Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Kırıkkale’deki patlamadan Sütlüce Vak’asına, “kazaR

Kırıkkale’deki patlamadan Sütlüce Vak’asına, “kazaR

Gazetecilikte, “haberin elde patlaması” şeklinde bir deyim vardır... Çünkü haber, “pimi çekilmiş bomba” gibidir... Geldiğinde, hemen fırlatacaksın!.. Aksi halde, elinde kalır ve “niye zamanında kullanmadım” diye hayıflanmaya başlarsın. Bizim de öyle oldu... Ankara Bürosu muhabirlerimizden Ali Eyvaz’ın hazırladığı bir haber, önceki gün “Yayın Kurulu masası”na geldiğinde, “önemine binaen”, bu haberi “beklemeye” aldık... Çünkü, “gündem yoğun”du... Haberi, ertesi güne, yani “dün”e bıraktık... İşte, ne olduysa dün oldu... Haber, elimizde patladı... Yani, “gazeteye manşet” olacak bir haber, “çöpe manşet” oldu... Çünkü Milli Savunma Bakanlığı, dün bir açıklama yapıp, dedi ki; “Yunan gazetesindeki haber gerçek dışıdır!”
“PATLAMA SABOTAJ DEĞİL, KAZA!”
Neydi “gerçek dışı” olan?..
Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu’nun, yani MKE’nin Kırıkkale Mühimmat Fabrikası’nda 1997 yılında meydana gelen “patlama”nın, “Yunan casuslarının işi” olduğuna dair haberler!..
Bakanlık, dün yaptığı açıklamada dedi ki;
“MKE Kurumu’nun Kırıkkale’deki mühimmat fabrikasında, 3 Temmuz 1997 tarihinde meydana gelen patlamadan hemen sonra, MKE Kurumu, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı teftiş kurullarına mensup müfettişler ile Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığı ve emniyet makamları tarafından ayrıntılı bir şekilde inceleme ve soruşturma başlatılmıştır.
Anılan teftiş kurulları ile emniyet makamlarının raporlarına ve Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesine dayanılarak Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açılmıştır.
Yapılan bütün inceleme, soruşturma ve yürütülen adli dava sonucunda, söz konusu patlamanın, tamamen üretim esnasındaki teknik nedenlerden meydana geldiği ve kesinlikle kurum dışı bir etki veya sabotaja dair herhangi bir bulguya rastlanmadığı sonucuna varılmıştır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”
Peki, Milli Savunma Bakanlığı, böyle bir açıklama ihtiyacını neden hissetmişti?..
Hissetmişti, çünkü, Yunanistan’da Pazar günleri yayınlanan Proto Thema gazetesi, “1997 yılında Kırıkkale’deki Mühimmat Fabrikası’nda meydana gelen patlamanın arkasında Yunan casusları olduğunu” yazmış, sözkonusu casusları “kahraman” ilân etmiş, patlamadan sonra 1 yıl boyunca Türkiye’de gezen casuslar hakkında MİT’in “ölüm emri” çıkardığını iddia etmişti!..
İşte bu iddialar;
9-10 Ocak tarihli Türk medyasında; “Kırıkkale’yi, Yunanlı mı havaya uçurdu” başlığıyla verilmiş, “1997’deki patlamada, Kırıkkale’nin hayalet şehre dönüştüğü” hatırlatılmıştı!..
Muhabirimiz Ali Eyvaz, işte bu haberler üzerine; “patlamadan 3 gün önce” yani 30 Haziran 1997’de yıkılan Refahyol Hükümeti’nin Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan ve Bayındırlık Bakanı Cevat Ayhan ile görüşüp, “Yunan gazetesinin iddiasını” sormuştu...
Her iki bakan da, o dönemde, gündemin “Hükümet’i yıkmaya” kilitlendiğini, dolayısıyla “Kırıkkale’deki patlama”nın pek fazla üzerine gidilemediğini söylüyorlardı...
Dedim ya;
Haber, “bekletmeye” gelmiyor...
Bekletince, elde patlıyor...
Ali Eyvaz’ın haberi de, elimizde kaldı...
NURİ PAŞA’YI BİLİR MİSİNİZ?
Ancak, Ali Eyvaz’ın haberinde, “ilginç bir ayrıntı” daha vardı... Ali Eyvaz, haberinde “Sütlüce Vak’ası”na da gönderme yapıyor ve soruyordu: “Kırıkkale’de 2. Sütlüce Vak’ası mı meydana geldi?”
Peki, neydi bu Sütlüce Vak’ası?..
Önce, kısa bir anekdot...
Yıl, 1948... O yıllarda, “Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk silah fabrikası” Sütlüce’de üretim yapmaktadır... Fabrikanın sahibi, Nuri Paşa (Killigil)’dır...
Peki, Nuri Paşa kimdir?..
1881’de İstanbul’da doğan Nuri Paşa (Killigil) İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurucularından Enver Paşa’nın kardeşiydi. 1. Dünya Savaşı’nın sonlarında Azerbaycan’a hakim olan Rus ve Ermeni birliklerinin Müslümanları katletmesi üzerine, “Kafkas İslam Ordusu” adında Osmanlı, Azeri ve Dağıstan askerlerinden oluşan bir orduyla Azerbaycan’ı işgalden kurtarma harekatı başlattı. Bu ordunun önünü kesmek ve Azerbaycan’ı kontrol eden Rus ve Ermeni birliklerine yardım etmek için İngilizler Bakü’ye küçük bir kuvvet yollamışlardı, fakat Nuri Paşa’nın komutasındaki Kafkas İslam Ordusu’nun Azerbaycan genelinde büyük destek bulup güçlenmesi üzerine Bakü Muharebesi’nde yenilip buradan çekildiler.
15 Eylül 1918’de Bakü’nün kurtarılmasından sonra Ekim ayında da bir Osmanlı müfrezesi Dağıstan’a geçerek orayı da Osmanlı İmparatorluğu’na kattı.
Savaştan sonra Almanya’da yaşayan Nuri Killigil, 1938 yılında Türkiye’ye döndü ve işadamlığı yaptı.
Kurduğu fabrikada tabanca, matara, gaz maskesi ve mermi üretmeye başladı. Ünlü “Killigil Tabancaları”nın üreticisiydi.
İşte bu Nuri Paşa, Sütlüce’deki fabrikasında, sınırlı sayıda da olsa, “9 milimetre çapında yarı otomatik tabanca” da üretmektedir...
Bu tabancalar, “zamanının ötesinde bir tasarım”a sahiptirler!.. Bu tabancalardan biri, halen İstanbul Harbiye Askeri Müzesi’nde sergilenmektedir.
Fabrika, o dönem yeni motor ve makinalarla, “havan” ve “havan mermisi” üretmeye de başlamıştır.
Ne var ki;
İkinci Dünya Savaşı’ndan galip çıkan İngiltere ve SSCB, bu üretimden rahatsızdır...
Rahatsızlıklarını, dönemin “İsmet Paşa Hükümeti”ne bildirmişler ve “silah üretiminin durdurulmasını” istemişlerdir!.
İsmet Paşa, “üretimin durdurulduğunu” bildirse de, üretim “gizlice” devam eder!..
Çünkü, Nuri Paşa, “fabrikanın sahibi” olsa da, her şeyi, “Hükümet’in bilgisi dahilinde” yapar...
SİLAH SİPARİŞLERİ ALMAYA BAŞLAYINCA!
İşte o günlerde, ilginç bir gelişme olur!..
“İsrail devleti” kurulur!.. Malûm, 14 Mayıs 1948’de kurulan bu ülkeyi “ilk tanıyan” ülkelerden biri de Türkiye’dir... Zaten “terör saldırıları” üzerine kurulan İsrail, bir süre sonra etrafındaki ülkelerle “savaş”a da başlar!..
Arap ülkeleri, “İsrail’le savaşta” kullanılmak üzere “silah ve mühimmat arayışı”na başlar...
Nuri Paşa, yine “Hükümet’in bilgisi dahilinde”, İsrail’le savaş halindeki ülkelerle görüşmelere başlar!..
1949’un Nisan ayının son günlerinde Mısır’a gider... Mısır’dan oldukça yüksek miktarda “silah ve cephane” siparişi alır...
Mısır’dan dönüşünden bir gün sonra, yani 2 Mart 1949’da fabrikaya gelir!..
Ama, o da ne!..
Nuri Paşa’nın fabrikaya girişinden kısa bir süre sonra, “korkunç bir patlama” olur!..
Fabrika, havaya uçar!..
Ve tabii;
Nuri Paşa da dahil olmak üzere, fabrikada tüm işçiler ölür, cesetleri paramparça olur!..
O günün gazeteleri, patlamadan İsrail’i sorumlu tutan haberler verse de, “Milli Şef İnönü” başkanlığındaki CHP iktidarı, patlamanın bir “kaza” olduğunu belirtip, olayın üstünü örter!..
“REŞADİYE BASKINI, MOSSAD’IN TERTİBİ!”
Hayır, aksini iddia etmiyorum... Patlama, gerçekten de bir “kaza” sonucu meydana gelmiş olabilir... Ama 1948 yılında “İsrail’den gelen bir heyet”in, bu fabrikayı “gizlice” ziyaret ettiğini, “silah siparişi”nde bulunduğunu, ancak Nuri Paşa’nın “İsrail’e silah satmaya razı olmadığı” gerçeğini de gözardı etmemek gerekir...
Dolayısıyla, bu patlamanın bir “kaza” mı, yoksa İsrail’in verdiği bir “ceza” mı olduğu tartışılır!..
Ki, Türkiye’de meydana gelen “cinayet”lerin nasıl “faili meçhul” kaldığını da gözden ırak tutmamak gerekir!.. Niye olmasın, o patlama da, “faili meçhul bir kaza” olamaz mı?..
Şahsen ben, Milli Savunma Bakanlığı’nın, “Kırıkkale’deki patlama” ile ilgili dün yaptığı açıklamada olduğu gibi; bu işin “Yunan casuslarının işi” olmayıp, “teknik sebeplerden kaynaklanan bir kaza” olduğuna inanmak istiyorum!..
Ama, “13 yıl önce” olduğu gibi; bugün de, Türkiye’de “casusların cirit attığı” gerçeğini görmezlikten gelemiyorum.
Çünkü, bazı olaylar vardır ki; “görüldüğü veya gösterildiği gibi değil”dir!..
Geçenlerde, Şamil Tayyar yazmıştı:
“Türkiye, Global Ergenekon’un tehdidi altındadır. Başbakanın Davos’taki “One Minute” çıkışından sonra bu tehdit, daha da arttı.
Özellikle İsrail istihbarat örgütü MOSSAD, bu tehdidi körükleyen en önemli faktördür. Hükümet-asker çatışmasından rol kapmaya çalışıyor.”
(...)
“Şimdi bir adım daha ileri gidiyorum; 7 askerimizin şehit edildiği Reşadiye baskını, Global Ergenekon’un dominant unsuru MOSSAD’ın tertibidir, PKK taşeron olarak kullanılmıştır.
Demokratik açılımı baltalamak için Kandil’i en çok MOSSAD ajanlarının ziyaret ettiğini söylesem, ne dersiniz?”
Evet, ne dersiniz;
Bazı “kaza”lar, “ceza” amaçlı olamaz mı?..
Biz, bazı olaylara, yine “kaza” deyip geçelim...
Ama, “provokasyon” ihtimalini de gözardı etmeyelim!..
Ve de;
“Büyük provokasyonlara” hazırlıklı olalım.
Öyle ya;
Selendi’de “sigara içme kavgası”ndan “etnik çatışma” çıkaranlar, Mersin’deki bir “kız kaçırma” hadisesini “Şehitler ölmez”e dönüştürenler, iş başında!..
Pekalâ, “suikast”lar da “kaza”(!) olabilir!..
Bazı “intihar”ların “kaza”(!) olduğu gibi!..
===============
Adil Serdar Saçan’ın savunması
Bugünkü haberlerimizde de okuyacağınız gibi; “2. Ergenekon Davası”nın 29. duruşması dün yapıldı ve eski Emniyet mensubu Adil Serdar Saçan’ın ifadesi alındı... Adil Serdar Saçan, büyük bir “pişmanlık” duyduğundan mı, yoksa “paçayı kurtarma” çabasından mı, “suçlama”ları kabul etmedi... “Benim Veli Küçük’le işim olmaz!.. Onu tanımam!.. Benim Ergenekon’la bir ilgim yok” dedi... Ama, bazı “Ergenekon tutukluları”nı tanıdığını da “itiraf” etti!..
Ki, o tutuklulardan bazıları, “28 Şubat darbesi”nin ve daha sonraki “darbe girişimleri”nin içinde yer aldılar!..
Kaldı ki; Adil Serdar Saçan’ın bizzat kendisinin; “28 Şubat darbesine karşı çıkan” kişilere nasıl “operasyon”lar düzenlediğini, nasıl “insanlık dışı işkenceler” uyguladığını bilmeyen yok!..
Böyle bir kişinin, şimdi kalkıp da;
“Darbeler ve darbecilerle ilgim yok” demesi ne derece inandırıcı olur bilemem ama; Ali Kalkancı’nın “şeyh” (!) ilan edilmesine zemin hazırlayanlarla “kol kola” olduğunu herkes biliyor!..
Demek oluyor ki;
“Keser” dönüyor, “sap” dönüyor, bir gün “hesap” dönüyor!..
Bunu sadece Adil Serdar Saçan değil, herkes bilmeli!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi