Kocatepe Muhribi'ni kim batırdı?

Kocatepe Muhribi'ni kim batırdı?
KOCATEPE’NİN FELAKETİ BU RAPORLA BAŞLADI: Acıdır, kendi uçaklarımız kendi gemilerimize hücum etmiş ve üç muhripten Kocatepe, Akdeniz'in mavi sularına gömülürken, Adatepe ve M.Fevzi Çakmak muhripleri de bombardımandan nasiplerini almışlardı

GİRİZGAH
Üzerinden tam 34 yıl geçmiş bir yaramız var ki, hâlâ hatırladıkça yüreğimiz burkulur, bir tuhaf oluruz. Kıbrıs'ta 1974 yılında Rumlara karşı yaptığımız savaşta kendi uçaklarımızın, Kıbrıs'a asker ve teçhizat getiren Yunan gemileri zannıyle kendi gemilerimizi bombalaması ve Akdeniz'in 54 denizcimize mezar olması... 54 şehidimiz, ölürken Yunanlılar tarafından saldırıya uğradıklarını sanıyorlardı. Kocatepe kendi uçaklarımız tarafından batırılırken, Adatepe ağır yaralanıp bakıma alınıyor ve hafif hasarlı M.Fevzi Çakmak ise BAF sahillerini bombalamaya devam ediyordu. Kocatepe "Fram 2" diye adlandırılan destroyerler grubundandı. 1944 yılında ABD'nin San Pedro'daki tersanelerinde kızağa konulmuştu. Kocatepe'nin kardeşleri olan Adatepe ve Tınaztepe de aynı yıllarda yine Kocatepe'yi yapan şirket tarafından San Fransisco’daki tersanelerde inşa edilmişlerdi.
9 Haziran 1945'te Amerikan donanmasının hizmetine giren ve 20 yıl hizmet gören muhrip, 7 Temmuz 1974'te Deniz Kuvvetleri'ne devredilmişti. Teslim alındıktan 14 gün sonra batacağını ve 54 denizcimize mezar olacağını nereden bilebilirdik ki?

Bir zamanlar Genelkurmay'da "Enflasyon nasıl düşürülür" diye bir çalışma grubunun kurulduğu açıklanmıştı. Yapılan hatalara bakınca, kamuda ve özelde; herkesin kendi işini yapmasının en sağlıklı yol olduğunu, iç siyasete müdahalenin de enerji kaybına ve moral israfına yol açtığını düşünüyorum. Kurumların daha iyi çalışması ve ortak acılar yerine ortak sevinçler üretebilmesi hepimizin yürekten arzusu.

Kocatepe olayında 54 evladımızı kaybettik ve sorumlu da aramadık, arayamadık daha doğrusu. Kendi gemimizi kendi uçaklarımızın batırdığını bile ancak bir yıl sonra bir gazetede yayınlanan diziden öğrenebildik. "Eh, öğrendiniz de ne oldu, başınız göğe mi erdi" de diyebilirsiniz, sorumlular bulunup cezalandırılmalı idi de diyebilirsiniz. Ateş düştüğü yeri yakar. O 54 kişinin birinci derece akrabaları acaba neler düşündüler onlara sormak lazım Kocatepe olayını.

Yazarı konuyu kitaplaştırıyor ve bir aracı ile kitap Genelkurmay'a gönderiliyor. Kitabın yazarı ise elinde bir İngiltere bileti, Atatürk Havalimanı'nda beklemektedir. Genelkurmay'dan gelecek tepkiye göre İngiltere'ye uçacaktır. Kitabın yazarına "Genelkurmay'dan aşırı bir tepki gelmediği, ancak yine de durumunun garanti edilemeyeceği" söylenir. İşte böyle bir ortamda Kocatepe sorgulanmaktadır. Buna sorgulama denilebilirse.. 
Kocatepe olayını tekrar hatırlarken, biz de mezarları Akdeniz olan 54 şehidimizi rahmetle anıyoruz. Mezarları cennet bahçelerinden bir bahçe olsun!

Güven Erkaya'yı hepimiz; davetli olarak gittiği Başbakan sofrasında rakı isteyen bir deniz kuvvetleri komutanı olarak tanıdık. Böyle kötü bir şöhretin sahibi 28 Şubatçı bir paşa olarak tarihin sayfalarına yazıldı. Taner Baytok da bir diplomat. Güven Erkaya ile 40 yılı aşkın bir dostlukları olmuş. Birlikte sevinmiş, birlikte üzülmüşler ve hasbelkader Güven Erkaya, 28 Şubat'ta bir kuvvet komutanı ve Milli Güvenlik Kurulu üyesi olarak piramidin en üstünde görevler yüklenmiş.

1997'de Güven Erkaya, 1998'de de Taner Baytok emekli olunca geçmişe dönük bir vefa muhasebesi yapmaya ve bunları da kayda geçirip, tarihin kucağına bırakmaya karar vermişler. "Bunları bir kayda geçirelim, sonra bunların içinden yayınlayabileceklerimizi seçer, bir kitap haline getiririz" diyerek hatıralarına yolculuk başlatmışlar. Sonradan "Bir Asker, Bir Diplomat, Güven Erkaya Taner Baytok söyleşi" adıyla yayınlanan ve Erkaya'nın çıkışına ömrünün vefa etmediği hatıraların ilk adımı böylece atılmış. Baytok, kitabın önsözünde bu ilk adımı anlatıyor:

"2000 yılı Şubat ayı başında, haftada üç gün 16.00 ila 20.00 saatleri arasında Erkaya'nın Yeni Levent'teki Komutan Lojmanları'ndaki evinde buluşup bir plan dahilinde, önem verdiğimiz ortak konular üzerinde notlarımıza, kitaba, takvime veya haritaya bakmadan hatırımızda kaldığı gibi konuşmaya başladık. Emekli Deniz Kurmay Albay Ziya Bülent bu konuşmalarımızı banda kaydetti. Hastalığının çok ilerlediği günlerde dahi görüşmelerimizi ara vermeden sürdürdük."

Baytok'un açıklamalarından anlaşıldığına göre, 18 kaset tutan orijinal metinler deşifre edilmiş ve tamamı kitaba girmemiş. Bir kısmı devlet sırrı niteliği taşıdığı için, bir kısmı da halen yaşayan bazı üst düzey dostların üzüleceği gerekçesi ile kitaptan çıkarılmış. Baytok tamamı 18 kaset tutan bu kayıtların hiç değiştirilmeden, deşifre edilmiş olarak arşivlerde saklanması için askerî makamlara sunacağını söylüyor önsözde. Yerinde bir davranış olur şüphesiz. Keşke tüm sorumluluk sahipleri hatıralarını yazsalar ve sırları onlarla beraber mezara gitmese... Tabii bu hatıralarda bizi ilgilendiren kısım ne Güven Erkaya'nın Başbakan’ın sofrasına bile rakı istemesi, ne de irticaya karşı verdiği anlı-şanlı mücadele(!). Bizim konumuz Kıbrıs'a yaptığımız harekat sırasında Kurmay Yarbay Güven Erkaya'nın komutanlığını yaptığı Kocatepe Muhribi'nin başından geçen serencam... Acıdır, kendi uçaklarımız kendi gemilerimize hücum etmiş ve üç muhripten Kocatepe, Akdeniz'in mavi sularına gömülürken, Adatepe ve M.Fevzi Çakmak muhripleri de bombardımandan nasiplerini almışlardı. Kocatepe'de 54 evladımız Akdeniz'in sularına gömülmüştü. Ve bir yıl Genelkurmay tarafından bu olay gizlenmişti. Baytok, bu hatıraları kaleme alırken, Kocatepe ile ilgili olanların sansürlenerek kitaba girdiğini itiraf ediyor. Güven Erkaya hem Kocatepe olayının konuşulup, anlaşılmaya ihtiyacı olduğunu söylüyor, hem de bildiklerini kamuoyundan saklayarak, esas bilgilerin askeri makamlara sunulduğunu söylüyor. Yani devlet sırrı olarak arşivlere giriyor. O zaman kamuoyu, Kocatepe konusunda aydınlatılmak şöyle dursun, daha karanlık bir noktaya çekilerek olay çözümsüzlüğe götürülüyor. Kocatepe hâlâ bir muammadır. Erkaya, suçsuzsa neden yaşadığı süre içinde susmuştur?

Şimdi geliyoruz 1974 Kıbrıs çıkarması ve Kocatepe olayına. Taner Baytok bu hatıraların kayda alınışında sıranın Kocatepe'ye geldiğini düşünür: "Sen 1974 Kıbrıs Barış Harekatı'na katılan ve batan Kocatepe muhribinin komutanıydın. Geminin batışı o zaman kuvvetlerimiz arasındaki koordinasyon eksikliğiyle izah edilmişti. O sıcak olayı en yakından yaşayan sorumlu bir kişi olarak, olanları anlatıp değerlendirebilir misin?

G.E.- Bu olayla ilgili bildiklerimi ve düşündüklerimi, naciz vücudumla birlikte öbür tarafa taşımak hakkına sahip değilim. Bununla ilgili olarak söyleyeceklerimin hepsinin kayda geçirilip bilinmesi lazım.

Kocatepe gemisinin batırılması olayından alınacak büyük dersler vardır. Bu alanda hazırlanacak bir 'case study' akademilerde okutulmalı, karargahlara anlatılmalıdır. Genelkurmay bununla ilgili bir rapor hazırladı, konu kapatıldı. Senin de dediğin gibi, asıl amaç suçlu aramak değil, gerçekleri, bir daha vuku bulmaması için açıklıkla ortaya koymak, eksiklikleri giderip önlemlerini almaktır.

Söyleyeceklerim bir yerde yazılı olarak bulunmalıdır. Bunun ne kadarını yayımlayıp yayımlamayacağımızı sonra kararlaştırırız. Bunların kamuoyumuz tarafından bilinmesi de, insanlarımızın en tabii hakkıdır diye düşünüyorum.

***

Kıbrıs'ta Nikos Samson'un darbe yaptığı haberleri geldi. Gemideki arkadaşlarımı toplayıp bu darbenin Türkiye ile Kıbrıs arasında bir harp demek olacağını söyledim. Ona göre hazırlık yapmamız lüzumunu belirttim. Ankara'ya dönme durumu, atık ortadan kalkmıştı.

Kıbrıs Harekatı'na Mersin'den katıldım. İlk iş olarak, gemi personelinin eğitimine eğildim ve hava savunma ve gemiyi terk eğitimlerine öncelik verdim. Çünkü ABD'nin İkinci Dünya Harbi'nde kullandığı, elimizdeki Kocatepe, Adatepe ve Tınaztepe gemilerinin doğru dürüst hava savunma sistemleri yoktu.

Bunlar, uçak gemisini denizaltılara karşı korumak üzere yapılmış gemilerdi. Üzerlerinde denizaltılara karşı savunma silahları, bir de 5 pusluk, 12,7 cm'lik topları vardı. İkisi başta, ikisi kıçta dört namlu. Bunlar, su üstü harbi ve kara bombardımanı maksatlı olarak kullanılırlar. Hava savunmasında pek etkinlikleri yoktur. Atış süratleri düşüktür. Dakikada 16 mermi atarlar. Atış kontrol sisteminin kontrol edebileceği uçak sürati 400 mil civarındadır. Süratli uçaklara iki-üç mermi ya atarsın ya atamazsın. O iki-üç atışta vurdun, ne âlâ. Vuramazsan gitti demektir. Bu gemilerle su üstü savaşını yapabilirsin. Zaafiyet hava savunmasında. Bunun için eğitimde, bu sahaya öncelik verdim.

Eğitimde bir de, gemiyi terke önem verdim. Bu da başlı başına bir konu. Her bireyin eğitim alması gerekli. Öyle erler var ki, Donanma'ya girene kadar ayağı deniz suyuna girmemiş. "Gemiyi terk et" dediğinde, adam kendisini denize atmıyor. Erleri buna alıştırdık, can salı denize nasıl atılır, sala nasıl çıkılır, salda nasıl yaşanır, can yeleği nasıl bağlanır, bunları göstere göstere, erleri eğittik."

Sonradan "Kocatepe'nin son 72 saati" adıyla o günleri Yeni Yüzyıl'da anlatan Kocatepe'nin Harekat Merkez Subayı Üsteğmen Özhan Bakkalbaşıoğlu, "Komutanımız sanki saldırı içine doğmuş gibi sefere çıkmadan 2 gün önce gemiyi terk eğitimi yaptırmıştı" diyecektir.

"Akşam üzeri, harekattan iki gün önce, yani 18 Temmuz günü komutan bizzat beni çağırarak şu emri verdi: 'Savaş harekat subayım, şimdi 20 dakikalık bir hava hücum senaryosu hazırlayın ve hücum sonunda personeli gemiyi terk yerlerine alın böylelikle son kontrolleri gözden geçiririz.' Emri çok kısa zamanda yerine getirdim. Senaryoya göre hava hücumu yapılacak, gemi hayati bölgelerinde hasar alacak, yangınlara müdahale edilecek ve gemi terk edilecek.

Çok garip değil mi? Hava üstünlüğü zaten bizde. Yunan uçakları Kıbrıs'a gelebiliyorlar ama dönemiyorlar. Yani çok az bir süre Kıbrıs'ta kalabiliyorlar. Acaba bir saldırı olacağı içimize mi doğmuştu? Kim o zaman diyebilirdi ki 2 gün sonra bu senaryo gerçek olacaktır diye!

Belki de şans bizden yana idi. Böyle bir eğitim yaparak en azından personel son bir defa daha savaş eğitimini yapıp gemiyi terk yerlerindeki sallarını gördü. Bilgilendirildi ama yine de bedel ağır ödendi. Belki çok daha ağır ödenecekti de bu son eğitim bunu asgariye indirdi. Ben bu son düşünceye katılıyorum."

Tekrar Güven Erkaya-Taner Baytok'un Kocatepe üzerine yaptığı söyleşiye dönüyoruz. Erkaya konuşuyor.

"Bu arada, deniz karakol uçağı bir rapor geçti. Raporda, bir konvoyun doğuya, Baf'a doğru yol aldığı belirtilmekte ve bizden bu gemilerin Kıbrıs'a çıkmalarının engellenmesi istenmekteydi.

10-12 gemiden oluşan bir konvoyun Kıbrıs'a doğru yol aldığına dair, Muğla'daki Jandarma İl Komutanlığı'ndan alınan ham bir istihbarata dayanan bir emir. Emirde konvoyun rotası Baf olarak belirtiliyor. Sürati bildiriliyor.
Ben konvoy olarak belirlenen gemi topluluğundaki gemilerin tiplerini ve milliyetini sordum. Deniz karakol uçağından bunların bilinmediği cevabını verdiler. 'Sabah alacakaranlığı keşfinde bunları öğrenip birliğe bildirin' dedim."

Şimdi ne olmuş, burada kesip öncesine döneyim. Muğla'daki İl Jandarma Komutanlığı'ndan Muğla valisine, ondan Jandarma Genel Komutanlığı'na, bu komutanlıktan Genelkurmay'a, Genelkurmay'dan da Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na bir rapor gelmiş. Rapor şu: "Rodos'ta, Mandrake Burnu açıklarında asker yüklü 10-12 gemi." İşte bütün olayları başlatan rapor bu.

Bir hesap yapmışlar. Bunlar gitse gitse 8 mil, hadi bilemedin 10 mil süratle gider, o süratle Baf'a şu saatte varırlar. Bizden istenen de, o saatten önce Baf önlerine varıp bunların Baf'a girmesini önlememiz.

Fatih Uğurlu - Vakit

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.