Şeker hastasına baklava verenler

Şeker hastasına baklava verenler

Ekmeğin karın doyurduğunu bilmek insanın açlığını gidermiyor. Karnı aç birinin on tane yemek kitabı okuması onun açlığını doyurmuyor.

Yüzme bilmeyenin beş tane yüzme kitabı okuması onu denizde boğulmaktan kurtarmıyor.

Aç adam, on tane yemek kitabı okuyacağına çeyrek ekmek yese karnı daha iyi doyar.

Okuma yazması olmayan deniz kenarında evi olan bir ailenin çocuğu, beş tane yüzme üzerine kitap okuyandan daha iyi yüzer denizde.

Demem şu ki, "Ben bu konuda kitap yazdım" dediği halde hal ve gidişatında olumsuzluklar olanların durumu aç iken kitap okuyarak doyacağını zannedenlerin durumuna benzer.

Buhari'nin Sahihinde İman bölümünde "Sizden biri, kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe gerçekten iman etmiş sayılmaz" hadisine göre hareket etmediğimizden, kendimize iğne battığında feryat ediyor, başkalarına çuvaldız battığında gizli bir zevk içinde oluşumuzla imanımızın derecesini gösteriyoruz aleme.

12/04/2000 tarihli yazımda "ORMANDAKİ ADAM" başlığı altında şöyle demiştim:

"Akait veya kelâm kitaplarında Afrika'da ormanlar arasında bırakılan, aslanlar tarafından büyütülen, hiçbir insan görmeden ölen bir insanın ahiretteki durumu tartışılır.

Peki, ama İstanbul'da ateist bir ailede dünyaya gelen, özenle seçilmiş okullarda okutulan, Allah, din, iman, İslâm kelimelerinden uzak tutulan bir delikanlı ne yapsın?

Bir arkadaşım: "Binlerce camiden gelen ezanı duymuyor mu?" diyor.

Evet, duyuyor ama ilgi duymuyor.

İlgi duyup da gelse ve ezanı okuyana sorsa: "Ne diyorsun?" dese, Ezanı okuyan da: "Allah büyüktür, Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed O'nun Rasulüdür, Haydin namaza, haydin felaha, diyorum" dese delikanlı dini öğrenmiş olur mu?

Olmaz.

Çünkü o delikanlı eğitim, basın, yayın yoluyla dine ve dindarlara karşı şartlandırıldı.

Bu şartlandırmaya bizler de çanak tuttuk.

Birileri özel eğiterek adam öldürme makinesi üretiyor ve üzerine İslâmî bir isim yazıp onunla yüzlerce adam öldürtüyor. Sonra faturasını İslâm'a çıkartıveriyor.

İşsiz, güçsüz, bilgisiz insanlar, halkın İslâm'a karşı susuzluğundan yararlanıyor, bir cübbe, bir sarık, bir tespih, bir sakal alıyor ve tarikat tezgahı açıyor.

Müritlerin parası, müridelerin namusuyla oynuyor.

Bir kısım basın faturayı İslâm'a çıkartıveriyor.

Siyasette sağcılık adına çıkan ve çıkarlarını çok iyi değerlendiren "zübükler" veya "zübükzadeler" çokça görülüyor.

Şimdi yukarıda bahsedilen delikanlı "İslâm" kelimesini duyduğunda tüyleri diken diken oluyorsa suç kimin?

Gelin suçu, o delikanlının annesi, babası, öğretmenleri, Milli Eğitim, Diyanet İşleri Başkanlığı, basın ve hepimiz birlikte paylaşalım.

"İsra" suresinin 15'inci ayeti herkesin kendinden sorumlu olduğunu, 13'üncü ayette doğruyu veya eğriyi ayırabilecek kabiliyette yaratıldığını bildirir.

15'inci ayetin sonunda peygamber göndermediği hiç bir kimseye azap etmeyeceğini bildirir. Ama 36'ncı ayette "Kulak, göz ve gönlün hepsi yaptığından sorumludur." buyurarak Rabbi tanımak her insana farzdır ve insan Rabbini tanıyacak şekilde donatılmıştır.

Biz, bir taraftan İslâm'ı, Kur'an ve sahih sünneti delikanlımıza tanıtırken öbür taraftan bu kötü örneklerin İslâm'la Müslümanlıkla alakası olmadığını anlatırken olumlu örnekler oluşturmaya çalışacağız.

Birde "İsra" suresinin 16'ncı ayetinde ülkeyi felakete götüren, bozgunculuk çıkaran, etkili ve yetkili şımarık insanlara yönelik tebliğe devam edeceğiz.

Bunu toplumumuzun ve insanlık ailesinin yıkımını önlemek için yapacağız.

Bunu kendi canımızı ve tenimizi iki dünyamızda mutlu kılmak için yapacağız.

Bunu ciğerpare çocuklarımızın imansız yetişerek ahirette yanmaması için yapacağız."

Dostumuzu da, dinime düşman olanları da kandırmayalım.

Kişilerin hoşuna gidecek sözler söyleyerek şeker hastasına baklava verir gibi onları zehirlemeyelim.

İlk başta hoşlanmayacağı ama zaman içinde derdine derman olacağını anlayacağı İlahi reçeteleri kandırmadan vermeye çalışalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi