Dicle Üniversitesi gençleri ve Anneler Günü

Dicle Üniversitesi gençleri ve Anneler Günü

Dicle Üniversitesi'nin düzenlediği Sosyal Bilimler Kongresi için, perşembe ve cuma gününü Diyarbakır'da geçirdim. Diyarbakır'ın surları beş ay önce bıraktığım gibi dimdik ayakta duruyor; tıpkı vakûr insanları gibi. Sohbetler mevsime uygun, daha sıcak. Umut dolu, iyimser bir hava şehre hakim. Hemen kapının önünde nazlı nazlı bekleyen barış ve huzur dolu gelecek ihtimalini güçlü kılan da bu umut.
Üniversite, güvenlik kaygılarının, ideolojik rekabetin gölgesinde rüştünü ispatlayamamış. Hem mekân hem duygu olarak şehirden kopuk. Yıllar boyu bilimin ve eğitimin önüne başka endişeler geçince, taşra üniversitelerinin kronik sorunlarına ilave yükler taşımak zorunda kalmış. Zarif ve gayretli bir hanım rektörün elinde toparlanmaya çalışıyor.

Gençler farklı. Çoğu politize. Politikaya, ülkedeki ve bölgedeki gelişmelere ve ateşin ortasında yaşarken elbette Kürt sorununa yoğun bir ilgileri var. Sözlü soru sorulmasına izin verilmediği için bir oturumu alkışlarla protesto ederek terk eden 20-25 kadar gençle öğrenci kantininde sohbet etme fırsatı buldum. Çoğu beyaz önlükleri ile tıbbiye öğrencisi. Hepsi ateş gibi. Heyecanlı ve sabırsız. Benim neslimin gençliği gibi. Mutsuzluklarının, protest kişiliklerinin, eleştirilerinin büyük kısmının Türkiye'nin diğer üniversitelerindeki gençlerle aynı olduğunun farkında değiller. Basmakalıp örgüt retoriğinin ötesine geçince, aradıkları şeyi "samimiyet" olarak tanımlıyorlar. Sözün, mantığın bittiği yer aslında yaşananlar ve tüketilenler. Sözle ikna etmek imkânsız, sadece dinlemek ve anlamak lâzım. Bir bıçakla göğsünüzü yarıp, kalbinizi söküp önlerine koymaktan başka çare yok.

Eruh baskını olduğunda bu gençlerin hiçbiri daha doğmamıştı. Onlar doğduğunda şiddet her yanı sarmıştı. Muhtemeldir ki anneleri onları büyütürken şimdiki yaşlarını hayal edip, o zamana kadar kanın durması için kim bilir ne dualar etmişlerdi. Bingöl yolunda 33 askerin şehit edildiği yere 15 km uzakta bir köyde yaşayan bir Kürt gencinden aldığım mektuptan bahsettim onlara. Mektupta, 33 asker için annesinin haftalarca Kürtçe ağıtlar yaktığını anlatıyordu.

Bugün Anneler Günü. Kantinde karşımda duran gençler bir ideolojinin, bir mücadelenin en azından bir fikrin sahibi. Ama onların her biri aynı zamanda bir annenin ciğerparesi. Tıpkı askere uğurlanan gençler gibi. Bu toplumu dengede, bir arada tutan bağ, o gençlerin yüzlerine, duruşlarına işleyen anne şefkati, anne emeği değil mi? Anneler Günü'nde annelere, evlatlarına dair endişelerini azaltmaktan, hatta bütünüyle ortadan kaldırmaktan daha büyük hediye verilebilir mi?

Gençler saygı bekliyor. Diğer gençlerin beklediği saygıya ilave, bir de Kürt olarak saygı bekliyorlar. Onlar şiddetin içinde doğdular. Şiddetin içinde büyüdüler. Şiddet onların eseri değildi. Çözecek olan da sadece onlar değil. Dünyanın en kolay, en zahmetsiz işi bir inanç, bir amaç uğruna bir insanın hayatını vermesi. Dünyanın en zor yükü ise bir annenin evlat acısını yaşaması. Saygı bekleyen o gençlerin yüzlerinde oya gibi işlenmiş anne sevgisine ve umutlarına daha büyük bir saygı göstermek lâzım.

Annelerden, bir annenin evladını sevmesi gibi bu ülke insanlarını sevmeyi öğrenmeliyiz. İçiniz gitmeli sarılıp koklamak, saçını okşamak, onu esen rüzgardan, ayağına batacak dikenlerden korumak için. Hissettirmeden, rahatsız etmeden, hava gibi, su gibi doğal biçimde. Benim gibi, yüreğinizi söküp önlerine koymak isteyerek.

Allah hiçbir anneye evlat acısı vermesin. Dicle Üniversitesi'nin kantininde konuştuğum gençlerin annelerinin şahsında, evlatlarından güzel haberler bekleyen bütün annelerin mübarek ellerinden saygıyla öpüyorum. Elbette en başta benim özümü yoğuran ve biçim veren annemin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi