Kim daha 'kapanmacı'; CHP mi, MHP mi?

Kim daha 'kapanmacı'; CHP mi, MHP mi?

AK Parti'nin açılım üslubu olgunlaşıyor. Başbakan'ın önceki gün söylediği "Onlar gelmezse biz gideriz" sözü, bu olgunluğun bir işareti. Yeni bir yola girildiğinde, köklü bir adım atıldığında yalpalamalar doğaldır. AK Parti kurmaylarının zaman zaman şahsiyata dökülen çıkışları, bu yalpalamaların işaretiydi.
Türkiye, huzurlu bir gelecek inşa etmeye çalışıyor. Bu çabanın üslûbu sakin, soğukkanlı ve yapıcı olmak zorunda. Bu yüzden Başbakan'ın istiğna yüklü "ayaklarına gideriz" üslûbu tam da ihtiyaç duyduğumuz havayı yansıtıyor. Bu üslûbun arkasında galiba, Bülent Arınç'ın nokta atışları şeklindeki bir-iki isabetli çıkışının etkisi var. Savaşmıyoruz, barışı arıyoruz; çevremizde Yavuzlar değil Yunuslar dolaşmalı.

Ya muhalefet?

Başbakan'ın "Türkiye'nin birliği, statükonun devamından geçmiyor" sözü, MHP ve CHP'nin ileri sürdüğü bütün argümanları etkisiz hale getirmek için yeterli. Muhalefet çok erken ve keskin biçimde süreci "açılımcılar" ve "kapanmacılar" ikilemine oturttuğu için alternatif söylem üretme yeteneğini de kaybetti. "Açılım"ın bin türü var, ama "kapanmak" için sarılacağınız tek şey statüko. Üstelik bugün üzerine fikir inşa edilen aktüel statüko da -PKK'nın ateşkesi gibi- geçici ve inisiyatif dışı bir faktöre dayanıyor.

Sürecin selameti için doğru cevabı bulmamız gereken çok önemli bir soru var: Muhalefet neden "kapanmacı"?

Bu sorunun başlangıç için basit bir cevabı var: "İktidar açılımcı olduğu için". Ama bu cevap yeterli değil. Daha derinlere inmemiz lâzım. Zira devlet kurumlarının tamamına örgütlü toplumu ekleyerek söyleyelim. Türkiye'de MHP ve CHP dışında nerdeyse kimse açılıma karşı değil. İçişleri Bakanı bütün STK'ları dolaştı. Hepsinin desteğini aldı. MGK, devlet adına açılıma olan kurumsal desteği verdi. Medya neredeyse ağız birliği etmişçesine açılımdan yana. Yüksek Yargı'dan bu sürece karşı çıkan bir ses yok. Peki CHP ve MHP, neden bütün bu geniş açılım koalisyonunu karşısına almak pahasına "kapanmacı" bir direniş içinde.

Çünkü bu işte siyasal açıdan gelecek var. Örgütsüz toplum içinde, yani sandığa gidip oy vermek dışında tavrını açıklamayanlar arasında açılıma karşı çıkanlar ve bu karşı çıkışın siyasal temsilini arayanlar ağırlık taşıyor. İş oy hesabına döküldüğü zaman bir kazanç hesabı görülüyor.

Fakat bu tarafta MHP'nin ve CHP'nin çözemeyeceği esaslı bir sorun var. Bu kesim aslında "kapanmacı", yani statükodan yana değil. Onlar belli belirsiz tepkilerini dillendirmek telaşındalar. Bu telaşın CHP ve MHP tarafından temsili esaslı biçimde sorunlu. Çünkü bu partilerin talep edilen temsil yeteneğini kazanmaları için, statükonun idealize edilmiş bir formülüne ihtiyaçları var. Yaşanmış 25 yılın üzerine, ikna edici böyle bir formülü inşa edecek bir deha sahibi iki partide de yok.

Sürecin selameti için Baykal'ın ve Bahçeli'nin sürdürdükleri sert muhalefetin, bireysel tercihleri olmadığını anlamak zorundayız. Demokrasinin en doğal mekanizmaları işliyor. Toplumun bir kesimi açılıma karşı çıkıyor, CHP ve MHP de karşı çıkanları temsil etmeye çalışıyor.

Başbakan'ın "ayaklarına gideriz" söyleminin muhatabı bu yüzden gerçekte ne Baykal ne de Bahçeli. İktidar, doğru bir üslupla kitleleri yumuşatıyor. Demokratikleşme açılımının selameti kitleleri ikna etmekten geçiyor.

Hükümet, kalkıştığı işi başarabilmek için kitleleri yumuşatmak ve ikna etmek zorunda. Muhalefet ise itiraz edenleri kemikleştirmek için çaba harcayacak. Öyleyse muhatap siyasî partiler değil, kitleler. Kitlelerin yumuşatılması lâzım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi