Gül ne yapmaya çalışıyor?

Gül ne yapmaya çalışıyor?

Başlığa taşıdığım soru, aslında kamuoyunun iki gündür cevabını aradığı sorudur. Hindistan’a giderken uçakta yaptığı anayasa açıklamasına, pek anlam verilemedi.

MHP ve CHP’li sözcüler “gerçeği gördüler” türünden memnuniyet içeren, AK Partililer “Aslında şöyle demek istedi” gibisinden mahcubiyet kokan resmi görüş belirtseler de cevaba muhtaç şekilde soru yukarıda asılı kaldı.

İki gündür farklı siyasi düşünceye sahip çok sayıda eş dost arayıp soruyor: Sahi Cumhurbaşkanı ne yapmaya çalışıyor? Devamındaki soru ise şöyle: Çankaya ile Başbakanlık arasında sorun mu var?

Kamuoyunda “sorun” algısının oluşmasına yol açan birikmiş hadiselerin ötesinde uçakta söylenmiş şu cümledir: “Bu meclis yeni anayasa fırsatını kaçırdı. Şimdi parça parça ne yapabilirler bilemiyorum.”

Hükümetin yeni anayasa değişikliği paketi üzerinde çalıştığı sırada, Çankaya’dan böyle bir açıklama yapılması, görmezlikten gelinemez.

Elbette, cumhurbaşkanı ile başbakan aynı fikri kaynaktan beslenmiş olsa bile görüş ayrılığına düşebilirler. Çok doğaldır.

Varsa böyle bir sorun, bu yönüyle ilgili değilim. Kaldı ki, hem Gül, hem Erdoğan, daha ağır badireleri birlikte atlatabilmiş iki liderdir.

Eğer, bu açıklama, anlık, üzerinde pek düşünülmeden söylenmişse, fazla yorum yapmaya gerek yoktur. Çıkar cumhurbaşkanı, ifadesine açıklık getirir, olur biter.

Eğer, “stratejik” bir adımsa, asıl üzerinde durulması gereken nokta burasıdır. Böyle bir cümlenin içinde, 2012 yılına yönelik “Çankaya seçimi” hesabının gizlendiği yorumu çıkarılabilir.

Malum, Türkiye, ilk kez Cumhurbaşkanını halkoyuyla seçecek. Böyle bir varsayımı doğru kabul edecek olursak; Sayın Gül’ün AK Parti tabanı dışındaki seçmen kitlelerine ve bu kitleleri yönlendiren kurumlara “selam” verdiği iddiası haklılık kazanır.

Bu varsayım, Gül’ün yeniden kesin aday olacağı tezine de zemin oluşturur. Böyle bir niyet varsa, hakkıdır, olmalıdır.

Ancak, itiraz ettiğim nokta, yol ayrımındaki Türkiye’ye demokratikleşme ve şeffaflaşma tercihini gösterecek levhanın dere yatağına sürüklenmesinedir.

Ayrıca, 22 Temmuz seçimlerinden hemen sonra yeni bir Anayasa hazırlanırken nasıl bir kıyamet koptuğunu, “kurucu meclis”, “kan akmadan olmaz” gibi laflar edildiğini, bir anda kapatma davasının devreye sokulduğunu, AK Parti içinden bile “330’u bulamayız” korkusunun salındığını, en iyi bilenlerden biridir Sayın Gül...

Hiçbir zaman “fırsat” olmadı ki, kaçsın. Şimdi dar kapsamlı yeni bir anayasa hazırlığı var. Uzlaşmayla çıkarılması arzu ediliyor ama gerekirse referandumun göze alınabileceği sinyali veriliyor.

İktidar partisi bunu becerirse tarihi bir adım atmış olacaktır. Böyle bir ortamda Gül’ün teşvik edici olması gerekirken umutsuzluk pompalaması, dikkatimi çekti doğrusu.

“Fırsat kaçtı” sözü hafızamda yeni bir çentik açtı.

Biliyorum Çankaya sakin ama büyülü bir yerdir. Refah Partisi’nin bile “demokrat” kimliğine inanarak oy verdiği Ahmet Necdet Sezer’in zamanla nasıl katı bir statükocuya dönüştüğünü hep birlikte gördük. Turgut Özal gibi örnekler de var. O da Çankaya’da en özgürlükçü hüviyete büründü.

Yazının sonunda başka bir soruya cevap arıyorum. Gül, Özal gibi mi kalacak yoksa Sezerleşecek mi? Ya da seçim yaklaştıkça tribünlere mi oynayacak?

İnsanlık halidir, yanlış bir algı üzerinden vehim üretiyorsam eğer, cumhurun diğer kesimleri gibi beni ikna etmek de reisin görevidir.

Bekliyorum...



Devlet Bey Oktaylaştı

Devlet Bahçeli, dün partisinin meclis grup toplantısında son meclis kav

galarını hatırlatıp dedi ki: “Buradan söylüyorum bundan sonra MHP sıralarına 1 metre yaklaşan bundan sonra ne olacağını görecektir.”
Daha birkaç gün önce medya patronlarının isimlerini sayarak “Ülkücü hafızaya” emanet eden Bahçeli, Diyarbakır’a gidemediği iddiaları karşısında da “Vakti gelince giderim. Ne zaman ve nasıl gideceğimi ben bilirim, o zaman görürsünüz” demişti.

Yine açılımın tartışıldığı sıralarda söylediği “Gerekirse MHP olarak dağa çıkarız” lafı hala hafızalardadır.

Daha niceleri...

Şaşırdığım husus; bize hocalık yaptığı üniversite yıllarımdaki zarif, kibar, nezaket sahibi, sağduyulu, sakin ve hoşgörülü Devlet Bahçeli’nin aradan geçen zaman içinde ceberut bir kimliğe bürünmesidir.

Hala, Devlet Bey’in kavgacı mahalle çocukları edasıyla “hadi bana 1 metreden fazla yaklaş da görürsün” üslubuyla siyaset yapmasına akıl sır erdirmiş değilim.

Herhalde Oktay Vural’ın ya huyundan ya suyundan... Maalesef Devlet Bey, giderek Oktaylaşıyor.

Hadi diyelim, başka partilerde adam yok! Etrafına baksın. Cihan Paçacı gibi sayısız makul partili var.

Ayrıca, ishal-i kelam hali, halk arasında pek makbul sayılmaz. “Adı mülayim memetmiş, sert olsa ne yazar” derler.

Sahi, bir metre yaklaşılırsa ne olur? Öldürür müsünüz? Ah Devlet Bey ah...


Kimlerin saçmalama hakkı var?

Darbeyi çare olarak gören İlber Ortaylı’yı eleştirince bir arkadaşımız, “İlber Hoca derin tarih bilgisine sahiptir, böyle insanların arada bir saçmalama hakkı vardır, eleştirmek doğru değildir” dedi.

Güldüm geçtim. Prof. Dr. Mümtazer Türköne, Zaman’daki köşesinde tarih dehası olarak tanıttığı İlber Hoca’nın böyle sözler söyleme lüksünün olduğunu yazınca, “pes doğrusu” dedim.

İlber Ortaylı’nın tarih bilgisine diyeceğim yoktur, haddim de değildir. Dediğim gibi, bilgili olmak ayrı, aydın olmak ayrıdır. Hele darbeci olmak bambaşkadır. Eleştirdiğimiz konu, hocanın Varna savaşıyla ilgili söyledikleri değil ki.

O zaman Çetin Doğan’a neden kızıyorsunuz? İlber Hoca’nın darbeci olma lüksü var da Orgeneral Çetin Doğan’ın neden yok! O da silahın profesörü...


DÜZELTME

Pazartesi günkü yazımda Topkapı Sarayı Müze Müdürü İlber Ortaylı’nın görevi ve Gazeteci Ahmet Dirican’ın ismi sehven yazılmıştır, düzeltir, özür dilerim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi