Başbakan çıkmamış kitaba cezayı sordu

Başbakan çıkmamış kitaba cezayı sordu

Önceki gece Beyaz TV’de Başbakan Erdoğan’ı ağırladık. Yaklaşık 2 saat süren yayında söyledikleri var, bir de sohbet sırasında...

Sohbetin bir bölümünde laf dönüp dolaşıp yakında piyasaya çıkacak yeni kitabım üzerine gelince, Başbakan, takıldı: “Şamil Bey bu kitaptan ne kadar ceza bekliyorsun?”

Ağlanacak halimize gülmeye
başladık.

O da dertliydi. Şahsına yönelik küfre varan hakaretler karşısında açtığı davaları yerel mahkemelerde kaybediyor, kazandıkları ise Yargıtay’da bozuluyor. Gösterilen gerekçeye bakılırsa, siyasetçinin ağır eleştirilere hazımlı olması gerekiyormuş.

Yargının burada “hazımlı olsunlar” dediği “siyasetçi” profili belli...

Dün Milli Görüş’tü, bugün AK Parti. Biraz daha geriye giderseniz, Ülkücülerin, Devrimcilerin, Liberallerin sanal düşman olarak görüldüklerini, bu tehdit algısı üzerinden gölge boksu yapıldığını hatırlarsınız.

Hazindir, yıllarca mahkemeleri jandarma kulübesi, kendilerini devletin jandarması bilip öyle karar verdiler. Sandılar ki, birinci derecede görevleri devleti korumak ve kollamak. Sanki, TSK İç Hizmet Kanunu 35. Maddesi onlar için de geçerli.

Gerçi anayasa bile öyle değil midir? Bireyi değil devleti korur. Bireye karşı işlenen suçlara af getirir, devlete karşı işlenen suçlara affı ayıplar.

Mitolojideki Prokrustes gibi zihnindeki devlet düşmanlarını kendi ölçülerine getirene kadar işkenceye devam eder. Bacakları ve kolları uzunsa, keserek kısaltır. Kısaysa zincirlerle çekerek uzatmaya çalışır.

Necmettin Erbakan’ı kayıp trilyon davasında “genel başkan” sıfatıyla ağır cezada yargılayıp mahkum ettiler, Anayasa Mahkemesi’nin tespitiyle ortaya çıkan benzer kayıp trilyon davasında CHP’yi sadece muhasibi ile hesaba çektiler.

Alpaslan Türkeş’i 4.5 yıl, Muhsin Yazıcıoğlu’nu 7.5 yıl içeride unuttular. Diyarbakır cezaevinde Kürtlere akla gelmedik işkence metotlarını denediler. Sözüm ona düşmanlara kör, yandaşlara cingöz oldular.

27 Mayıs cuntasına Muammer Aksoy gibi “Darbe kendi hukukunu uygular, meşru müdafaa hakkınız var, asarsınız da kesersiniz de” diye fetva verdiler.

1985-1986 adli yılı açılışında Kenan Evren’e “hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığının teminatı” ödülünü sundular.

1997 yılında bir generalin parmak işaretiyle Genelkurmay karargahına koşup 28 Şubat talimatlarını alırken alkışlarla ve “Türkiye sizinle gurur duyuyor” sloganlarıyla tempo tuttular.

500 gündür hastanede yatan Mehmet Haberal’ın hatırına 9 yargıca “niye hastanede tutuyorsun” diye ceza kestiler.

Bu hükümeti düşman görüp eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay’ın talepleri

ni ömür boyu “emir” telakki ettiler. İşin garibi, buna da “adalet”
dediler.

Şimdi hep birlikte referandumda hayır çıkması için çalışıyorlar. Üstelik, Türkiye’nin Avrupa ülkeleri gibi gelişmiş demokrasi kültürüne sahip olmadığı gerekçesiyle...

Demek istiyorlar ki, bu millet koyun, bu koyunları sadece gütmek gerekir. Öyle ya, bunlar bidon kafalı ve sadece göbeğini kaşımasını bilirler.

Buraya kadar...

Başbakan Erdoğan’ın ifadesiyle, artık iktidar el değiştiriyor. Referandumdan evet çıkarsa, bürokratik oligarşi ciddi bir darbe yiyecek. İleri demokrasi için yolculuk sürecek. Erdoğan’ın dediği gibi önümüzdeki seçimin en büyük kampanya enstrümanı, demokratik Türkiye taleplerini içeren anayasa taahhütleri olacak.

Tabi bunun için sandıktan evet çıkması çok önemli. Erdoğan, AK Parti’nin yaptırdığı anketlerde evet oylarının yüzde 54-55, hayır oylarının yüzde 45-46 bandında olduğunu söyleyip ekledi : “Ama asıl anket 12 Eylül’de milletimin sandıkta oy kullanarak katılacağı ankettir.”

Başbakan, Adil Gür’ün yayınladığı, evet oylarını yüzde 51, hayır oylarını yüzde 49 gösteren anketlere de tepkili, “Bunlar sipariş anketler” dedi.

Olur ya, sandıktan hayır çıkarsa...

Başbakan, demokratik travma yaşanacağı kanaatinde. Ayrıca böyle bir tablonun ekonomik istikrarı olumsuz etkileyeceğini düşünüyor. AK Parti hakkında kapatma davası açıldığında Türkiye’ye yatırımı karar sonrasına erteleyen 25-30 milyar dolarlık yabancı sermayenin, şimdi de benzer bir ürkeklik içinde sonucu beklediğini açıkladı.

Böyle bir ortamda erken seçim kararı çıkar mı? Veya Turgut Özal’ın 1987 yılında siyasi yasaklarla ilgili referandum kararı açıklanmadan 5 dakika önce yaptığı gibi erken seçim kararını açıklar mı?

Başbakan, bu konuda çok kararlı: “Sonuç ne olursa olsun kesinlikle erken seçime gitmem. Artık herkes seçimlerin zamanında yapılacağını gördü, görmeye devam edecek. Ayrıca çıkacak evet oylarını partimizin oyu olarak kabul etmem, böyle bir sahiplenme Evet veren partilere, şahıslara saygısızlık olur.”

Evet, sayılı günler kaldı, umarım referandum sonuçları, 13 Eylül sabahı aydınlık bir geleceğe kapı aralar.

Yazıyı, ilk bölümde başbakanın “ne kadar ceza alırsın” sorusuna verdiğim cevapla noktalayalım. Beni yakından takip eden, yazılarım ve kitaplarımda suç avına çıkan hakim ve savcıların insafına kalmış, bilemem.

Sadece şunu söyleyebilirim, onlardan korkan onlar gibi olsun.

Bu vesileyle bayramınız mübarek olsun, çifte bayramlar...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi