Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Sen beni tanımaysan, ben de seni tanımayrum!

Sen beni tanımaysan, ben de seni tanımayrum!

Temel ile İdris’in hikâyesini bilirsiniz... Temel ile İdris, bir “alacak-verecek” meselesinden dolayı “hakimin huzuruna” çıkmışlar... Hakim, “davacı Temel”in şikâyetini hatırlatmış İdris’e... Sonra da, “Temel’den aldığın borcu niye ödemiyorsun?” diye sormuş... İdris, “Temel kim?” demiş; “Ben Temel diye birini tanımayrum ki!”... Bunun üzerine Temel’e dönmüş hakim; “Bak” demiş, “Adam seni tanımadığını söylüyor... Seni tanımayan bir adam, senden nasıl borç para almış olabilir ki?”
Temel, büyük bir kızgınlıkla; “Haçan” demiş, “O beni tanımaysa, ben de onu tanımayrum!”
Bu “tanımayrum” sözünün neticesini söylemeye herhalde gerek yok... “Temel’i tanımadığını” söyleyen “İdris’in plânı” tutmuş ve “borç”tan kurtulmuş!..
Bu olay, Temel ile İdris arasında cereyan etmiş ve gülünüp geçilecek bir “fıkra” konusu olmuş olsa da, bazıları, bu işi “ciddi”ye alıp, “İdris’in uyanıklığı”nı sergilemenin peşinde!..
YöK Başkanı Sayın Yusuf Ziya özcan, iki gün üst üste yaptığı yazılı açıklamada “rektörlere çağrı”da bulunuyor ve diyordu ki;
“Anayasa değişikliğinden başka düzenlemeye gerek yok... Başörtülü öğrencileri üniversiteye alın... Cumhuriyetin nitelikleri, özgürlükleri kısıtlamak için kullanılamaz!.. Eğer öğrenim hakkının kullanılmasını engellerseniz, suç işlemiş olursunuz!.. Sakın, kapıları kapatmayın!”
Bu çağrıya cevap veren CHP’li Hakkı Süha Okay ve “CHP’nin arka bahçesi” gibi tavır takınan “YöK üyesi 9 rektör” ise şu iddiayı ileri sürüyordu:
¥ “Hiçbir rektörün, YöK Başkanı’nın çağrısına uymak gibi bir yükümlülüğü yoktur!”
¥ “YöK Başkanı’nın talebi, yok hükmündedir!”
Gördüğünüz gibi; gerek CHP’li Hakkı Süha Okay’ın, gerek “YöK üyesi 9 rektör”ün yaptığı açıklama, “YöK Başkanı’nı takmama” ve “çağrısına uymama” yani “YöK’ü tanımama” yönündedir!..
Şimdi, YöK Başkanı Sayın Yusuf Ziya özcan ortaya çıksa ve dese ki;
“Yaa, öyle mi?.. Siz beni tanımıyor musunuz?..
O halde, ben de sizi tanımıyorum!”
REKTöR Mü, PROVOKATöR Mü?
Ne yalan söyleyeyim; böyle bir açıklama, toplumun çoğunluğu tarafından hiç de yadırganmaz!.. Tam aksine; “hay ağzına sağlık” derler, sayın YöK Başkanı’na!..
Tabiî ki, sayın YöK Başkanı özcan, konumu itibariyle; “Ben de sizi tanımıyorum” demez, diyemez!..
Ama, ben de dahil, birçok kişi bunu diyebilir!..
Deriz veya derler ki;
“Haa, öyle mi?.. Sen Meclis tarafından 411 gibi rekor bir oyla kabul edilen anayasa değişikliğini tanımıyor musun?.. Sen, Cumhurbaşkanı’nın 11 günlük incelemeden sonra verdiği onayı yok mu sayıyorsun?.. Sen, YöK’ün bütün genelge ve talimatlarına uyuyor, ama başörtüsüyle ilgili çağrısının yok hükmünde olduğunu mu söylüyorsun?.. O halde, ben de YöK’ün hiçbir talimatını takmıyor, Meclis’in çıkardığı 8 Yıllık Kesintisiz Eğitim Yasası’nı tanımıyor, önceki Cumhurbaşkanı A.N.Sezer tarafından YöK ve üniversitelere atanan rektörleri yok sayıyorum!”
Der miyim bunları?..
Diyebilir miyim?..
Bir “köy”de Sarı çizmeli Mehmet Ağa olsam ve bir “köy kahvesi”ndeki sandalyede oturuyor olsam, sadece bunları değil, çok daha fazlasını da derim.
Ama “YöK Genel Kurulu koltuğu”nda, ama “rektörlük koltuğu”nda oturan biri; “Anayasa değişikliğini takmıyorum” veya “YöK’ün çağrısı yok hükmündedir” diyemez!..
Haa, kimsenin ağzı “torba” değil, dolayısıyla büzülemez!.. “Ağzı olanın konuştuğu” bu ülkede, “CHP’liler” de konuşabilir, “YöK üyesi rektörler” de!..
Ama, “Anayasa değişikliğini takmıyorum!.. YöK’ün çağrısına uymuyorum!” derlerse, işte orada adama sorarlar:
“Sen kim oluyorsun?..
Sen bir rektör müsün, yoksa provokatör mü?..”
LAİKLİĞİN KANUNU VAR MI?
Biliyorum, bu soruyu sorunca şöyle cevap verecekler:
“Anayasa’nın değiştirilen 10. ve 42. maddeleri, başörtüsü serbestliğinin nasıl uygulanacağını göstermiyor... Değişikliğe uygun bir de kanun çıkarılsın ki, biz ona uyalım.”
Bu söylemin bir “tuzak” olduğunu dün yazdım!..
Kaldı ki; “Anayasa değişikliği, kanunla da desteklenmeli... Kanun da değişmeli ki, başörtüsü serbestliğini uygulayalım” diyenler, Ali İhsan Karahasanoğlu kardeşimin dün de yazdığı gibi; “kanun-manun” aramadan; Anayasa’nın “laiklik”le ilgili maddesini pekâla uyguluyorlar!..
Hem de; “zorbaca” ve “düşmanca” uyguluyorlar!..
“Yasak”ları uygulamak için, bir “Anayasa maddesi” olan laikliğe sığınıyorlar da, “özgürlük”leri uygulamak için “Anayasa yetmez, kanun da lâzım” diyorlar!..
Eee, ne diyelim;
Demek oluyor ki, “cehaletin böylesi, ancak okumakla mümkün” olabiliyor!..
Dün de ifade ettiğim gibi;
“Anayasa değişikliği yetmez, kanun da değişmeli” diyenlerin amacı, özgürlüğün yollarına “mayın” döşemek ve Hükümet’e “tuzak” kurmaktır!..
Rektöristler, “başörtüsü” ve “bağlama şekli” kanuna girsin ki, Anayasa Mahkemesi; “laik bir devlette dinî ibare olamaz” diye karar verip, yasayı iptal etsin istiyorlar!..
BAHçELİ’NİN EK 17 ISRARI
Hadi, “rektörist”ler böyle bir “tuzak” hazırlıyorlar ve “Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı vereceğini” umuyorlar diyelim; peki MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin derdi ne?.. O da, dünkü MHP Grubu’nda ısrarla ve üstüne basa basa şöyle diyordu:
“Gelişmeler ve bazı açıklamalar, mutabakatın muhataplarından olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin YöK Kanunu’nun Ek 17. maddesinde yapılması kararlaştırılan değişikliği sürüncemeye ve zamana bırakmaya, hatta bundan vazgeçmeye niyetlendiği yönündedir!..
Oysa, bize göre, Anayasa değişiklikleriyle ilgili Anayasa Mahkemesi’ne yapılacak itiraz süreci ile Ek 17. maddedeki değişikliğin kanunlaşması birbirinden ayrı mütalaa edilmesi gereken farklı safhalardır.
Şayet YöK Başkanlığı’nın Ek 17. maddede yapılacak değişikliğe ihtiyaç olmadığına yönelik yaklaşımı kabul görür ise kıyafet konusunda tam bir kargaşa yaşanması ve her tür kıyafetin giyilmesi gibi bir tehlike karşımıza çıkabilecektir. Kaldı ki tartışma şimdiden alevlenmiştir. Aceleyle verilmiş YöK kararı sonucu üniversitelerde, başörtüsü ile girilebilen ve girilemeyen ayrımı doğmuş, uygulamada çelişkiler ortaya çıkmıştır.”
EK 17’DE İKİ AYRI TUZAK!
Ne yalan söyleyeyim;
Sayın Bahçeli’nin bu sözleri beni şaşırttı... Sayın Bahçeli de, tıpkı “CHP’liler ve bazı rektörler” gibi “kanun da değişmeli” diyor ki; Bahçeli gibi birinin “hazırlanan tuzağı görememesi” hayli garip geldi bana!..
Sayın Bahçeli, şunu nasıl düşünemez;
“Kanunlar, elbette Anayasa’ya uygun olmak zorundadır!.. Ama Anayasa’lar, kanunlara uygun olmak zorunda değildir!.. Anayasa değişikliğini tanımayan bir zihniyet, kanun değişikliğini hiç uygular mı?”
Kafam bu soru ile meşgulken, bir dostum, kulağıma “kar suyu” kaçırdı!.. Benim “Ek 17. Madde”de ısrar edenlerin bir “tuzak” peşinde olduklarına dair görüşlerim üzerine; “Tuzak bir değil, iki tane” dedi;
“Ek 17. maddeye başörtüsü ile ilgili bir ibare koydurup, böylece Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı vermesine zemin hazırlıyorlar... İkincisi de, Yargıtay Başsavcısı’na zemin hazırlıyorlar!.. çünkü, kanunlara dinî bir ibare girmesi demek; değiştirilemez denilen laiklik ilkesinin delinmesi demek!.. Bu da, bir partiyi kapatma gerekçesi olabilir!.. Yani, Ek 17. maddenin değişmesini isteyenler, bir taşla iki kuş vurmak istiyor olabilir!.. Hem Anayasa Mahkemesi’nin iptaline zemin hazırlamak, hem de AK Parti’nin kapatılmasına zemin hazırlamak!”
Şöyle bir düşündüm de; "niye olmasın" dedim;
"Terörist"ler için her yol meşrudur da, "rektörist"ler için niye olmasın!?.
Ama, sayın Devlet Bahçeli'nin böyle bir hesap içinde olduğunu sanmıyorum!..
Sanmak istemiyorum!..
SAMSUN'DA LAİKçİ NEFRET
Ancak, şu son gelişmeler ve tartışmalar çok iyi oldu... En azından, kimin hangi "zihniyet"te ve hangi "cibiliyet"te olduğunu ortaya koydu...
"Maske"ler düştü, "gerçek çehre"ler ortaya çıktı.
Herald Tribune ve New York Times gazetelerine açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Atilla Yayla'nın "Katı laik Türkler, dindarlardan nefret eder. Dindarları insandan saymaz; bir an önce buharlaşmasını, yok olmasını isterler" demesi, kartel medyasındaki bir kısım "katı laik" meslektaşımızı oldukça öfkelendirmişti!..
Prof. Yayla, "Yok böyle bir şey" diyenlere, Ertuğrul özkök’ün şahsında ve onun köşesinden şu cevabı veriyordu:
"Bu tür meselelerde kolay genellemeler yapmaya kaçmamak gerektiği konusunda sizinle tamamen hemfikirim.
Zaten ben de öyle bir genelleme yapmadım ve yapmam. Sadece radikal laiklerin veya laikçi-laisist diye adlandırılabilecek bazı kişilerin dindarlara karşı tavrının neredeyse bir ontolojik karşıtlık noktasına ulaştığını, böylelerinin adeta dindarların fiziksel varlığına karşı olduğunu ve dindarlar bir gün aniden buharlaşıp yok olsa çok memnun olacaklarını söyledim.
Uzun zamandır böylelerinin fikir, mantık ve psikolojisini anlamaya çalışıyorum. Sonunda vardığım nokta bu.
Kanaatimi doğrulayacak deliller bulmak da çok zor değil."
Peki, sormak gerekmez mi;
"Prof. Yayla haksız mı?"
Bir "Profesör" ki; "Türbanlılar içeri girerse, ben derse girmem" diyorsa!.. Bir "rektör" ki, "Türbanlı öğrenciye hakettiği puanı vermem" diye açıklama yapıyorsa, bunun adı "katı laikçilik" değil midir?..
Böyle bir tavır, "düşmanca" değil de, nedir?..
Böyle "profesör" ve "rektör"lerin bulunduğu üniversitelerin, "Anayasa yetmez, kanun da değişsin" demesine nasıl güvenilir, onların samimiyetine kim inanır?..
Gerisini boşverin de, Samsun OMü'de dün meydana gelen olayı düşünün!..
Olay, özetle şöyle:
“Samsun Ondokuz Mayıs üniversitesi'nde, başörtüsüne serbestiyet getiren kanun çıkmasına rağmen kızının başörtüsüyle okula alınmamasına itiraz eden ve arabasıyla kızını kampuse girerek fakülte önüne bırakan İdris Gökçek, güvenlik görevlilerinin saldırısına uğradı. Dudağı patlayan ve hastanede tedavi gören İdris Gökçek güvenlik görevlilerinden şikâyetçi oldu.”
Söyleyin Allah aşkına;
"Katı laikçilerin nefretini, öfkesini ve düşmanlığını" görmek için, bu babanın "ölmesi" mi gerekiyor?..
Daha ne diyeyim?.. Başka sözüm yok!
-----------
Peki ihale yakışık aldı mı?
Hani, "sokaktaki bir insan" söylese neyse de, bu laflar "Anamuhalefet Partisi Genel Başkanı"nın ağzından çıkınca, hayret ediyor insan!..
Dünkü CHP Grubu'nda şöyle demiş Bay Baykal: "Türkiye bir anda cepheye giden askerlerinin kaderiyle ilgilenirken, onlar için üzülürken, kaygı duyarken, Cumhurbaşkanı o günün akşamı alelacele Anayasa değişikliğini imzalama kararını aldı... Bu tabii yakışık almayan bir uygulama olmuştur."
İnsaf yani!.. El insaf... Cumhurbaşkanı'nın; bir kanunu "onaylamak" veya "veto" etmek için, "kanunî süresi 15 gün"dür...
Yani bu 15 gün içinde onaylar veya iade eder!..
Peki, sayın Gül, "kaç gün sonra" onayladı Anayasa değişikliğini?.. Tam 11 gün sonra!.. "İlk birkaç gün" içinde onaylasaydı, zaten "noter" diyeceklerdi... "11 gün sonra" onaylıyor, bunu da beğenmiyorlar!..
Peki, ben sorayım o halde... Aynı gün, "Tekel ihalesi" vardı...
Aydın Doğan da dahil, birçok işadamı girdi o ihaleye!.. Tabiî, "para kazanmak" için!.. Ne yani; "Türkiye askerleri için üzülür” iken, Aydın Doğan'ın "ihale" peşinde koşması yakışık almış mıdır?..
"İş Bankası"ndan dolayı "ortaklık"ları bulunduğu için soruyorum Bay Deniz Baykal'a!.. Acaba, “harekât günü ihale”ye ne der?..


Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi