Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Danıştay’ın içine de bakmak gerekmez mi?

Danıştay’ın içine de bakmak gerekmez mi?

Geçtiğimiz Cumartesi günkü, yani 26 Aralık tarihli Milliyet’te, “Danıştay’a da ortam dinlemesi” başlıklı haberi okumasaydım, belki de bu yazıyı yazmayacaktım... Milliyet’teki haberi okuyunca; bana gelen bir “mektup”taki soruları gündeme getirme ihtiyacı hissettim... Öncelikle, Milliyet’teki haberin özetini aktarayım: “Adalet Bakanlığı müfettişlerinin talebi doğrultusunda, hâkim ve savcıların telefonlarının dinlenmesi ve izlenmesine karar veren mahkeme kararlarından Danıştay da çıktı. Yargıtay ve adliye binalarında ortam dinlemesi yapılabilmesine olanak sağlayan kararlarda Danıştay’da görevli bir tetkik hâkimin ismi de yer alıyor.”
Sözkonusu haberde “hakimin ismi” de yer alıyor ama, konumuz “isim”ler değil!.. Önemli olan, “olay”ın kendisi... Adalet Bakanlığı müfettişleri, acaba neden “kuşku” duymuşlar, hangi gerçeğin peşine düşmüşler ki, bir “teknik takip” kararı aldırmışlar?.. Acaba, Danıştay’da, “bir işler” mi dönüyor?.. Danıştay’da birileri “şüpheli ilişkiler” mi yürütüyor?..
Malûm, atalarımız; “Ateş olmayan yerden duman tütmez” derler... Demek oluyor ki; bir “ateş” var ve o ateşte, birileri bir şeyler pişiriyor...
SICAĞI SICAĞINA SORULAN SORULAR!
Neyse, konunun bu boyutunu burada bırakıp, 17 Mayıs 2006’ya gidelim... O günlere gidelim ki, “cevabı verilmemiş sorular”dan birkaçını yine hatırlatalım... Bu sorular sorulmalı ki; “karanlıkta kalan olaylar” aydınlığa kavuşturulabilsin!.. Eğer bu “soru”lara cevap verilmezse; ne “Dersim Katliamı”nı çözebiliriz, ne de “Bingöl katliamı”nı!.. Sorular sormaz, cevaplarını alamazsak, “darbe”leri de aydınlatamayız, “darbe plânı” yapanları da!.. Tabiî, “Danıştay cinayeti”ni de çözemeyiz, “yer altından fışkıran silâh ve mühimmat”ları da!..
Malûm, “Danıştay Cinayeti” konusunda, henüz hiçbir soruya cevap verilmiş değildir.
Meselâ, “cinayetin ertesi günü” sıcağı sıcağına şu soruları sormuş ve cevap aramıştık:
- “Danıştay’daki saldırı”yı gerçekleştirdiği söylenen Alparslan Arslan, bir gün önce “Danıştay Başkanı’nın kapısı”nı zorlarken görüldüğüne göre; ertesi gün o binaya nasıl girmiş?.. Onu, “bir gün önce uzaklaştıran” görevliler, olay günü niye görmemiş?!?..
- “Glock” marka tabanca, “dedektör”lere ve “X-Ray” cihazına nasıl yakalanmamış?.. Çünkü uzmanlar, Avusturya yapımı bu silahın “görünmez” olduğuna dair haberlerin “hikâye” olduğunu söylüyor!..
- Alparslan Arslan, babasının söylediği gibi; “namazında-niyazında” biri mi, yoksa apartman komşularının ifade ettiği gibi, “içki de içen” biri mi?..
- Kaç aydır; “ev kirasını bile ödemediği” ileri sürülüyor!.. O halde, “4 bin dolarlık Glock marka tabanca”yı nasıl alabildi?.. Ya da, “kimler” aldı?..
- Arabasında bulunan “ikinci silah”ın anlamı ne?..
- Çantasında “dâvâ dosyaları” bulunduğu bildiriliyor!.. O dosyalarda “ne” var?.. Bir “iş takibi” mi yapıyordu?
- Saldırıyı, “başörtüsü aleyhinde” karar veren Danıştay 2. Dairesi üyelerine yönelik olarak gerçekleştirdiyse, “lehte karar” veren üye Ayfer Özdemir’e niye kurşun sıktı?..
Daha sonraki günlerde, “çok daha teknik sorular” sormuş ve “esrar perdesi”ni aralamaya çalışmıştık...
Meselâ, Danıştay’ın kameraları, “o gün niye arızalı”ydı ve niçin “hiçbir görüntü yok”tu?..
Meselâ, Alparslan Arslan, o günlerde “kimler”le görüşmüş ve “yolcu” ifadesiyle kimi kastetmişti?..
ANKARA’DAN GÖNDERİLEN BİR MEKTUP
Malûm, “Danıştay Cinayeti” dâvâsı, “Ergenekon Terör Örgütü” dâvâsıyla birleştirildi... Öyle umuyorum ki, “yargılama” bittiğinde, “soru”lar da cevap bulmuş olacak.
Ancak, bana gelen “mektup”ta öyle ilginç “ayrıntı”lardan söz ediliyor, öyle “teknik bilgi”ler veriliyor ve öyle “bağlantı”lardan bahsediliyor ki, bunları; gerek “yargı”nın, gerek sizlerin istifadesine sunmadan edemedim...
Mektup, “bilinen bir tesbit”le başlıyor:
“Ergenekon diye bir örgüt çıkıyor ve kendilerini devletin koruyucusu olarak görerek, her türlü yasadışı eylemi yapmayı bir hak olarak görüyor...
Bu örgütün, birçok kurumda işbirlikçileri vardır... Meselâ, Danıştay saldırısını gerçekleştiren Alparslan Arslan’ın da bu örgütle bağlantısı vardır.
Ergenekon’un, sadece Alparslan Arslan’la değil, suikastın gerçekleştiği dönemdeki Danıştay yönetimi ile de bağlantısı bulunmaktadır!”
BOMBA SÜSÜ VERİLMİŞ ÇANTA!
Mektupta, “bilinen bu tesbitler” yapıldıktan sonra, “hâlâ cevaplanmamış” şu soru soruluyor:
“Cinayet tarihi olan 17 Mayıs’tan bir hafta önce Danıştay’ın arka otoparkının girişinde bomba süsü verilmiş bir çanta görülerek polise bildirilmesine ve polis tarafından imha edilmesine rağmen; Danıştay ve Orduevi kameralarından niye araştırma yapılıp da fail ortaya çıkarılmamıştır?.. Bu bir ihmal midir, yoksa Danıştay yönetiminin açık bir zaafı mı?”
Bu olaydan sonra hiçbir güvenlik tedbiri alınmadığı gibi; cinayetin işlendiği gün Danıştay kameralarının ‘bozuk’ olması da hayli düşündürücü değil midir?”
ÇAYCI CAFER’E NİYE KULAK ASMADILAR?
Ankara’dan gönderilen mektupta, “son derece enteresan bir iddia”da bulunuluyor.
O iddia şu:
“O tarihte Danıştay yönetiminde bulunan K.T. ve E.Ç. adlı kişiler, Danıştay saldırısı ve Danıştay üyesinin ölümünden birinci derecede sorumludurlar...
Evet, sorumludurlar, çünkü; olayın sorumluları hakkında devletin diğer kurumlarında ciddi araştırmalar yapıldığı halde, Danıştay içinde hiçbir ciddi araştırma yapılmamıştır!
Alparslan Arslan mahkûm oluncaya kadar dâvâya müdahil olan ve duruşmaları izleyen Danıştay’ın, dâvâ Ergenekon’la birleştirildikten sonra kayıtsız kalması bir ciddiyetsizlik değil midir?..”
Mektuptaki diğer ilginç iddia da şu:
“Olay tarihinden bir gün önce, katliamın yapıldığı katta görevli çaycı Cafer, katili; başkanın kapısını zorlarken gördüğünü ve gördüklerini Danıştay yönetiminde bulunan K.T.’ye söylediğini belirtmesine rağmen, Danıştay yönetimi niye hiçbir tedbir almamıştır?..
Çaycı Cafer’in anlattıklarını mı ciddiye almamışlardır, basiretleri mi bağlanmıştır, yoksa işin içinde başka işler mi vardır?..
Öyle ya; bu ihmal veya vurdumduymazlıklarına rağmen, sözkonusu kişiler daha sonra terfi ettirilip, Danıştay Savcısı yapılmışlardır!.. Bu, ihmalin ödüllendirilmesi değil de, nedir?”
E.Ç. VE K.T.’NİN BAĞLANTILARI!
Mektupta; cinayette, “kasıt derecesinde ihmal”leri bulunan kişilerin “ilişki ve bağlantı”larından da söz ediliyor.
Tabiî, “soru” şeklinde!..
Bana, “sorun bakalım” diyorlar;
“Sorun bakalım Danıştay yönetiminde bulunanlardan E.Ç.’nin, Ergenekon Terör Örgütü sanığı Tuncay Özkan’la fikir birliği ve yakın dostluğu var mıdır, bu ilişki hangi boyuttadır?
E.Ç.’nin abisi Başbakanlık’ta görevli bir subay mıdır, Ergenekon’un askerî kanadı ile temas halinde midir?”
Danıştay yönetiminde bulunan E.Ç. ile ilgili bu soruları soran okurum, K.T. ile ilgili de “bilgiler” veriyor...
“Sor” diyor bana;
“Sor bakalım, K.T., bir PKK sempatizanı mıdır?.. Batı Çalışma Grubu ile bağlantısı olmuş mudur?..
Öğrencilik yıllarında, yani Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okurken örgüt evlerinde kalmış mıdır?..
Halkın Kurtuluşu örgütünün üyesi olarak duvarlara yazı yazarken polis tarafından defalarca yakalanmış mıdır?
12 Eylül Darbesi’nden bir gün önce, evet 11 Eylül’de Ankara Emek’te Halkın Kurtuluşu militanlarının yaptığı bir toplantıya katılmış mıdır, bu ev, bir işçinin evi miydi?..
SBF’yi bitirdikten sonra, kaymakamlık ve hakimlik sınavlarına niye müracaat etmemiştir?.. Eğer müracaat ederse, polisteki gözaltıların ve savcılıktaki arşiv kayıtlarının karşısına çıkacağından mı korkmuştur?..
Ancak SHP-CHP döneminde polis kayıtlarının geçersiz olduğu ilân edilince idarî yargı sınavlarına girdiği doğru mudur?..”
BİR İHMAL Mİ, KASIT MI?
Görüyorsunuz ya;
Ankara’dan “ıslak imzalı” mektup yazan A.D. adlı okurum, birçok “bilgi”ye vakıf olmasına rağmen, bunları “soru” şeklinde sorup, cevabını vermeyi “muhatap”larına bırakıyor.
Ama, mektubunun sonunda, sözü yine “Danıştay cinayeti”ne getiriyor ve şu “can alıcı soru”yu yöneltiyor:
“E.Ç. ve M.T.’nin görevlerinde gösterdikleri zaaf, gerçekten bir ihmalden mi kaynaklanmaktadır, yoksa Ergenekon’un Danıştay kanadı olarak yapılan kasıtlı bir davranış mıdır?”
Sadece bu soruya verilecek bir cevap bile, “Danıştay cinayeti”ni çözmeye yeterlidir diye düşünüyorum...
O halde, bu düğümü çözmeye “Danıştay yöneticileri”nden başlanmalıdır!.. Onların “ideolojik” yönleri, “bağlantı”ları ve “geçmişleri” araştırılmalıdır ki, cinayet üzerindeki “sis perdesi” aranabilsin!..
Şahsen ben, “Arınç’a suikast girişimi”ne adı karışan kişilerin de “geçmiş”lerinin, “bağlantıları”nın ve “ideolojik görüş”lerinin araştırılması gerektiğine inanıyorum!..
“Sis”ler ancak o zaman dağılır!..
=============
Paniğin asıl sebebi!
MHP’li Oktay Vural’ın önceki günkü sözleri, internet sitelerinde “Ankara’da yeni senaryolar” başlığıyla verildi... “Vural’ın senaryosu”na daha doğrusu “komplo teorisi”ne göre; Hükümet “kozmik oda”lara girebilmek için, “Arınç olayı”nı bir “levye” olarak kullanmış!.. Yine “Vural’ın komplo teorisi”ne göre; Özel Kuvvetler’in varlığından “Kuzey Irak’taki Kürtler rahatsız”mış da, son operasyonun amacı da, “Özel Kuvvetler’i K. Irak’tan çıkarmak”mış!..
Dilin kemiği yok... Herkes, her şeyi söyleyebilir... Ve hatta, kişilerin “saçmalama özgürlüğü” bile vardır... Ancak, bana kalırsa Oktay Vural’ın derdi “askeri kayırmak” değil, “MHP’nin açıkları”nın fâş olması!..
Çünkü, “kozmik oda”dan çıkarılan “bavul dolusu evrak” içinde; “Apo’nun niye asılmadığı” sorularına cevap olabilir... Belki de, “Apo’yu asmayıp da, besleyenler”in kimlikleri deşifre olabilir... Bir de bakmışsınız; “şehit cenazeleri”nde boy gösterip de “İmralı, Apo’ya mezar olacak” sloganları atanların kimlikleri de gözler önüne serilivermiş!..
Bunlar “levye”den mi çıkar, “heybe”den mi, yoksa “bavul”dan mı, o zaman göreceğiz...
Bana kalırsa, “Oktay Vural’ın asıl paniği” bundan!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi