Aziz Nesin, Sivas'a neden gitti?

Aziz Nesin, Sivas'a neden gitti?

Türkiye’de yaşanan bütün olumsuzlukların arkasında bir maşa bulunduğu için mecburen değerlendirmeleri bunun üzerine kurmak gerekiyor…

Maşalar çok, yani ateş olunca maşa çok, katil ve cani de çok, provokatör de çok..

Kaba bir deyimle aptal olursak güden de çok...

Aziz Nesin öyle demiyor muydu?

Bir zamanlar “Türk halkının yüzde 60'ı aptaldır” demişti. Kimse bu sözü üzerine alınmasa da Aziz Nesin’e Türk halkına hakaretten dava açıldı. Aziz Nesin davadan aklandıktan sonra da “Türk halkının yüzde 60'ının aptal olduğu mahkeme kararıyla belgelenmiş oldu” şeklinde oldukça ilginç bir cümle kurdu.

Ülkem insanını çözmek işte bu kadar basit.

Aziz Nesin’i Sivas’a götüren bu gerçek değil miydi sanki.

Türkiye’yi 28 Şubat sürecine sokan olaylara bakın, başrollerde birileri var. Kullanıldıklarını onlardan başka kimse bilmiyor. Başrollerdekiler kendilerince kurdukları düzen içerisinde ahkâm kesiyorlar ve her geçen gün halk bunlara inanıyor, çevreleri genişliyor. Neden, işte bu ‘aptal’lıktan…

Toplum mühendisleri bunu her dönemde denediler ve başarılı oldu.

Bütün darbe dönemlerine bakın, bunun izlerini görürsünüz. İthal ideolojilerle bu ülke insanını ikiye bölmediler mi?

Ceketlerin sağ-sol kollarına yama yapıştıranlar, “elimden gelse sol ayağımı atmayacağım” diyenler, hangi akla hizmet ediyordu.

Kurtarılmış bölgeler oluşturarak ülkeyi adeta savaş meydanına çevirenler 12 Eylül düdüğüyle birden nasıl oldu da ortadan kayboldular, sustular.

Demek ki önemli olan senaryo. Senaryoyu iyi kurdun mu, millet kendiliğinden tav…

Madımak’ı bugün eleştirenler ve savunanlar, Aziz Nesin’in bu ilginç sözlerini biraz kurcalamıyor mu?

O çok iyi biliyordu, damarına basılınca ülkem insanı kolay galeyana gelir. Önüne 3-5 provokatör sürdün mü, peşinden giden çok olur. Sonra alıp kimi suçlarsın. Hedef bellidir, vurun Müslüman’a…

Aziz Nesin, 2 Temmuz 1993'de Pir Sultan Abdal etkinliklerine katılmak üzere Sivas'a gittiğinde yaşanacaklar bilinmiyor muydu?

Birileri güzel kurguladı bu oyunu, “onlarca yıl ülke bu kaosla cebelleşir, bu tekne de böyle gider, biz de gemimizi yürütürüz” diye düşündü ve oyun tuttu.

Onca yıl geçmiş aradan, hala yanıyor birileri, hala yakıyor birileri. Sözde ermeni soykırımını dünyaya kabul ettirmek için olmadık yollara başvuran, dünyanın dört bir tarafına sözde soykırım anıtları diken Ermeni Diasporası zihniyetliler de Türkiye içinde aynı taktiğe başvurarak, saldırı merkezleri oluşturma gayretindeler.

Hiç alakası yokken, “hepimiz Hrantız” pankartlarıyla meydanlara dökülenler, Misyoner cinayeti işlendiğinde Hıristiyan kesilenler, kimlerin ne için işledikleri belli cinayetlerde bile Müslümanları hedef gösterenler işte bu noktada da görev başındalar.

Şimdi herkes, “İnsanların bu isteklerine saygı duyun” diye bir özgürlük ve hoşgörü safsatasıdır tutturmuş. Bir yangın çıkmış, insanlar yanmış, alakasız çevreler fişlenmiş, hedefe Müslümanlar oturtulmuş, birileri de çıkmış, “oraya anıt dikelim” diyor, “müze yapalım” diyor. Ateşi sıcak tutmak istiyorlar. Sürekli yansın, sürekli sıcak kalsın ki ellerindeki silah hiç düşmesin.

Herkesi kendi tercihleriyle başbaşa bırakmak gibi bir aptallığa düştüğümüz için; bugün adına özgürlük, hoşgörü denilen safsatalarla hain, cani, katil, şizofren yetiştiren; bırak yetiştirmeyi adeta fışkırtan bir toplum olduk.

Sadece kendi gerçeklerimizle karşı karşıya geldiğimizde neden canımız yanar onu sorguluyorum…

Kurtuluş savaşını yapanlar "ülke elden gidiyor, vatan elden gidiyor, bayrak gidiyor, başörtüsü gidiyor, ezanlar susacak, Kur'an susturulacak..." dediler. Gerçekler de öyleydi. İnsanlar bunu gördükleri için hiçbir şeylerini esirgemediler. Damarları buydu. Bunun önünde hiçbir güç duramazdı. Savaş böyle kazanıldı. Din adına, vatan adına, Kur’an aşkına…

Sonra ne oldu, insanlar asıl gerçeklerle karşılaştılar. Hepsi rüyaymış. Yönetenler, savaştakinin aksini yaparak milleti şaşkına çevirdiler, camilerin kapısına kilit vurdular, Kur’anı yasakladılar, Ezan’ı susturup Türkçe yaptılar... Ve daha neler neler…

Ama bunu yapanlar da milleti iyi biliyordu, millet durmaz. Yerin altında da olsa dinini unutmaz, yaşamayı sürdürür. 

Merhum Muhsin Yazıcıoğlu, bir sohbetimizde “Milletin şifrelerini çözdüler” demişti.

Evet, başımıza bunca iş getirenler şifrelerimizi çözenler. Bunu en iyi bilenler ülkeyi yönettiler, kiminde perde arkasından, kiminde alenen.

Çoban Sülo’lar, Ecevit’ler, Çiller’ler, Evren’ler, Yılmaz’lar, Baykal’lar, İnönü’ler vesaire…

Sonra ne oldu, toplum mühendisleri işte Aziz Nesin gibiler... Belli dönemlerin kilit isimleri..

 Kiminde Uğur Mumcu'nun cenazesini fırsat bilip 'kahrolsun şeriat' dedirttiler... 

Kiminde Aziz Nesin olup ortalığı bulandırarak milleti kışkırttılar...

Şimdi herkes ‘Madımak’ı kimin yaktığıyla ilgileniyor... Kimin yaktırdığı kimsenin umurunda değil...

Herkes o olayları iyi analiz etmeli. Olaylar anlık olabilir ama düşünceler anlık değil, düşünceler asırlık. Bu olaylar olmasa, birliğimizin önünde engel kalmaz. Birileri gelir, bu tohumu eker ve gider. Biz de arkalarından bir birimize kurşun sıkmaya devam ederiz. Kan davası böyle bir şeydir. Tarihi belirsizdir. Genlerimizde vardır bu, içimizden kolay kolay atamaz kimse.

Aziz Nesin ve onun gibileri birileri için kahraman, birileri için de düşman olduğu sürece bu ateş dinmez.

Sivas, Sivas diye tutturup Başbağlar dile geldiğinde susanlara iyi bakın, asıl gayeyi daha iyi anlarsınız. Mesele öyle “37 aydınımız yandı” meselesi değil. Bu ülkede nice aydınlar öldürüldü…

Keşke bütün bu olumsuzlukların temelinde ‘İslam düşmanlığı’ olmasaydı. O zaman daha çok ortak paydamız olur, bunları da tartışmak zorunda kalmazdık.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi