Kasımpaşalı Büyükanıt, Baykal ve Bahçeli

Kasımpaşalı Büyükanıt, Baykal ve Bahçeli

Genelkurmay ile muhalefet partileri arasındaki söz düellosu, başka bir ifadeyle ‘muhtıra’ tartışması, siyasi tarihimizde öyle sıkça rastlayacağımız türden bir gelişme değil. Belki o nedenle, her kesimin ezberi bozuldu.

Yapılan açıklamalar ve değerlendirmeleri yakından takip ediyorum; Hem siyaset hem düşünce aleminde ‘Sessiz kalmak’, ‘Genelkurmay’a tavır koymak’ ve ‘muhalefete sahip çıkmak’ arasında med-cezir yaşanıyor. En ciddi zihin bulanıklığı ise liberal ve muhafazakar demokrat kesimde karşımıza çıkıyor.

Tıpkı ‘türban’ meselesinde olduğu gibi bu tartışma alanında da liberal ve muhafazakar demokrat kesimde fikri birliktelik yok.

Sanıyorum, bu farklılaşma, ‘demokrasi’ kavramına yüklediğimiz farklı anlamlardan kaynaklanıyor. Temel hastalığımız, demokrasiyi bir yaşam biçimi ve tahammül rejimi olarak görmeyip benzeşen düşüncelerle sınırlı tutmaktır.

İkinci Cumhuriyet tezine eleştiri getirdiğinizde çok rahatlıkla ‘faşist’ damgasını yiyebilir, Güneydoğu’ya ilişkin ezber bozan açıklama yaptığınızda ‘Barzani uşağı’ veya ‘hain’ sayılabilir, türban tartışmasında statükonun dışına çıktığınızda ‘Fethullahçı’ yaftası boynunuza asılabilir.

Birbirimize tahammül etmek, anlamak ve algılamaya çalışmak yerine, sığırların kıçlarına vurulan damgalar gibi etiketlendirme, fişleme, kategorize etme, sınıflandırma çabası, kimi zaman hayatımızın üstüne karabasan gibi çöker.

Bazen de yanlış zemin üzerine inşa ettiğimiz düşünce binamızı korumak adına yanlışı savunuruz, konjonktürel rüzgara kapılır gideriz. Son tartışmalarda bu hastalıklarımızın yeniden depreştiğini görüyoruz.

çok önce yazdığım için tekrarlamak isterim. Benim düşünce silsilemin sabit ayağı, Genelkurmay veya başka bir kurum değildir. Kurumlara göre değil evrensel değerlere, temel hak ve özgürlüklere göre yön tayinimi yaparım.

Karmaşık gibi gözükür ama çok basit bir yöntemdir.

Hep söyledim; Askerin terörle mücadelesinde, yurt savunmasında ve toplumla kaynaşmasında hep yanındayım. Ama tek şartla, hukukun üstünlüğüne bağlı kalacak. Siyaset alanına müdahale ettiği anda ise ‘dur’ demek benim için bir vazifedir. Bir nevi, kırmızı çizgidir.

27 Nisan ve 4 Mart bildirileri

Bu zaviyeden baktığımızda Genelkurmay ile muhalefet arasındaki ‘muhtıra’ tartışmasını nasıl değerlendirmek gerekir.

Bir defa sapla samanı birbirinden ayıralım. Kan tahlili ile yoğurt analizini birbirine karıştırmayalım.

27 Nisan bildirisiyle, Genelkurmay ne yaptı? Siyasetin tam göbeğine indirme yaptı. Tıpkı Japonların 7 Aralık 1941’de Hawaii’deki Pearl Harbour limanına saldırısı gibi... Cumhurbaşkanlığı seçim sürecini kesintiye uğratmak ve mecliste tecelli eden milli iradeye ipotek koyma girişimiydi.

Hükümet, Cemil çiçek aracılığıyla tavır koydu. Doğrusunu da yaptı. çünkü, herkes kendi işini yapacak.

Peki, 4 Mart bildirisi, 27 Nisan’dan farklı mı?

Evet, farklıdır. Genelkurmay, kendi işi (kara harekatı) ile ilgili itirazlara cevap vermiştir. Bir nevi, savunma halidir. Ne var ki, meşru savunma hakkını kullanırken, eline yüzüne bulaştırmıştır. ‘Hain’ lafıyla, kantarın topunu kaçırmış ve daha sonra ilave açıklamalarla polemiğe girmiştir.

Kasımpaşalı üslubuyla olmaz

Hiçbir kurum, kendini diğerlerinden daha ‘vatansever’ göremez, hele askerler siyasilerle polemiğe hiç giremez. Kara harekatı sürecini iyi yönetemeyen Genelkurmay, haklı olduğu konuda kendi kendini haksız duruma düşürmüştür.

Vereceği teknik ayrıntılarla kara harekatına ilişkin değerlendirmeleri kamuoyunun takdirine bırakıp kenara çekilebilirdi. çünkü, gerisi, bu işin siyasi sorumlusu olan iktidar partisine aittir. Siyasi hesaplaşmayı, Genelkurmay değil AK Parti yapmalıydı.

Hele, ‘Amuda kalkarım, üniformamı çıkarırım’ gibi Kasımpaşalı delikanlılara taş çıkartan üslupla bu iş hiç olmaz, olmadı.

Bu arada CHP ve MHP’nin de bu süreçten çıkarması gereken ders var. Hatırlayın; AK Parti’nin terörle mücadele politikasını eleştirirken Başbakan Erdoğan’a neler söylediniz. Barzani ve Talabani ile aynı kefeye koydunuz, gaflet ve delalet içinde olduğunu söylediniz, yetinmeyip ‘hain’ dediniz.

Baykal ve Bahçeli’ye ders olur mu?

MHP Lideri Bahçeli’nin 13 Haziran 2007’de yaptığı yazılı basın açıklamasındaki, ‘Bugüne kadar etnik bölücülüğe cesaret veren ve güvenlik güçlerimizin terörle mücadelesini zaafa uğratan Başbakan Erdoğan, bugünkü kanlı ve karanlık tablonun baş mimarı olmuştur. Terörle etkili bir şekilde mücadelenin gereklerinin yerine getirilmemesi, tarihin ve Türk milletinin affetmeyeceği bir gaflet, dalalet ve ihanettir’ ifadeleri hala hafızalarda.

Eğer siz ‘hain’ yaftasını bu kadar kolayca bir başbakanın boynuna asmaya kalkarsanız, bir gün gelir birileri de öfkelendiğinde sizin boynunuza aynı yaftayı asmaktan hiç çekinmez. çünkü, o yafta, işporta malı haline gelmiştir.

Bir kez daha 27 Nisan’ı hatırlayın.

Karargahlarınızda bildiri metnini okuyup kıs kıs gülerek ‘AK Parti bitti, seçimde koalisyon kuruyoruz’ nidaları atmak yerine demokrasiye sahip çıksaydınız, siyaset dışı hiçbir kurum sizlerle polemiğe girmeye cesaret edemeyebilirdi.

Umarım, sizlere bir ders olmuştur. Gerçi, Bahçeli, 22 Temmuz’dan sonra siyasetteki deniz fenerini değiştirdi gibi, ancak Baykal için biraz daha zamana ihtiyaç var gibi gözüküyor.

Zararı yok, gecikmeli de olsa demokrasinin kıymetini anlamak, bir erdemdir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi