Affet beni anneciğim...

Affet beni anneciğim...

Değerli okuyucularım; bugün yine ibret dolu bir yazıyla çıkıyoruz huzurunuza.. Şefkatli bir anneyle, önceleri gaddarca düşünen ama sonunda ıslah-ı nefseden bir evladın hikayesi..
Dikkatlice okumanızı rica ediyorum..
Makine Mühendisi Ahmet Bey’in hayat macerası İstanbul’un varoş semtlerinden birinde başlamıştı.. Ailesinin tek evladıydı Ahmet.. Babası henüz iki yaşındayken ölmüş, ailenin bakımını annesi Hatice Hanım üstlenmişti..
Hatice Hanım, kendi halinde, mütedeyyin, kalbi insan sevgisiyle dolu ve çocuğu Ahmet’e çok düşkün bir kadındı.. Bir şirkette temizlikçilik yapıyordu ve bir gözü yoktu.. Hatice Hanımın bir gözünün olmaması oğlu Ahmet’te annesine karşı bir soğukluk ve sevgisizlik meydana getirmişti.. Adeta annesinden nefret ediyordu Ahmet!.. Annesinin o görüntüsünden utanıyordu sanki..
Halbuki Hatice Hanım evladını beslemek ve ona iyi bir gelecek hazırlamak için saçını süpürge ediyordu.. Lise yıllarında bir gün okula gidip Ahmet’i görmek istemişti.. Hatice Hanımı karşısında gören Ahmet sanki yerin dibine girmişti.. Annesini görmezden geldi ve hemen oradan kaçtı.. Ertesi gün sınıftaki işgüzar bir arkadaşı Ahmet’e; “Senin anneni gördüm, ne kadar korkunçtu, sadece bir gözü vardı” dedi.. Bu söz üzerine Ahmet daha fazla yıkıldı.. Evde annesiyle karşılaşınca; “Beni böyle gülünç duruma düşüreceğine ölsen daha iyi” diye bağırdı.. Hatice Hanım, oğlunun bu isyankar, bu edep dışı sözüne yine karşılık vermedi.. Gün geçtikçe Ahmet annesine daha fazla kızıyordu.. Hatta onunla birlikte evde kalmak dahi istemiyordu..
Bu duygularla liseyi bitirdi Ahmet.. Ve üniversiteyi okumak için Ankara’ya gitti.. Gidişi sessizceydi.. Annesine haber dahi vermemişti.. Ahmet hem çalıştı, hem de başarılı bir şekilde üniversiteyi bitirdi.. Bu zaman zarfında annesini bir kere dahi aramadı.. Sanki Hatice Hanım Ahmet için ölmüştü.. Sonra işini kurdu Ahmet.. Ekonomik durumu parlaktı.. Ardından da evlendi.. Daha sonra ev de aldı, araba da.. Derken çocukları da oldu.. Kısacası hayatından memnundu..
Bir gün enteresan bir şey oldu.. Ahmet’in annesi Hatice Hanım, Ahmet’in adresini nereden bulmuşsa, Ankara’ya Ahmet’i ziyarete geldi.. Ahmet’in eşi ve çocukları Hatice Hanımı hiç görmemişlerdi.. Ahmet zaten eşine annesinin öldüğünü söylemişti.. Hatice Hanıma kapıyı Ahmet’in küçük kızı açtı.. “Buyrun” dedi küçük kız, “kimi aradınız?..” “Ahmet Bey’i” diye cevap verdi Hatice Hanım!.. Annesini birden kapıda gören Ahmet bir anda kızını kapıdan uzaklaştırdı ve “Buraya niye geliyorsun, çocuklarımı nasıl böyle korkutabilirsin” diye çıkışarak “Hemen buradan git” diye bağırdı.. Annesi, sessiz ve mahçup bir edayla; “Kusura bakma, galiba yanlış adrese geldim” dedi ve gözden kayboldu..
