Darbe nasıl yapılır?

Darbe nasıl yapılır?

Hatırlıyorum, Hüsamettin Cindoruk, bir TV kanalında Ergenekon sürecini, “Bu 27 el bombasıyla nasıl darbe yapılacak?” sözleriyle tiye alıyordu.

Baktım, geçenlerde Tufan Türenç, Hürriyet’teki köşesinde, İrticayla Mücadele Eylem Planı iddianamesi kapsamında sanık gösterilen 7 kişinin nasıl darbe yapacağını soruyordu.

Aslında, ikisi de biliyor ki, darbeyi bu şahıslar, bu bombalarla yapmayacak. İddia şu: Provokatif eylemlerle Türkiye kaosa sürüklenecek, darbenin eşiğine getirilecek, asker de durumdan vazife çıkarıp darbe yapacak.

Onların eylem planında darbe sorumluluğunu verdikleri kurum, Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Aksi halde, bırakın 27 el bombasını, binlerce tank, tüfek, bomba ve askerle yapmanız bile mümkün değildir.

TSK’ni alt edecek alternatif orduya ihtiyaç var demektir. Böyle bir ihtimal, akla ziyan olduğuna göre, yukarıdaki tezin hiçbir geçerliliği yoktur.

Sıkça tekrarlayalım ki, hafızalara kazınsın. 37 insanın katledildiği Sivas katliamı bir kibritle gerçekleştirildi, Türkiye’nin 11 Eylül’ü olarak adlandırılan Danıştay cinayeti Glock marka bir silahla işlendi.

Misal, Danıştay cinayetinin failleri yakalanmasaydı, bugün devrim niteliğinde Anayasa değişikliğini görüşen parlamento açık olmayabilirdi.

Çok uzaklara gitmeden düne baksak dahi vahametin boyutlarını daha iyi anlarız. Samsun’da kendini bilmez bir şahsın Ahmet Türk’e yönelik yumruklu saldırısı, nelere yol açtı, hesaplayın. Bir de yangına benzinle giden Hürriyet’in faşist yazarının kalemini hesaba katın.

Bir yumruk, bir kalem Türkiye’yi nereye taşıdı. İstanbul’dan Hakkari’ye birçok bölge yangın yerine döndü, Samsun’da iki polis şehit edildi, Kayseri’de bir densiz aynı yöntemle Enerji Bakanı’na yumruk attı.

Türkiye, sağduyulu davranmasa, o yumruk ve kalemin peşinden koşsaydı, Türkiye’de kan gövdeyi götürebilirdi.

Tıpkı 12 Eylül öncesi gibi, Ergenekon sürecindeki gibi darbe çığırtkanları, “Ey ordu ne bek

liyorsunuz?” diye naralar atmaya başlardı.
Belki farkındasınız, artık halkımız, eskiden olduğu gibi topyekun provokatif eylemlerin girdabında sürüklenmiyor. Soruyor, soruşturuyor, sorguluyor...

Bu refleks, Ergenekon sürecinin en önemli kazanımlarındandır. Merhum Uğur Mumcu’nun çocukları, ölümün perde gerisinde bildik senaryolardan farklı olarak daha karanlık güçlerin olduğunu söylüyorsa, merhum Çetin Emeç’in eşi gerçekle yüzleşmekten çekindiklerini itiraf ediyorsa, bu sürecin izdüşümüdür.

Bu kazanımlara rağmen, Türkiye’nin kırılgan toplumsal dokusu, sorgulayıcı refleksi frenleyen önemli faktör olarak karşımıza çıkıyor. Son hadiseler gösterdi ki, bırakın birkaç el bombasını, bir iki yumrukla Türkiye’nin rotası zorlanabiliyor.

Toplum mühendisleri bunun farkında. Yıllardır bu yumuşak bölgeden ha bire vurup duruyorlar. Ergenekon ve bağlantılı soruşturmalar, tehlikeli senaryoların önünü kestiği için korkulanlar olmadı.

Ancak, son Anayasa değişikliği paketi, Kundalini’yi yeniden harekete geçirmiş gibi gözüküyor.

Muhatapları yalanlasa da bazı çevrelerin sıkça yüksek yargıda toplu istifa söylentilerini dile getirmesi, yumruklu saldırılar, yoğun mayınlı bölgelerde yeniden operasyonlara başlanması, buna paralel olarak toplumsal olayların tahrik edilmesi ve şiddeti kutsayan yazıların hortlaması, tesadüfi olabilir mi, takdirlerinize sunmak isterim.

Yeni bir kaos senaryosuyla karşı karşıyayız.

İşin garibi, kaotik ortamlarda en fazla zarar gören kitlelerin meclisteki temsilcileri olan Milliyetçi Hareket Partisi ile Barış ve Demokrasi Partisi’nin o büyük fotoğrafı iyi yorumlayamamasıdır.

Neyse ki, toplum, bu siyasilerin fersah fersah önünde...

Parlamentodaki oylamalara biri katılarak diğeri katılmayarak CHP ile aynı eksende buluşan ve yeni anayasaya destek olmayan iki siyasi partinin oportünist stratejisi referandum sandığına gömülecektir, statükonun demokratikleşme önüne koyduğu yüksek bariyer de yıkılacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi