İki gazeteci, iki anlatı..

İki gazeteci, iki anlatı..

Dün, 6/7 Eylül olaylarından en fazla adı geçen Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin yöneticilerinin siyasi kimliklerini analiz etmiştim.

Hükümetin bir yere kadar işin içinde olduğunu, ancak olayların beklentileri aştığını daha önce belirtmiştim.

Kışkırtılanlar ve kışkırtıcılar arasında her kesimden kişiler vardı elbette.

Unutmayalım, Demokrat Parti, 'Devlet ve Parti'nin aynı olduğu' bir dönemin kadrolarını devralmıştı 1950'de.

6/7 Eylül Olayları sırasında İstanbul'un Emniyet Müdürü değilse bile bir alttaki polis şefleri CHP'liydiler.

Mesela Orhan Eyüpoğlu ve Necdet Uğur daha CHP'nin ağır topları arasında yer aldılar..

Kapıcı Mehmet'in, şoför Nusret'in tek başlarına bazı aileleri korumak için saldırganların karşısına dikildiklerini düşünürsek, güvenlik güçlerinin "müdahale için emir almadık" diye seyirci kalmaları biraz tuhaf kaçıyor.

***

Gelelim Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin CHP'li yöneticilerinden Orhan Birgit'in unuttuklarına.. Birgit anılarında, Atatürk'ün Selanik'teki evine bomba atıldığı haberini, muhabir olarak çalıştığı "Yeni Sabah" gazetesinde öğrendiğini yazıyor.

Haberi Devlet Radyosu'nun 13.00'daki bülteninden dinlemişti.

"İstanbul Ekspres" gazetesini satan çocukların "Yazıyor, Atatürk'ün evinin bombalandığını yazıyor" bağırışlarını duyuyordu.

O gün KTC'nin bildirisini kendisinin kaleme aldığını söylüyor Birgit.

Bildiride vatandaşlardan sakin olmaları, tahriklere kapılmamaları ama saflarını sıklaştırmaları isteniyordu.

Birgit Taksim'e gitmiş, olaylardan dehşete kapılmış halde bir mağazanın önünde bekleyen Yaşar Kemal ve Aziz Nesin ile karşılaşmıştı.

Gördüğü manzaralardan Birgit de dehşete düşmüştü.

Yani, Birgit olaylara eylemci olarak katılmamış, haberci olarak izlemişti.

Gece yarısı eve gelen polisler Birgit'i gözaltına almıştı.

Birkaç ay hapis yattıktan sonra tahliye edilmişti.

***

Azize Bergin'in "Babıalide topuk tıkırtıları" isimli anılarında ise bir başka anlatı yer alıyor. Şehir Gazetesi'nde muhabir olarak çalışan Bergin, 6 Eylül günü öğle saatlerinde Kristal Gazinosunda Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin toplantısını takip etmekle görevlendirilmişti.

İsterseniz sözü burada Bergin'e bırakalım:

"Salonda büyük bir kalabalık vardı. Kıbrıs Türktür Derneği'nin başkanı Orhan Birgit ateşli bir konuşma yapıyordu. Biraz sonra Orhan Birgit'in önüne bir kağıt bırakıldı. Hemen konuşmasını yarıda kesip bir açıklama yaptı. 'Arkadaşlar, Ata'mızın Selanik'teki evine bombalı saldırı düzenlenmiş. Bu olaya sessiz kalamayız. Şehirde yürüyüşler başlamış'. Bu sözler üzerine salondaki kalabalık, kapılara hücum etti. Herkes Ata'ya yapılan bu saygısızlığa seyirci kalmama derdindeydi. Bizler de (muhabirler) heyecanla kalabalığın arasına karışıp gazinodan ayrıldık. Taksim, kısa süre içinde ana baba gününe dönmüştü. Öfkeli gruplar oradan oraya koşuyorlardı."

Gördüğü manzaraları anlatan Birgen bir hususa daha dikkat çekiyordu:

"O gece benim en çok dikkatimi çeken husus, her yerde silahlı asker ve jandarmalar bulunmasına karşın yağmacılara, saldırganlara kimsenin engel olmaya kalkışmamasıydı. Askerler, olan bitenleri şaşkın şaşkın seyretmekle yetinmişlerdi."

İki anlatı arasında çelişki var, ama taraflar hayattayken bu çelişkiyi çözmek benim işim değil.


Türkiye değişiyor..


Soğuk savaş döneminde devletin 'vebalılar' listesinde ilk sıralardaydı Çetin Altan.

Mahkeme kapılarında sürünmüşlüğü, hapse girip çıkmışlığı, Meclis'te Adalet Parti'li milletvekilleri tarafından linç edilmekten kurtarılmışlığı falan da vardı.

Başbakan Erdoğan'ın elinden Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nü alırken "acaba bir rüya mı bu" diye düşündüğü belli oluyordu.

Bir an için kimbilir neler geldi geçti gözlerinin önünden Çetin Altan'ın.

"Gerekirse demokrasinin üstüne şal örteriz" denilen zamanlardan geliyoruz sevgili okurlar.

Karl Marx'tan bilimsel amaçlı çeviriler yapmak hapse girmek için fazla bile geliyordu.

Ama kısa sürede çok şeyler değişti Türkiye'de..

Merhum Turgut Özal, özel televizyonların açılmasını sağladı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne kişisel başvuru hakkını getirdi.

Düşünce özgürlüğüne pranga vuran meşhur 141, 142 ve 163. maddeleri Türk Ceza Kanunu'ndan çıkarttırdı.

AK Parti Hükümeti Nazım Hikmet'in Türk Vatandaşlığından çıkarılmasına ilişkin kararı kaldırdı.

Şimdi de "1 Mayıs"ın "İşçi Bayramı" olarak kabul edilmesi için çalışma başlatılmış.

Bir zamanlar "Kürtçe Tv"den söz etmek için gemileri yakmanız gerekliydi.

Şimdi Kürtçe yayın yapan bir televizyon kanalı da var, Kürtçe eğitim veren kurslar da, kıyamet falan da kopmadı.

Bir zamanlar insanlar gözaltına alındığında yakınları "sağ döner mi acep" diye kara kara düşünürdü. Şimdi gözaltına alınan kişiler kibarlığından ötürü polise teşekkür üstüne teşekkür yağdırıyor.

Elbette daha yapılacak çok iş var.

Yok yere kavga konusu haline getirilen suni gerekçelerden bir bir kurtuluyor Türkiye.

Bütün bunların kimilerince 'sağ' ve 'muhafazakar' olarak tanımlanan bir Hükümetçe gerçekleştiriliyor olması düşündürücü değil midir?

Demek ki 'sağ', 'sol', 'ilerici', 'gerici' gibi klişeler iş görmüyor artık.

Kim sağcı, kim solcu, karar vermek güçleşiyor çünkü.


Masumlar ve caniler..


İsrail'in Filistinlilere yönelik katliamlarından elbette Türk Musevi Cemaati'ni sorumlu tutamayız.

Bu haksızlık olur..

Suç, suçu işleyene aittir.

Türk Musevi Cemaati dinen 500 yıldan fazla bu ülkede yaşıyorlar.

Yani, bir "ecdat mirası" aynı zamanda.

Ne dinimiz ne de kültürümüz başka dinlere mensup olan topluluklara düşmanlık göstermeyi kabul etmez.

Tam aksine, can, mal, ırz, akıl ve din emniyetlerinin sağlanmasını buyurur dinimiz.

Türkiyeli Museviler de bizim gibi huzur ve barış içinde yaşama hakkına sahipler..

Hatta İsrail'deki Musevilerden daha fazla emniyet ve huzur içinde olmalılar.

Elbette İsrail'in katliamlarına karşı tepkimizi ortaya koyacağız.

Ancak tepkilerin "Yahudi düşmanlığı"na vardırılmasına da izin vermemeliyiz.

Bakın Said Nursi ne diyor:

"Evde, yahut bir gemide, bir masum, on cani bulunsa, adalet-i Kur'aniye o masumun hakkına zarar vermemek için o haneyi, o gemiyi yakmayı men ettiği halde; on masumu bir tek cani yüzünden mahv için, o hane ve o gemi yıkılır mı? Yıkılırsa en büyük zulüm, en büyük hiyanet ve gadir olmaz mı?"

Şu sözler de ona ait:

"Bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selameti için feda edilmez."

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi