Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

PKK, müesses nizamın metresi mi?

PKK, müesses nizamın metresi mi?

“Darbe şartları” nasıl oluşur?.. Elbette, “12 Eylül öncesi”nde yapılanların yapılmasıyla oluşur... Hani, İstanbul Barosu’nun, “12 Eylül Cuntası” ifadesinden rahatsız olup, “12 Eylül yönetimi” diyerek, “Darbeci Baro Taksim’e hoşgeldin” pankartını haklı çıkardığı “cunta” ve onun lideri Kenan Evren; “Darbeyi daha önce yapacaktık ama şartların olgunlaşmasını bekledik” diyordu ya, şartlar işte böyle oluşur... Verirsin “solcu”nun eline silahı, gider “ülkücü” öldürür!.. Alırsın “solcu”nun elindeki silahı, verirsin “ülkücü”nün eline; o da gider “solcu” öldürür!.. Biri “faşizme karşı” savaştığını, öteki de “komünizme karşı” savaştığını zanneder ve böylece ülkenin gençleri birbirini kırar, oluk gibi kan akar!.. Solcusu da, Ülkücüsü de, “darbeciler” tarafından kullanıldıklarının farkına bile varmadan, vuruşur ha, vuruşur!..
Sonra, birileri ortaya çıkar; “Şu asker gelse de, akan kan dursa” demeye başlar!..
İşte o zaman, “asker” gelir!..
Böylece, “11 Eylül gecesi”ne kadar oluk oluk akan kan, “12 Eylül sabahı”nda bıçakla kesilir gibi kesiliverir!
Artık, “bizim oğlanlar” başarmıştır!..
Ülkeyi korumuşlar, kollamışlardır!..
SON 24 SAATTE 3 ESRARENGİZ OLAY!
2004’ten itibaren ortaya çıkan Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven kod adlı darbe plânları ile daha sonra deşifre edilen “Kafes” ve benzeri eylem plânlarının amacı da, “darbe şartları”nı hazırlamaktı!..
Tabiî, bu işler için “silahlı güç”ler tek başına yeterli değildi... Bu işe İstanbul Barosu gibi “baro”lar, “bazı partiler” ve “sendika”lar ile “malûm basın” da destek vermeliydi ki; “şu asker gelse de!..” sesleri yükselmeye başlasın!..
Ne var ki, bu defa başaramadılar!..
Ancak, “pes” de etmiyorlar!..
“Çekilmeyi” düşünmüyorlar!.
Çekilseler bile,
“Vuruşarak” çekilecekler!..
Nitekim, son günlerde meydana gelen “esrarengiz” olaylar bir “hınç”ın, “öfke”nin ve “histeri nöbeti”nin dışa yansımasından başka bir şey değil!..
Düşünebiliyor musunuz;
“Oramirallere suikast” soruşturmasında tutuklanıp serbest bırakılan Deniz Yarbay Ali Tatar, polisler “gözaltı” için kapısına geldiğinde, silahını alıp, banyoda kafasına sıkıyor!..
Yani, “tutuklanmak”tan ve “yeniden hapsedilmek”tense, “ölmeyi” tercih ediyor!..
Hani, filmlerde vardır ya;
“Yakalanacağını” anlayan bir ajan, yüzüğündeki zehiri içer ve hayatına son verir... Yarbay Ali Tatar’ın ölümü de, o sahneleri andırıyor!..
Acaba, hangi “sır”ların açığa çıkmasından korktu?.. Acaba kimi korudu?.. Yoksa, konuşup da, “sır”ları deşifre ederse, “zaten öldürülecek” miydi?..
Öyle ya;
Ergenekon tutuklusu emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, belki de; “Ben ışığı görmezsem, kimse görmez!” dediği için, halen yattığı hastanede, “esrarengiz bir astsubay” tarafından “ziyaret”(!) edilmek istenmişti!..
“Bir albay tarafından görevlendirildiğini” söyleyen astsubay Erhan Keskin’in amacı neydi?..
Aldığı görev, “Sarı Levent”i ortadan kaldırıp, “ışığını hepten kapatmak” mıydı, yoksa onu “hastaneden kaçırmak” mı?..
Peki, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın Ankara’daki evinin etrafında dolanırken, ceplerinde “evin adresi ve krokisi” ile yakalanan “binbaşı” ile “albay”ın amacı neydi?..
Arınç’ı “ortadan kaldırmak” mı istiyorlardı, yoksa bu işi başkaları yapacaktı da, onlar “keşif çalışması” mı yapıyorlardı?..
BU KARANLIK, AYDINLATILMALI!
Öyle anlaşılıyor ki;
Bülent Arınç’ın, böyle bir “suikast teşebbüsü” içine doğmuştu veya böyle bir girişimden haberi vardı ki, Manisa’da yaptığı konuşmada Baykal ve Bahçeli’nin tavırlarını eleştirerek, şöyle diyordu:
“Siz bu zihniyetle devam ederseniz, bizi vatan haini gözüyle görmeye devam ederseniz ve bu suçlamalara aynen iştirak ederseniz Türkiye’de birilerine hedef göstermiş olursunuz. Bu birilerinden hedef gösterdiğiniz insanlar bir şekilde zarar görecek olursa memnun mu olacaksınız?
Sayın Baykal ve Bahçeli bundan mutluluk mu duyacaksınız?
Sizin düşman olarak gördüklerinizin başına bir iş gelirse bu sizi çok mu mutlu edecek?
Birisinin yerde sürünmesi sizin zafer çığlıkları atmanıza yol mu açacak.
Bundan sevinç mi duyacaksınız.
Aklınızı başınıza alın düşmanlığın yeri değil.
Biz siyasetçiyiz elbette yanlış yapabiliriz. Yaptığımız yanlışın bedelini de yeri gelir siyaset sandığında öderiz.”
Olay, elbette “yargı”ya intikal etti!..
Ancak, üzerinde önemle durulması ve mutlaka cevaplandırılması gereken soru şu:
“Bu binbaşı ve albay Genelkurmay Karargâhı’nda görevli olduğuna göre, Genelkurmay Başkanı’nın bu olaydan haberi var mı?.. Yoksa, bu iki subay, başlarına buyruk mu hareket etti?..
Arınç’ın evinin çevresinde yaptıkları bu keşif ziyaretinin, darbe plânları ile ilgisi var mı?”
Öyle sanıyorum ki;
Levent Ersöz’ün yanına “albay tarafından gönderilen” astsubay Erhan Keskin’in “ne yapmak” istediği de, o albayın “kim” olduğu da açığa çıkarılacaktır!..
Bu arada, “Arınç’ın evini keşfe çıkan” binbaşı ile albay da, herhalde konuşturulacaklardır!..
Aksi halde, Ali Tatar gibi, onlar da kafalarına kurşun sıkıp, “sır”larıyla ölmeyi tercih edebilirler!..
Onların vereceği bilgiler, hem “ordu içindeki cuntacılar”ın açığa çıkmasına, hem de “açılım süreci”nin başarıyla yürütülmesine vesile olacaktır!..
“İhanet plânları”nı gören Türkiye, “kirli emelleri” de görecek ve hâlâ “Ergenekon diye bir örgüt yok” diyenlere okkalı bir cevap olacaktır!..
PKK, ERGENEKON’UN METRESİ Mİ?
Kimbilir, son 24 saatte meydana gelen şu 3 olay, belki de “Ergenekon” ile “PKK” arasındaki ilişkiyi de net şekilde açığa çıkaracaktır!..
Düşünebiliyor musunuz;
Apo bile, İmralı’da geçtiğimiz Çarşamba günü görüştüğü avukatları Ömer Güneş, Meral Atasoy ve Muharrem Şahin’e demiş ki;
“Reşadiye’yi anlamadım...
Tokat, benim aklımın ucundan dahi geçmezdi.”
Gelin görün ki;
Apo’nun bu sözleri, “avukatlar tarafından sansürlenerek” duyurulmuş kamuoyuna!.. Yani, “Reşadiye’deki katliam”la ilgili sözlerine hiç yer verilmemiş!..
Dahası da var;
Apo, “PKK’nın askerî elebaşı Duran Kalkan” hakkında da şöyle konuşmuş:
“Bu Duran ne yapmak istiyor?..
