Şeriat, ahlâk, iman

Şeriat, ahlâk, iman

Geçen hafta bu köşede çıkan “Yüzde 99 ve yüzde 1” yazımızla ilgili olarak, İbrahim Faik Bayav “edebyahu.com” sitesinde bir yorum kaleme almış. Bazı bölümlerini okuyucularımızla paylaşmayı uygun bulduk:

***

Şeriat kelimesi duyulduğunda veya okunduğunda ‘kötü devlet’ algılamasına girenlere Kâzım Güleçyüz’den güzel bir izahat gelmiş. Beğenmedikleri her olayda ‘’Şeriat geliyor’’ yaygarası koparanları bu izahat tatmin eder mi bilemeyiz. Ben isterim ki, şeriat kelimesi üzerinde görülen kötü halüsinasyonlar son bulsun. Bunun için Sayın Güleçyüz’ün yazısındaki bazı ifadeleri değişik bakış açısıyla biraz eşeleyeceğim.

1- Şeriatı teşkil eden özelliklerden birisinin ahlâk olması: Ahlâk, lügate baktığımızda, yaradıştan gelen özellik olduğunu gördüğümüz gibi, toplumun sağlıklı kalması için konan kurallara uymak olarak da okuyabiliyoruz. Ahlâk, şeriatı teşkil eden unsurlardan biri olduğuna göre, şeriat buna göre sıfat alacaktır. Şeriat sözcüğü bugüne kadar belirli kişiler ve zümreler için kullanıldı. Bir asırdan fazla süren uzun zaman içinde şeriat kelimesi etrafında oluşturulan kargaşanın, bu tanımlamadan sonra bitmesi umulur.

2- Şeriatın özelliklerine iman edilmesi:

Şeriatın özelliklerinden birini ahlâk olarak gösterdiğimize, onun da aslının toplumun sağlıklı olması için konulan kurallar olduğunu bildirdiğimize göre, kuralların işlemesi, o kuralların kişiye ve çevresine mutluluk vereceğine inanılmasına bağlıdır.

İlk olarak trafiği örnek verebiliriz.

Fizikî iletişimimizi sağlayacak yollar yapılır.

Kural: Araçlar ortadan, insanlar ise kenarlarındaki kaldırımdan gidecek. İki ve çok şeritli yolda, öndeki vasıtayı geçmek isteyen, sol şeriti kullanacak; geri kalmak isteyen sağ şerite geçecek ve oraya geçmesine izin verecek.

Bu kuralın mutluluk getireceğine inananlar, yani kurala ve kuralın koyucusuna iman edenler, yaya iken kaldırımdan, vasıta sahibi olduklarında ise yolun ortasından gideceklerdir. Başkasına geçiş hakkı vereceklerdir. Şahsî ihtirasları uğruna başkalarının hukukunu hiçe sayan vasıta sahipleri ise, yolun akıcılığını kaybettiği durumda, bu kurala inanmadıklarını belli edip kâh kaldırımdan gitmekten, kâh sağ şeritten geçiş yapmaktan çekinmeyeceklerdir.

Tâ ki belâ ile yüz yüze kaldıkları âna kadar.

Hani derler ya, ‘’Can boğaza geldiğinde edilen imanın faydası yoktur’’ diye.

Bir de şunu hatırlatalım: Vasıtalarını kaldırıma dizip insanları ana caddenin üzerinde yürütenler var ya... Ben onlara, sadece, “Kurallardan haberi yok” yakıştırması yapacağım. Gerisi anlaşılsın gayri. Ticarette, sanayide, eğitimde ve siyasetteki durumlara da bu açıdan bakılabilir.

Bir de siyasetten örnek verip bu babı bitirelim: Herhangi bir konuda yasa yapılır. O yasaya toplumun uyduğu görülmez. Çünkü yapanların uyduğu görülmez. Çünkü yasalar anlaşılır biçimde yapılmaz. Yasa kuralların bütünüdür. Uyulmadığına göre, demek ki iman oluşmamıştır. Anlaşılmadığına göre de zaten iman oluşmaz.

Sayın Kâzım Güleçyüz yazısının sonunda şu veciz söze yer vermiş: ‘’Şeriat âleme gelmiş; tâ istibdadı ve zalimane tahakkümü mahvetsin.’’

Peki biz, bu veciz sözün ışığında başka bir söz diyemez miyiz? Meselâ: Şeriat toplumda oluşsun; tâ keyfi idare ve zalimane baskı son bulsun. Tabiî, ehil olanların yönetimde olması şartıyla.

***

Okurumuz A. Battal’dan önemli bir mesaj:

Ergenekon yorumlarında itidali elden bırakmayalım. “Zındıka komitesini temizleyenleri alkışlayalım” derken siyaseten hiçbir yakınlığımızın olmaması gereken siyasal İslâmcıların kuyruğuna takılmamaya dikkat edelim. Daha önemlisi, “Zındıkayı teşhis edelim” derken zındıkanın oyununa gelip birbirimize suizanda bulunmayalım.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi