Ekrem Kızıltaş

Ekrem Kızıltaş

Muhteşem bir bahane!..

Muhteşem bir bahane!..

Bugünlerde yaşamakta olduklarımızın bir tür ‘deja vu’ olup olmadığı sorusunu kendi kendinize sorduğunuz oluyor mu?

Zaman zaman yaşamak zorunda kaldıklarımızın, geçmişte yaşanan benzer olayların tekrarı olduğu gibi bir hisse kapılmak, aldatıcı bir hal midir acaba?

Sadece Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra değil, öncesinde yaşanan bazı olayların bile, bugün benzerlerini yaşıyor olmak, bir ‘deja vu’ durumundan çok daha ötedir herhalde.

Birşeyler yapabilmek için bahane arayanların, nerdeyse 100 yıldır aynı argümanı kullanıyor olmaları, onların yeni ve değişik bahaneler bulmakta çok beceriksiz olduklarını mı gösterir?..

Ya da, sorması bile abes ama, bir asırdır benzer bahanelerle kandırılmaya çalışılan bizler mi çok safız?..

Ne olduğu üzerinde ittifak edebilmek için belki bir yüzyıl daha beklememiz gerekecek. 31 Mart Vakası’ndan beri, hemen her taşın altından irtica suçlamaları çıkarılıyor karşımıza.

önce sadece irtica olarak tarih sahifelerine kaydı düşülen bu suçlama, son zamanlarda evrildi ve şimdi ‘laikliğe karşı olmak’ haline dönüştü.

Mesele şu: İrtica ya da ‘laikliğe karşı olmak’ suçlaması, gerçek manada bir suçlama mıdır yoksa söylenmesi zor olacak başka bazı sebepleri gizlemek için kullanılan, bir tür kılıf mıdır?

28 Şubat çalkantısının ardından, belki birçok insan gibi, hasbelkader bendeniz de, olup bitenlerin ne kadarının ideoloji ve ne kadarının da başka sebeplerle gerçekleştiği konusunda, uzun zaman kafa yordum. Hâlâ da yoruyorum.

Bu cümleden olmak üzere, konuştuğum görüştüğüm hemen her dünya görüşünden insandan, ‘ne oldu da bütün bunlar yaşandı?’ sorusuna cevap olabilecek değerlendirmeler almaya çalıştım.

Halkın oylarıyla gelmiş bir iktidarın, gerçeklerle uzaktan yakından alakası olmayan birtakım iddialar ve mesela içki ve benzeri sudan sebeplerle işbaşından uzaklaştırılması, basit bir olay değildi çünkü.

‘ülkenin o dönemde hakikaten uçurumun kenarına gelmiş olup olmadığı’ndan başlayıp; ‘ülkenin uçurumun kenarında olup olmadığını belirleyecek kriterler’ arasında, özellikle içki ile ilgili konuların neden ağırlıkta olduğu ve benzeri başka soruların cevabını aradım uzunca bir süre.

Aradığım cevapları, bulamadım.

Daha doğrusu, bulduklarım tatmin edici olmaktan uzaktı.

Konuşup görüştüklerim, yapılanlara pek hak vermiyor olsalar da, bunlara muhatap olanların sütten çıkmış ak kaşık olmadıkları ve onların da –mutlaka- hatalar yapmış olabilecekleri hususunda ısrarlı idiler. Mesele ise, bunların neler olduğu sorusunu sorduğumda herhangi bir cevap veremiyor oluşlarında idi.

Tıpkı bugünkü gibi...

28 Şubat’ın ardından yaşadığımız banka hortumlama olayları, yaşananların ideolojiden çok ekonomik temellere dayandığı tezini kuvvetlendirdi.

Ama dudak uçuklatan o soygunlardan daha vahim birşeyler olup olmadığı ve bunların da, tıpkı banka hortumlamaları gibi, oluşturulan hava sayesinde kolaycacık yapılıp yapılmadığı sorusu, kafamı kurcalayıp durdu hep.

Bugün yaşanmakta olanların da, yüzeydeki o bildik suçlama ile bir alakası olmadığı ve bunun dışında birşeyleri gizlediği, açık.

İrtica üzerine edilmiş epey laf olduğunu biliyoruz. Dinin devlet işlerine karıştırılması niyetlerinden başlayıp, gümüş yüzük takmaya; içki içmemeye, kadın eli sıkmamaya kadar varabilen ve söylendiğinde, çoğu insanı güldüren sebepler bunlar.

Laikliğin ne olduğu meselesi, ‘bize özgülük’ iddiaları sebebiyle, halen karışık bir mesele.

Ama irtica ve laikliğe karşı olmak, yıllardır kullanıla kullanıla eskimeyen ve kolay kolay da eskimeyeceği anlaşılan, muhteşem bir bahane!..

Her zaman işe yarıyor!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ekrem Kızıltaş Arşivi