İbrahim Karagül

İbrahim Karagül

Bu hesap PKK'dan çok daha büyük!..

Bu hesap PKK'dan çok daha büyük!..

Anlaşılan Başbakan Tayip Erdoğan'ın 5 Kasım'da Beyaz Saray'da yaptığı görüşmede PKK'dan fazlası konuşulmuş. Ne konuşulduğunu bilemeyiz ama o günden beri özelde PKK, genelde ise bölgeye ilişkin konularda çok radikal gelişmelerin yaşandığını söylemek sanırım abartılı olmaz. Görüşmede, özel gündemin dışında Pakistan'ın konuşulduğu yansıdı. Tam da o günlerde Pakistan'da olağanüstü hal uygulandı. Birkaç hafta sonra da Benazir Butto öldürüldü. Ama dahası var.

5 Kasım sonrası PKK'nın tasfiyesine ilişkin kararlı bir program uygulanıyor. Hiç bir ülkeden ve çevreden ses çıkmadı. Askeri operasyon sürecini geniş anlamda Kürt sorunuyla bağdaştırma diye bir durum ortaya çıkmadı. Bu konuda adı öne çıkan bir çok ülkenin geleneksel tavırlarını değiştirdikleri gözlemleniyor. öyle ki, PKK'nın etkisizleştirilmesine yönelik stratejide tam da Türkiye'nin hedeflediği gibi bir çeşit “uluslararası konsensüs” oluşturulabildi. Siyasi süreç belki daha tartışmalı olacak ama Türkiye'ye karşı genel tepkisizliğin o dönemde de devam edeceği yönünde bir karine oluştu sanki.

Peki neden böyle oldu? 5 Kasım'da Türkiye ile ABD arasında PKK konusunda varılan uzlaşma, her şeyin bu kadar yolunda gitmesi için yeterli mi? Diyelim PKK'nın etkisizleştirilmesi için yeterli o zaman bölgedeki genel farklılaşmayı nasıl açıklayacağız? Pakistan'dan Kuzey Afrika'ya uzanan kuşak için için kaynıyor. Türkiye bu kuşaktaki her gelişmeyle birebir bağlantılı hale geldi.

Aklıma Başbakan Tayyip Erdoğan'ın; aslında üzerinde durulmayan, hak ettiği karşılığı bulamayan iki cümlelik açıklaması geliyor: “Türkiye enerjisini iç çatışmalarla tüketen bir ülke olmaktan çıktı. Bugün Türkiye'yi dikkate almadan bölge değil dünya dengeleri içinde de hesap yapılamaz.”

Enerjiyi içeride tüketen şeylerin başında PKK geliyordu. Kararlı bir plan uygulanıyor. Ardından Kürt meselesi geliyor. Eminim ardından buna yönelik köklü açılımlar başlayacak. İşaretleri şimdiden verilmeye başlandı. İç iktidar krizi, başörtüsü gibi konularda genel uzlaşma, işbirliği, konsensus yolları aranıyor, bazı alanlarda başarılı sonuçlar alınıyor.

Türkiyesiz hiçbir hesap yapılamayacağına gelince… Aslında dikkat çekmeye çalıştığım nokta bu. Münhasıran Türkiye'ye özgü sorunlarda Ankara'nın yaklaşımı hiç olmadığı kadar destek bulduğu gibi, Türkiye'nin potansiyel etki alanındaki her gelişmede Ankara'nın merkezi rolü, yönlendirici etkisi hızla artıyor. Biraz daha somutlaştıralım:

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ABD temaslarından çıkan en önemli sonuçlardan biri, Türkiye ile ABD'nin Irak'ın enerji kaynakları üzerinde işbirliği kararı oldu. Enerji Bakanı Hilmi Güler'in de görüşmelerde bulunmasının nedeni bu. Her ne kadar Irak petrol yasası çıkarılmamış olsa da, muhtemelen Türkiye'nin Sünni Araplar üzerindeki etkisiyle bu yasa çıkarılacak. Karşılığında Türkiye, hem siyasi olarak hem de ekonomik olarak Irak'ta yerini alacak. Ankara'nın meseleyi PKK ve Kuzey Irak'ın ötesine taşıma, Irak'ı bir bütün olarak algılama stratejisiyle uyum içinde olan bir durum. örnekler verelim:

Türkiye, Irak'ta enerji işbirliğinin dışında, Hazar enerji kaynaklarında var. İran enerji kaynaklarının Avrupa'ya ulaştırılmasında var. Dolayısıyla Avrupa'nın enerji projelerinde kilit ülke haline geliyor. Dahası, Cumhurbaşkanı Gül'ün Kahire ziyaretinde de ortaya çıktığı gibi, Mısır'dan Türkiye'ye oradan da Avrupa'ya ulaşacak boru hattı ile Kuzey Afrika enerjilerinde var.

Bütün bunlar oluyorken, dün Bağdat ile K. Irak arasındaki petrol geriliminde önemli bir gelişme oldu. K. Irak'taki bölgesel Kürt yönetiminin, Bağdat yönetiminin itirazlarına karşın, yabancı şirketlerle imzaladığı petrol anlaşmaları merkezi Irak yönetimi tarafından geçersiz sayıldı. Mesud Barzani'nin Bağdat temasları başarısız oldu ve merkezi yönetim, Kuzey'le anlaşma yapan şirketlerle ilişkileri kesme kararı aldı.

Bunu hem Türkiye'nin PKK ve Kuzey Irak politikasıyla hem de genel anlamda bölgesel enerji denklemi içinde düşündüğümüzde yeni büyük resmin önemli bir parçası olduğu gerçeği ortaya çıkıyor. Dahası var:

Nükleer enerji alanında önemli çıkış yapmaya hazırlanan Türkiye, sadece kendisi için değil, bütün bölge için nükleer merkez olma yolunda adımlar atıyor. ABD Başkanı George Bush ve Fransa Cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy'nin son Ortadoğu turuna dikkat edelim. İran'ın nükleer çalışmalarına karşı sert tavır alan iki ülke, bölge ülkelerini nükleer santrallerle donatıyor. Cezayir, Libya, Mısır, Katar, S. Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelere nükleer santraller kuracaklar. Bunun bölge için oluşturduğu tehlike ayrı bir tartışma konusu.

Petrol ve doğalgaz enerji trafiğinde kilit ülke olmaya aday Türkiye, bu santrallere yakıt üretmeyi planlıyor. Yani uranyum zenginleştirmesini yapacak, bu ülkeler de santralleri için yakıt olacak zenginleştirilmiş uranyumu Türkiye'den alacak. İşin en önemli kısmı belki İran da zenginleştirilmiş uranyumu Türkiye'den alacak. Doğalgaza karşı uranyum!

Başbakan'ın dediği gibi, enerjiyi içeride harcama dönemi biterse, gerçekten de Türkiye'nin nüfuzunu bir daha sınırlama imkanı kalmayacak. Süreç kazaya uğramazsa, birkaç yıl sonra PKK'nın çok ötesinde şeyler tartışıyor olabileceğiz….





Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İbrahim Karagül Arşivi