Aradan 4-5 yıl geçmişti.. Bir gece rüyasında annesini gördü Ahmet!.. Annesi ellerini Ahmet’e doğru uzatıyordu.. O vakite kadar annesinden nefret eden Ahmet, ne hikmetse annesini kucaklamak, anne kokusu almak için ona doğru koştu.. Ama Ahmet koştukça bu sefer annesi uzaklaşıyordu.. Bu bir süre böyle sürdü.. Hatice Hanım gülümseyerek kaybolup gitti..
Terden sırılsıklam bir vaziyette uyanmıştı Ahmet!.. Rüyadaki sahneler kafasına takılmıştı.. Annesi aklına sık sık geliyordu artık.. Bir gün İstanbul’daki eski arkadaşlarından bir davet aldı. Arkadaşları özel bir gün münasebetiyle Ahmet’i de aralarında görmek istiyorlardı.. Karısına; “İş seyahatine gidiyorum” diye bahane uydurdu.. Ardından da ver elini İstanbul.. Ancak Ahmet’in derdi başkaydı.. Toplantı bittikten sonra alelacele doğup büyüdüğü mahalleye gitti.. Eski evini ve komşularını buldu.. Onlara annesini sordu.. Komşular, Hatice Hanımın iki ay kadar önce öldüğünü söylediler..
Evet kıymetli okuyucularım, isterseniz hikayenin sonunu Ahmet’in kendisinden dinleyelim; o an kanımın donduğunu ve gözyaşlarımın içime aktığını hissettim.. Komşular ise doğru dürüst yüzüme bile bakmıyorlardı.. Geçmişte anneme yaptığım haksız tutumu onlar da biliyorlardı.. Komşumuz olan yaşlıca bir teyze; “Ahmet” dedi.. Ardından ekledi: “Annen ölmeden birkaç gün önce sana verilmesini istediği bir mektup bıraktı.. Al mektubu..”
Mektubu aldım.. Komşulara veda ettim.. Arabama bindim.. Zarfa baktım.. Sanki zarfı açınca annemi görecekmişim gibi geliyordu.. Zarfı titreyen ellerimle açtım.. Soluk bir yazıydı.. Okumaya başladım. Şöyle diyordu annem:
“Ey sevgili oğlum.. İnan ki her zaman seni düşündüm ve bu satırları yazarken bile hâlâ seni düşünüyorum.. Bir gün bana geleceksin diye seni daima ümitle bekledim.. Ama gelmedin!.. Olsun, ben seni yine de çok seviyorum.. Şu an hastayım yavrum, artık gelsen bile yataktan kalkıp seni koklayabilir miyim, bilemiyorum!..
Sevgili oğlum; sen büyürken çirkin yüzümle sana bir utanç kaynağı olduğum için de ayrıca üzgünüm.. Ancak sana açıklamam gereken bir durum var.. Sen çok küçüktün, bir kaza geçirmiştin ve bir gözünü kaybetmiştin.. Senin o halin beni adeta yıkıp bitirmişti.. Anne olarak senin tek bir gözle büyümene razı olamazdım.. Bu yüzden sana kendi gözümü verdim.. O gözle benim yerime görüyor diye nasıl da mutlu olmuştum.. Ve hâlâ daha o kadar seviniyorum ki..
Allah seni eşinle, çocuklarınla birlikte her türlü kötülüklerden esirgesin.. Sana tüm haklarımı helal ediyorum.. Annen..”
Evet mektuptaki yazı bitmişti.. Sanki başka bir alemdeydim.. Bir an bütün hücrelerime kadar titrediğimi hissettim.. Ve gözyaşları içinde “AFFET BENİ ANNECİĞİM” diye haykırdım.. Ama artık çok geçti..
Evet değerli dostlarım.. Hikaye böyle.. Umarım bu yazı nice Ahmet’lere, nice annelerini üzen kişilere ibret olur..
Diyen ne güzel söylemiş;
“Ana başta tac imiş..
Her derde ilaç imiş..
Bir evlat pir olsa da..
Anaya muhtaç imiş..”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi