'Yatağına işeyen yazar'a cevabımdır!

'Yatağına işeyen yazar'a cevabımdır!
Hasan Karakaya'nın 4 Eylül 2007 tarihli yazısı.

öncelikle söyleyeyim de, “yanlış anlama”lara yol açmasın... Şu anda aktaracağım “anekdot”un, biraz sonra yazacaklarımla hiçbir ilgisi yok... Sadece, bana çok “ilginç” geldiği için aktarmak istedim...
Efendim, Hürriyet’ten kovulan Emin çölaşan, 1 Ocak 2002’de yayınlanan Hürriyet’in ilavesinde; o zamanlar “oda komşusu” olan Bekir Coşkun’dan bahsederken, “Pako’nun babası” ifadesini kullanmış ve hatta demiş ki; “Pako, babası Bekir Coşkun’dan daha ünlüdür. (...) Pako’ya gelen telefon, faks ve mektup sayısı Bekir’e gelenlerden çok daha fazladır... Bekir, bu yüzden Pako’yu hafiften kıskanır ama, belli etmez!”
“Pako”yu herhalde biliyorsunuz... Pako, “Bekir’in evlâdı” olarak ün salmış bir “minik köpek”tir!..
Rivayetlere göre; “Pako”yu merak eden bir vatandaş, Bekir’lerin evine gitmiş... Tabiî, Pako ölmeden önce!.. Köpeği sevmiş, okşamış, biraz oynaşmış!.. Olacak ya, bir ara, farkında olmadan “kuyruğuna” basmış!.. Canı acıyan hayvancağız, “hev, hev” demeye başlayınca vatandaş, “hayret” demiş; “ben bunun kuyruğuna bastım, ama ses ağzından çıkıyor!..”

OKTAY EKŞİ’DEN CEVAP BEKLERKEN!
Bu anekdotu aktardıktan sonra, gelelim asıl mevzumuza... Hatırlarsınız, 31 Ağustos Cuma günü; “Heyy beyni tutuklar, biraz Nutuk okuyun” başlıklı bir yazı yazmış ve bu yazıda Atatürk’ün “kılık-kıyafet” ve özellikle de “tesettür”le ilgili sözlerini aktarmıştım...
Yazımın hedefinde Oktay Ekşi vardı... çünkü, Latife Hanım’ın “çarşaf”ı andıran kıyafetini, “Anadolu kadınının bugün de giydiği başörtüsü”ne benzeten Oktay Ekşi’ydi!..
Latife Hanım’ı, “çarşafı andıran kıyafeti” içinde gösteren fotoğrafı sayfama koymuş ve “iyi bak” diye seslenmiştim Oktay Ekşi’ye!.. Ve eklemiştim: “İyi bak, ama zom olmuş kafayla değil, ayık kafayla bak!”
Oktay Ekşi, herhalde, ya “henüz ayılamadı” ya da “dublör” kullanmayı tercih etti ki; kendisinden beklediğim cevap, Ahmet Hakan’dan geldi!..
Bu, ne iştir anlayamadım... Ben Oktay Ekşi’nin damarına basıyorum ama, cayırtıyı Ahmet Hakan koparıyor!..
Doğrusu merak ettim... “Reytingi düştü” diye, artık Ahmet Hakan’a “Esas Oğlan”lık rolü vermiyorlar da, “dublör” olarak mı kullanıyorlar acaba?!?..
Her neyse... “Hürriyet’in iç meselesi” deyip geçelim... Efendim, “Oktay Ekşi adına cevap veren” Ahmet Hakan, bana “yalancı” demiş!..
Dahası, “sahtecilik” yaptığımı yazmış!..
çünkü efendim;
Atatürk’ün “tesettür”le ilgili sözleri “Nutuk’ta yer almıyor”muş!..
Ya “nerede” imiş o konuşmalar?..
Ahmet Hakan yazıyor: Atatürk, o sözleri, “1923’te Konya’da” sarfetmiş!.. Ama Atatürk, kısa süre sonra, “Kıyafet Devrimi” yaparak, bu konudaki tavrını “net”leştirmiş!..
“Kadın kıyafeti”yle ilgili bir yasa çıkarmamış ama “modern giyimi açıkça teşvik” etmiş!..
Dolayısıyla ben “yalan” yazmışım!..
çünkü, Atatürk’ün, 1927’de okuduğu Nutuk’ta “tesettür savunuculuğu” yapması mümkün değilmiş!..
Ben, “köylü kurnazlığı” yapıp, “olmayan” şeyi yazmışım!

“ATATüRK” DEDİM... AHMET TüRK DEMEDİM Kİ!
Evet, bunlar, “Oktay Ekşi’nin sözcülüğü”ne soyunan Ahmet Hakan’ın yazdıkları...
Şimdi de gelelim, benim yazacaklarıma...

*BİR: Arkadaş; Atatürk, bu sözleri söylemiş mi, söylememiş mi?.. “Söylediğine” göre, bunları Konya’da söylemesi ile Ankara’da söylemesi çok mu önemli?..
Bilmem farkında mısın Ahmet;
Atatürk gibi bir önderi, “karakolda doğruyu söyler, mahkemede şaşar!” konumuna düşürüyorsun!.. Ve hatta, “Konya’da bunları söyledi ama, Ankara’da tavrını netleştirdi” diyerek, “Atatürk’ün takıyye yaptığını” iddia etmek gibi bir garabete düşüyorsun!..
Aman dikkat Ahmet Hakan, “Oktay Ekşi’nin gazı”na gelip, “netameli” konulara girme!..

* İKİ: Atatürk’ten aktardığım o sözlerin hangisi “yalan”dır?.. Ben, “Kemal Atatürk diyor ki” dedim...
Kalkıp da, “DTP’li Ahmet Türk diyor ki” demedim ki!..
Atatürk; bu sözleri sarfetmiş mi?..
Elbette sarfetmiş!.. O halde, neyin peşindesin?..
İllâ “kaynak” mı istiyorsun?..
Al sana kaynak:
Prof.Dr. Afet İnan, Atatürk ve Türk Kadın Haklarının Kazanılması, Tarih Boyunca Türk Kadınının Hak ve Görevleri, sayfa 104.
Bir hatırlatma daha:
Sözkonusu kitap; Hikmet Uluğbay’ın bakanlığı döneminde Millî Eğitim Yayınları arasında da çıkmıştı...
Peki, burada ne diyor Atatürk:
“Eğer kadınlarımız; Şer’in tavsiye ve dinin emrettiği bir kıyafetle, faziletin icabettiği tavru hareketle içimizde bulunur, milletin ilim, sanat, ictimaiyyat hareketlerine iştirak ederse, bu hali; emin olunuz ki, milletin en mutaassıbı dahi takdirden men-i nefs edemez.”

ATATüRK VE TESETTüR
* üç: Gelelim, o yazımda aktardığım sözün tamamına... Şöyle diyordu Atatürk:
“Muhterem hanımlar, düşmanlarımızı aldatan bu manzara-yı hariciye bilhassa kadınlarımızın şeklinden tarz-ı telebbüsünden (kıyafet şeklinden) ve sureti tesettüründen neşet ediyor. Onların aldanmalarına saik olan diğer bir nokta da Ecnebilerle temas edebilecek mevkide bulunan kadınlarımızın etvar ve harekâtının milli etvar ve harekâtımızın timsali olmayı, belki Avrupa etvar ve harekâtının mukallidi olarak görülmesidir. Filhakika memleketimizin bazı yerlerinde, en ziyade büyük şehirlerinde tarzı telebbüsümüz, kıyafetimiz bizim olmaktan çıkmıştır!..
Dinimizin tavsiye ettiği tesettür (örtünme) hem hayata, hem fazilete uygundur...
Tarz-ı telebbüsümüzü (kıyafet şeklimizi) ifrata vardıranlar, kıyafetlerinde aynen Avrupa kadınını taklid edenler düşünmelidir ki, her milletin kendine mahsus ananesi, kendine mahsus âdeti, kendine göre milli hususiyetleri vardır. Hiçbir millet aynen diğer bir milletin mukallidi olmamalıdır.
çünkü böyle bir millet ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne kendi milliyeti dahilinde kalabilir. Bunun neticesi şüphesiz hüsrandır. Tarzı telebbüsümüzde milletin ruhi ihtiyacını tatmin için İslam ve Türk hayatını iptidaden bugüne kadar lâyıkiyle tetkik ve etrafiyle tavzih etmekliğimiz lazımdır. Bunu yaparsak görürüz ki, tarzı telebbüsümüz ve kıyafetimiz onlardan başkadır, lâkin onlardan daha iyidir diyemeyiz. Bizim kadın hayatımızda kadının tarzı telebbüsünde teceddüt (yenilik) yapmak meselesi mevzubahis değildir.”
Peki, Atatürk nerede söylemiş bu sözü?.. Hürriyet’in “Dublör” ve “suflör”üne, bunun da kaynağını göstereyim!..
Açın, bakın... Türk Tarih Kurumu Basımevi’nde basılmış 1959 tarihli “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri”nin 2. Cilt, 2. baskı ve 149-151. sayfalarında bunu bulamazsanız, o zaman bana “yalancı” diyebilir, “sahtecilik”le suçlayabilirsiniz!..
Ama, bu sözler, “orada olduğuna göre” suçlamalarınızı aynen iade ediyorum!..

SöYLEV, NUTUK DEMEK DEĞİL Mİ?
* DöRT: Bu sözler “Nutuk”ta değilmiş... Peki, “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri”nde olunca, “yalan” mı oluyor?.. Ne yani; Türkçeleşmiş bir kelime olan “Nutuk”un, uydurukçası “Söylev” demek değil mi?..
Hem sonra; 1923’te “42 yaşında” olan Atatürk, 1925’te, yani “45 yaşında” iken görüş mü değiştirecek?.. Bunları “15 yaşında” söylemiş olsaydı, “belki değişmiştir” denilebilir!.. “42 yaşındaki” bir insan, hiç tavır değiştirir mi?..

KIYAFET DEVRİMİ DİYE BİR DEVRİM YOK!
* BEŞ: Ahmet Hakan, “1923’ten kısa bir süre sonra, Atatürk’ün bu konudaki tavrını netleştirdiğini” ve “kıyafet devrimi” yaptığını söylüyor!..
Ama, “yalan” söylüyor!..
çünkü Atatürk’ün çıkardığı kanunlar arasında “Kıyafet Devrimi” diye bir kanun yok... “Tevhid-i Tedrisat” Kanunu var, “Şapka İktisası” hakkında kanun var, “Tekke ve Zaviye” kanunu var, “Medeni Kanun” var, “Türk Harfleri”yle ilgili kanun var, “efendi, bey, paşa” gibi “Lakap ve Unvanların Kaldırıldığına” dair kanun var, “Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceği”ne dair kanun var ama “Kıyafet Devrimi” diye bir kanun “kesinlikle” yok!!!
Evet, “Devrim Kanunları” denilen kanunlar arasında, “kadınların kılık-kıyafeti”ne dair, bir tek kanun yok!..
Dahasını da söyleyeyim:
Atatürk’ün; “başörtüsü veya tesettür aleyhinde” bir tek eylemi yok!.. “Var” diyenler “işkembe-i kübra”dan atmasınlar da, “belge” göstersinler!..
Şu sorulara da cevap versinler:
Bugün "Atatürkçü" olduğunu iddia edenlerin yaptığı gibi, Atatürk döneminde "üniversitelerde başörtüsü yasağı" var mıydı?.. Atatürk döneminde "kamusal alan" saçmalığı var mıydı?.. Atatürk döneminde, "türbanlılar Köşk'e giremez" diye bir "dayatma" var mıydı?..
Hele söyleyin; Atatürk'ün, 1927'den, yani "Nutuk"tan sonra "kıyafet"le ilgili bir tek "olumsuz" icraatı var mıydı?..
Bırakın "laga-luga"yı da, bunlara cevap verin!..
Şunu da söyleyeyim; “başörtüsü”nün, Atatürk üzerinden “meşruiyet” kazanmaya ihtiyacı yoktur!..
Başörtüsü; “Allah’ın emri”dir ve zaten “meşru”dur!..
Bizim “Atatürk’ün söylevleri”ne yer vermemizin amacı, “Atatürkçü geçinenler” ile “Atatürk’ten geçinenler”e, olayın bu boyutunu da aktarmak içindir!..

AHMET HAKAN’IN 12 EYLüL KURGUSU
* ALTI: Kusura bakma Ahmet Hakan, yine şu “yatağa işeme” olayına değinmek zorundayım...
çünkü, sen kaşındın!.. Eğer, eldeki “bilgi” ve “belge”lere rağmen; beni “yalan”cılık ve “sahtecilik”le suçlamasaydın, bu olaya hiç girmeyecektim.
“Sahteci”yi göstermek için yazmak zorundayım.
Hatırlarsınız... Ahmet Hakan’ın “Bir 12 Eylül Anısı” başlıklı yazısına, 15 Eylül 2006’da cevap vermiştim... Daha doğrusu, “Olayın canlı tanığı” olan “Ahmet Mehmet Velioğlu”nun o güne dair hatırasını aktarmıştım.
Ahmet Hakan, 12 Eylül gecesi, annesi ve babasıyla birlikte “İsmailağa cemaatinin önde gelenlerinden İhsan Efendi’nin Bayrampaşa’daki evinde” misafirlikteymişler!..
“Darbe olmuş!.. Darbe olmuş!” diye, “sanki namaza kaldırılıyormuş gibi” kaldırılmışlar yataklarından!..
Evde, “günah” diye “televizyon” bulunmadığından, “cızırtılı bir radyo”dan, “Yine de şahlanıyor aman” türküsünü dinlemişler!..
Sonra, “apartman”ın çevresi “bir grup silahlı asker” tarafından çevrilmiş!.. Hane halkından biri, “eyvah” demiş, “İhsan Efendi’yi götürecekler!”
Sonra, durum anlaşılmış... Askerler, “İhsan Efendi”yi değil, “üst kattaki sendikacı”yı kollarından tutup, sürükleyerek götürmüşler!..
Bunlar “Ahmet Hakan’ın yazısı”ndan pasajlardı...
Yazısının sonunda diyordu ki:
“12 Eylül Darbesi Müslümanlara karşı değil, Solcu’lara karşı yapıldı!.. Hatta, darbeden sonra İslâmcılık güçlendi!.. çünkü darbe günü askerler tarafından götürülen İhsan Efendi değil, solcu bir sendikacıydı!”

RADYO YOKTU Kİ CIZIRDASIN!
İşte Ahmet Hakan’ın bu yazısı üzerine, İhsan Efendi’nin oğlu Ahmet Mehmet Velioğlu hoca aramıştı...
“Ahmet Hakan’ın yazdıkları, tamamen hayâl mahsulü” demiş ve son derece ilginç “iddia”larda bulunmuştu...
Velioğlu Hoca diyordu ki;
* “Ahmet Hakan’ın kafasında kurguladığı 12 Eylül gecesi, bizim apartmanda hiç yaşanmamış, yani evimiz askerler tarafından hiç kuşatılmamıştır!..
Oturduğumuz apartmanda “sendikacı” yoktu ki; askerler gelip de sürükleyerek götürsün!..
Komşularımızın tamamı “mütedeyyin” insanlardı.
* Evimizde, evet “televizyon” yoktu... Ama, “günah” olduğu için değil!.. O zamanki şartlarda “televizyon alamayanlar” neden alamamışlarsa, biz de o sebeple alamadık!.. Bırakın televizyonu, evimizde “radyo” bile yoktu!.. Merak ediyorum, Ahmet Hakan; “Yine de şahlanıyor aman” şarkısını, “cep telefonu”ndaki(!) radyodan mı dinledi?!?..
* 12 Eylül gecesine gelince... Biz sabah namazı için kalktık ve her şeyden habersiz “cami”ye gittik... “İhtilâl” olduğunu da, “caminin etrafındaki askerler”den öğrendik... Namazımızı kıldık ve o an açık olan fırından ekmeklerimizi alarak eve döndük... Evdekilerin haberi, bizim söylememizle oldu!.. Hakan’ın uydurduğu gibi; “radyo”dan şarkı da dinlemedik, perdeyi aralayıp dışarıyı da kolaçan etmedik... “Radyomuz yoktu” ki, türkü dinleyelim!..
Yaramız yoktu ki; “Eyvah İhsan Efendi’yi götürecekler” diye gocunalım!..

“ISLATTIĞIN YATAK BENİMDİ!”
* En çok neye üzüldüm biliyor musun Ahmet Hakan?.. Günler ve hatta haftalarca misafir kaldığın, ekmeğini yiyip, suyunu içtiğin evin insanlarını aşağılamana üzüldüm!.. Hadi, diğerleri neyse de, bari annemin hatırına, bunları yazmamalıydın!.. O annem ki; “14 yaşında” kazık kadar adam olmana rağmen, “geceleri işediğin yatağı”, sabahları sessizce kaldırıp, hiç gocunmadan yıkardı!..
* Bak Hakan, eğer “çişin geldi” ise; “cami duvarı”na değil, git başka yere işe!.. Zira, “misafirimsin” diye sana tahsis ettiğim yatağıma “geceleri işediğin” halde; o zamanlar gösterdiğim anlayışı, belki şimdi gösteremem!..”

İŞEMEDEN öNCE RüYANDA MI GöRDüN?
Bak gördün mü Ahmet Hakan, yine eski defterleri karıştırttın bana... Aslında, iyi de oldu... Böylece kimin “yalan” söylediği, kimin “sahtecilik” yaptığı çıktı ortaya!..
Ben, “belge”lerle de ortaya koyduğum gibi, “Atatürk’ün sözlerini” aktardım... Yani, “olan” bir şeyden bahsettim... Ya senin “kurgu”larına ne demeli?..
Sahi, o “solcu sendikacı”yı nereden uydurdun?..
“Olmayan radyo”dan, o “türkü”yü nasıl dinledin?..
“Bir grup silahlı asker”i nerede gördün?..
Bana öyle geliyor ki; bu “yalan”ları ve “sahtecilik”leri, büyük bir ihtimalle “rüyanda” gördün!..
Tabiî, “yatağını ıslatmadan önce” mışıl mışıl uyurken gördüğün rüyanda!..
Uyandığında, zaten “darbe” olmuştu!..
O zaman, sen “yatağın içine etmiş”tin, “12 Eylül cuntacları” da, “memleketin içine!”
Bak aslanım, sana bir tavsiye:
Ne yazacaksan, “kendin” yaz... Sakın ola “suflör”lere “dublör” olup da, komik durumlara düşme!..
Oku da, iyice öğren!.. Evet; Atatürk’ün, kadınlara yönelik, “Kıyafet Devrimi” diye bir devriminin olmadığını öğren!.. Tabiî, “tesettür” aleyhinde bir tek “eylem”inin bulunmadığını da!.. “Caz”a git de, “gaz”a gelme!..
Sen “çemkirme” de “Sahip”lerin cevap versin!..

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.