Amacı ne?.. Anlamış değilim!”
Avukatlar, bu “fırça”yı da kaale almamış!..
Bu sözleri de sansürlemişler!..
Demek oluyor ki;
“Apo, altını tutamıyor!”
Yani, “komutan”(!)larına da söz geçiremiyor, kendisinden mesaj taşıyan “avukat”larına da!..
İşte burada, Zaman’dan Mehmet Kamış’ın 16 Aralık tarihli yazısındaki şu tesbit geliyor aklıma:
“Belki çok kaba bir ifade olacak ama bugün terör, bütün dünyada müesses nizamın metresidir. Terör sayesinde müesses nizamın topluma yaptığı her türlü muamele haklı bir gerekçeye bürünür. Terör, müesses nizamın vücuduna verilen aşı gibidir.
PKK ya da terörü bir yöntem olarak kullanan bütün örgütler, aslında müesses nizamın güçlenmesi ve varlıklarını daha güçlü bir şekilde sürdürebilmelerinden başka bir işe yaramazlar.”
Son gelişmeleri, bu yazıdan hareketle değerlendirdiğimde, “acaba” diyorum;
Müesses nizamı korumaya ve kollamaya çalışan güçler, “PKK terör örgütü”nü de bir “metres” olarak mı kullanıyorlar?..
Öyle ya, “metres” dediğin nedir ki;
“Para ve lüks” karşılığında “her isteneni yapan bir fahişe” değil mi?..
PKK da öyle mi acaba?..
“Müesses nizam” istediğinde “pusu” kurup askerleri katleden, “müesses nizam” istediğinde “sokak gösterileri” düzenleyip ortalığı ateşe veren, “müesses nizam” istediğinde “provokasyon”lara yönelip, ülkeyi “kaos” ortamına sürükleyerek “darbe şartlarını hazırlayan” bir paralı tetikçi grubu mu?..
Değilse, niye “en kritik zamanlar”da ortaya çıkıyorlar, niye “en hassas dönemler”de eylem düzenliyorlar?..
Hadi PKK’yı anladık da, “son 3 olay”ın kahramanlarına ne demeli?..
Söyler misiniz bana;
Yarbay Ali Tatar, tutuklanacağını anlayınca şakağına silah dayayıp niye intihar etti?..
Erhan Keskin adlı astsubayı “hangi albay” görevlendirdi ve Tuğgeneral Levent Ersöz’e yönelik nasıl bir eylem plânlıyordu?..
Bir binbaşı ve albayın, “Arınç’ın evinin etrafında” ne işi vardı?..
Yoksa, onlar da mı “müesses nizam”ın görevlileridir?..
İyi de;
“Müesses nizam” kim?..
“Ergenekoncu”lar mı?..
“Asker içindeki cunta” mı?..
Kim onlar?.. Amaçları ne?..
“Son çırpınış”ları ilgiyle izliyorum!..



Ne farkeder?
Bir zamanlar; Refah Partisi’nden Şevket Kazan ile Anavatan Partisi’nden Yılmaz Karakoyunlu bir televizyon programında tartışıyorlardı. Şevket Kazan bir ara muhatabına.
- Sayın Akkoyunlu, diye hitap etti.
Yılmaz Karakoyunlu itiraz etti.
- Akkoyunlu değil, Karakoyunlu olacak!
Şevket Kazan, tepkiye anlam veremedi.
- Ne olacak ki! Ha Akkoyunlu, ha Karakoyunlu...
Yılmaz Karakoyunlu, espriyi patlattı;
- Olur mu efendim. Şimdi size “Sayın Kazan” yerine “Sayın Kepçe” dersem bir şey farketmez mi?
........
Silivri’de devam eden dâvâ için “Ergenekon Terör Örgütü Dâvâsı” diyoruz ya; özellikle CHP’liler ve yandaşları diyor ki; “Hayır, Ergenekon diyemezsiniz!”
Ne desek; “darbeci cunta” desek, bir şey farkeder mi acaba?
Yine beğenmedilerse, “Engerek-on” diyelim bari!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi