Halının altı temizlenmedik çe!..

Halının altı temizlenmedik çe!..

Seksen küsur sene öyle böyle geçmiş... Kuruluş dönemi denilmiş, savaş devri denilmiş, olağanüstü şartlar denilmiş...
Tek parti dönemi, dünyada (ve özellikle Avrupa’da) otoriter rejimler devri denilmiş...
Denilmiş veya demeye getirilmiş, yani çoğu kere bir şey deme ihtiyacı duymadan direkt olarak eyleme geçilmiş...
Her icraat devlet umuru (işleri) olarak lanse edilmiş. Her zaman değil ama, gerektiğinde yapılanların devletin âli menfaatleri icabı olduğunu anlatmak için bir açıklama yapılmış. Resmî açıklama...
Resmî açıklamalar her zaman doğru olmak zorunda değildir! Doğru olmadığı açıkça bilinen resmî açıklamalara da, inanmak zorundasınız!.. İki sebepten: Birincisi aksini ispatlamanız zor, hatta bazen imkânsızdır. İkincisi aksini ispatlasanız bile çoğu kere netice değişmez...
Onun için devlet (daha doğrusu devlet adına hareket eden kimi kurumlar) kolaylıkla resmî yalanları söylemeye devam edebilir. Öyle ki, bu yalanlar rutin hale gelir ve herkes tarafından da kanıksanır. Şayet mızrak çuvala sığmazsa, devlet en üst makamdan ve kerhen başka bir açıklama yapabilir. Mesela: “DEVLET BAZEN RUTİN DIŞINA ÇIKAR...” deyiverir.
Neticede o kadar çok rutin dışına çıkılır ki, bu rutin dışı işler rutin hâle gelir!..
Fakat öyle bir gün gelir ki, halının altına süpürülen pislikler artık gizlenemez olur. Bazen bu durum bir ‘KAZA’ sonucu da meydana gelebilir. Yahut bir vesile ile (Bazen darbe hazırlığı, bazen fişleme-izleme, bazen suikast şüphesi vs.) halının ucu kalkıverir ve altında birikmiş pislikler uç verir. O saatten sonra da gizlemek artık mümkün olmaz. Hatta gizlemeye çalıştıkça başka yerden başka pislikler de ortaya çıkar!..
Evet seksen sene içinde netameli çok hadise vukua geldi. Ama vatandaş olarak biz bu olayların kahir ekseriyetinin perde arkasını asla öğrenemedik. Çünkü “DEVLET SIRRI” denilerek, bu olayların üzerine kalın bir sis perdesi çekildi. Gerçekten sır olup olmadığını kimse irdeleyemedi.
Şu sıralarda ucu altmış yıl kadar gerilere giden bir yapılanma ve onun etrafında gelişen hadiseler tahkik edilmemeye çalışılıyor.
Anlaşılan o ki, hakim ve savcıların elinde, bizim medya vasıtası ile öğrendiklerimizden çok daha fazlası var... Ama biz (medya, kamuoyu) eldeki sınırlı verilerle değerlendirmeye çalıştığımız için bu iş sağlıklı olmuyor. Çünkü resmin bütününü göremiyoruz. Böyle olunca da, bazıları (özellikle siyasi muhalefet) yapılan resmî açıklamaları baz alıp, “Ergenekon bir safsatadır” diye kanaat belirtiyor ve herkesin de inanmasını bekliyor... Yersen!
Sonuç olarak gelinen noktada durum şu:
Artık resmî açıklamalarla durumu kurtarmanın imkânı yok.
Toplum halının altının temizlenmesini bekliyor ve soruyor :
İstanbul Poyrazköy’de, Ankara Zir Vadisinde ve diğer yerlerde gömülü bulunan silah ve mühimmat ne iş?
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın evinin yakınlarında şüpheli olarak yakalanan bir albay ve bir binbaşı gerçekten ne yapıyordu? Genelkurmay Başkanlığı niçin önce ‘Kozmik’ odalarda yapılan aramaların yasal olduğunu açıkladı? Neden daha sonra bu aramaların durdurulması için mahkemeye başvurdu? Aramayı yapan Hakim Kadir Kayan’ı takip ettiğinden şüphelenilen askerî araçlarda çıkan erler gerçekten marangoz ve aşçı mıydı?..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi