgu karşısında konumumuzu belirler ve kendimizi tanımlarken tuzağa düşmememiz gerektiğini anlatmaya çalışıyorum.. Sonuç olarak, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana zalime karşı..
Bağımsızlık konusu bu durumda yarına kaldı..
Selam ve dua ile..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdurrahman Dilipak Arşivi