Abdullah Yıldız

Abdullah Yıldız

Medine Hissiyâtı

Medine Hissiyâtı

Önceki hafta, Ramazan umresi tecrübelerimin ve hissiyâtımın bir bölümünü sizlerle paylaşmaya gayret etmiştim. Bugün, Ramazan Bayramının ikinci gününde, Medine hissiyâtımı paylaşmak istedim.
Medine... Allah Rasûlü’nün (s.) kutlu hicreti ile anlam kazanan İslam Medeniyetinin beşiği...
Hicret’le birlikte Medîne-i Münevvere’de şekillenen İslâm Medeniyeti’ni “Namaz Medeniyeti” diye isimlendirmek geçiyor içimden... Zira; Kutlu Nebi (s.), Yesrib’e girer girmez, ilk iş olarak Mescid-i Nebi’nin yerini belirliyor. Devesi Kusva’nın yularını bırakıyor; ‘Kusva nereye çökerse, Mescid oraya yapılacak’ buyuruyor. Müminlerin günde beş vakit cemaat halinde namaz kılacakları, kulluk şuurunu tazeleyecekleri, birbirleriyle kaynaşacakları mekânın tespiti ilk adımı oluyor Namaz Medeniyeti’nin.
Allah Rasûlü (s.) daha Medine’ye gelmeden bir süre önce, kısa süreliğine kaldığı Kuba’da hemen bir mescid yaptırıyor: Mescid-i Kuba. Ve namazlarını oradaki müminlerle birlikte mescitte kılıyor. “Kim güzelce abdest alır da Kuba Mescidi’nde iki rekat namaz kılarsa, umre sevabı kazanır” buyuruyor.
Bir Cuma günü, Kuba’dan Medine’ye hareket ettiğinde, Ranuna vadisinde iken öğle vakti giriyor; Rasûlüllah (s.) hemen oracıkta ilk Cuma namazını kıldırıyor; müminlere ilk hutbesini irad ediyor. Sonraki yıllarda buraya Cuma Mescidi inşa ediliyor.
Evet, İslam Medeniyeti bir “Namaz Medeniyeti”dir demek geliyor içimden... Allah Rasûlü’nün (s.), inşasında bizzat bulunduğu, kerpiç taşıdığı Mescid-i Nebi, günde beş kez namaz vesilesi ile bir araya getiriyor ensarı, muhacirleri ve tüm ashabı... Mescid, İslam toplumunun oluşumunda mihver, namaz ise günde beş kez icra edilen “Tevhid eylemi” oluyor. İslâm toplumu, vakit vakit namazla inşa oluyor.
Ashab-ı Suffe, Mescid-i Nebevî’nin bahçesindeki üstü örtülü sofada fikri ve fiili eğitimden geçiyor. Allah Rasûlü (s.), görüşmelerini, istişarelerini, sohbetlerini burada yapıyor; Mescid’in yanı başındaki mütevazı odalarında ikamet ediyor; beş vakit namazda ashabıyla hemhâl oluyordu. Kur’ân ahlâkının canlı modeli olarak insanların gözleri önünde bulunuyor; onlara güzel ahlâkı, âdâbı öğretiyordu.
Âdâb deyince; Mescid-i Nebî’nin güneybatısında yer alan mescidler geliyor gözlerimin önüne... Rasûlüllah (s.), bayram namazlarını Mescid-i Nebi’de değil, onun beş yüz metre güneybatısına düşen Musalla’da kıldırıyordu. İşte buraya daha sonra Mescid-i Ğamâme yapıldı. Allah Rasûlü (s.) vefat edip de Hz. Ebû Bekir (r.a) halife olduğunda, bayram namazını Rasûlüllah’ın kıldırdığı yerde kıldırmaktan teeddüp etti ve onun kırk metre gerisinde bir yerde durarak müminlere namaz kıldırdı. Sonra oraya Ebûbekir Mescidi inşa edildi. Hz. Ömer (r.a) halife olunca, o Ebû Bekir’den daha geride; sonra Hz. Ali de (r.a) ondan daha geride namaz kıldırdı. Böylece Mescid-i Ömer ve Mescid-i Ali de öbürlerinin daha gerilerinde yer aldı. Son tadilatları Osmanlı döneminde yapılan bu mescidler, Rasûlüllah’a (s.) saygının eşsiz timsalleri ve Âdâb Medeniyeti’nin mücessem sembolleri olarak, adeta bir altın zincirin halkaları gibi sıralandılar Mescid-i Nebî’nin etrafında...
Medine, neredeyse Mescid’den ve onun yakınında ve uzağında yer alan diğer mescidlerden ibaret. Yesrib’i “Medîne” yapan kutlu inkılab, iğne ile kuyu kazarcasına secde secde örüldü. Böylece “Secde Medeniyeti” yükseldi Peygamber şehrinden... Bedir’de, savaş bütün hızıyla devam ederken, Rasûlüllah (s.), Rabbinin talimatı ile ikiye ayırdığı ordusuna cemaat halinde nöbetleşe namaz kıldırdı. Uhud’daki ölüm-kalım mücadelesinde can parelerini kaybeden Rasûlüllah (s.) ve ashabı (r.anhüm), namazla teselli buldular. Hendek’te ikindi namazını kılmalarına fırsat vermeyen inkâr ordusuna ilk kez beddua eden Allah Rasûlü (s.), “Ya Rabbi! Onların karınlarını ve hanelerini ateşle doldur. Çünkü onlar salât-ı vustâmıza mani oldular.” dedi. Hendek savaşının yapıldığı yerde sonradan inşa edilen yedi mescidi bir araya getiren Mescid-i Seb’a, vaktinde kılınamayıp da akşamla birleştirilen o salât-ı vustânın burukluğunu hatırlatıp durur sanki...
Medine-i Münevvere, Mescid-i Nebî’den yayılan nûrun kutlu aydınlığında şekillenen Asrı Saadet inkılâbının parlak izleriyle doludur. Her adımınızda, Rasûlüllah ve ashabının izlerini takip ettiğinizi hisseder, her nefesinizde onların soluduğu atmosferi doldurursunuz ciğerlerinize...
Hele Uhud... Tepeden tırnağa anlam yüklü, canlı ve diri bir dağ olarak dikilir karşınıza... “Biz Uhud’u severiz; Uhud bizi sever” diyen Habîbullah Muhammed’in (s.), amcası Seyyidü’ş-Şühedâ Hz. Hamza ile diğer şehitlerin ve gazilerin kanları ile şereflenen Uhud dağında, Ayneyn geçidinde, Okçular tepesinde gezinirken, azîz Uhud şehidlerinin yakınlarına sokulurken titrersiniz. Zaferin yenilgiye ve paniğe dönüştüğü bir anda Rasûlüllah’ı (s.) bağrında saklayan Uhud mağarasına tırmanırken; O’nun delinen zırhını, kırılan dişini... Peygamberini korumak için elinde dokuz kılıç parçalayan Hz. Ümmü Ümare’yi (r.anhâ)... Hz. Ömer’le (r.a) Ebu Süfyan arasındaki o unutulmaz diyalogu, bağırışları, çağırışları görür gibi, duyar gibi, yaşar gibi olursunuz...
Medine hissiyâtı satırlara sığar mı? Benimkisi bir-kaç cümlecik Bayram hediyesi. Mekke haftaya inşallah...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdullah Yıldız Arşivi