Abdullah Yıldız

Abdullah Yıldız

Nebevî gündemi çağa taşımak

Nebevî gündemi çağa taşımak

Nisan başındaki yazımızda; gündemlerimizin planlı bir şekilde birileri tarafından işgal edildiğini ve farkına varmadığımız zaman da bu sürecin, zihinlerimizin/kalplerimizin işgali ile sonuçlandığını hatırlatmıştık. Medya marifetiyle bize dayatılan gündemler anaforunda, Müslümanlar olarak, çoğu zaman asli gündemlerimizi ihmâl ya da imhâl ettiğimizi veya devre dışı bıraktığımızı söylemiştik. Günde beş vakit kıldığımız namazda Kâbe’ye yönelmekle (istikbâl-i kıble) en az günde beş kez asli gündemimize (yalnızca Allah’a kul olmak) odaklanmamız gerektiğini; “Allahu ekber” deyip namaza başladığımızda da sahte ilahları, gündemleri, endişeleri ve dünyayı elimizin tersi ile arkaya attığımızı; böylece günde beş kez istikamet, rota ve gündem tashihi yaptığımızı bir kez daha hatırlatalım.
Müslümanların zihinlerini, kalblerini ve ayaklarını kaydıran yapay gündemlerin tasallutundan kurtulmak için, namazın dışında Ramazan ayı, bayram günleri ve kandil geceleri gibi kutlu zaman dilimleri de harika imkanlar sunar bizlere. Bu zamanlardan biri de, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın son yıllarda kutlamayı güzel bir gelenek haline getirdiği Nisan ayındaki Kutlu Doğum Haftası’dır.
İçinde yaşadığımız “rahmetsiz, bereketsiz, merhametsiz çağ”da, bir “rahmet, şefkat ve merhamet modeli” olarak Hz.Muhammed’i(s.) ve gerçekleştirdiği kapsayıcı inkılabı anlamaya her zamankinden daha çok muhtacız. Diğer ayartıcı gündemleri terk edip Nebevî gündeme/mesaja yoğunlaşmalıyız.
Editörlüğünü yürüttüğüm Umran Dergisi’ndeki Hz.Peygamber(s) dosyamızda makalesine yer verdiğimiz değerli bilim adamımız Mustafa Aydın, O’nun(s.) gerçekleştirdiği köklü değişim üzerine yaptığı sosyolojik analizde: “Egemen sınıf, kendisini de dönüştürecek ilahi kökenli bir dine karşı çıkmaktadır. Elinde tuttuğu mevcut din (ideoloji), kendi ayrıcalıklarının koruyucu zırhıdır. Bütün çabası, diğer insanlarla eşitlenmeye, daha genel bir düzlemde dönüşmeye karşı çıkmaktır” diyor.
Doğrusu, bu sosyolojik kural tarih boyunca hiç değişmemiştir. Dünden bugüne, küresel ve yerel güç yapılanmaları, kendi ideolojilerini oluşturup kerametleri kendilerinden menkul bir meşruiyet üretmeye çalışmışlar; toplumun ezilen alt katmanları ise kendilerini ifade edebilecekleri, sorunlarını hakça çözecek adil ve eşitlikçi bir din/nizam aramışlardır. Peygamberler tam da zulmün ve sömürünün ayyuka çıktığı böyle dönemlerde tarihe müdahale etmişlerdir. Tabii ki sadece alt tabakaya değil toplumun tüm kesimlerine hitap etmişlerdir. Her türlü sosyo-ekonomik dengesizliği değiştirip dönüştürmeyi ve düzenlemeyi öngören İlahi Mesajın dışında insanlığa huzur getirecek başka hiçbir sistem de olamazdı. Beşeri sistemler, problemleri kangrenleştirmekten başka bir işe yaramadılar.
Yüzyıllar boyu İlahi Mesajın adalet ve huzur dolu iklimini teneffüs etmiş bulunan Türkiye insanı, yukarıdan aşağı yabancı bir hayat tarzının dayatmasına maruz kalalı beri her alanda sıkıntılar yaşadı; adeta sınıflı bir toplum yapısı oluştu, azınlık bir grup halk çoğunluğu üzerinde tahakküm kurdu ve kendi ideolojisini de üretti. İslâm’da huzur bulan ve kendisini İslâm’la ifade eden halkımız, siyasetten ekonomiye, ülke yönetiminde etkin olmaya başlayınca, seçkinci azınlık bir kaşık suda fırtına koparır oldu. Sistemi dizayn ederken kendi koydukları oyunun kurallarını yine kendi elleri ile bozdular...
“...onu kendileri uydurdular; ama sonra ona gerektiği gibi uymadılar.” (Hadid 57/27)
Son yıllarda ülkemizde olup bitenlerin altında yatan sosyo-politik gerçek işte budur. Ruhbaniyeti kendileri uydurup sonra kendi koydukları kurallara uymayan rahipler gibi; “Demokrasi oyunu”nun kuralları içinde dindar halkın desteği ile iktidara gelen partileri, türlü entrikalarla durduramayınca saray darbeleri denediler, o da olmayınca “hukuk”u “guguk”a çeviren bürokratik azınlığın “kayıtdışı” müdahalesi geldi. Kendilerini devletin asli sahipleri kabul edenler, seçimli demokrasi kendilerini değil de rakiplerinin iktidara taşıyınca, Bizans ya da çin entrikalarına taş çıkartacak ‘Ankara oyunları’ geliştirdiler. çeteler, cuntalar, psikolojik harp teknikleri, öğrenci olayları, hukuk darbeleri...
Halil Cibran, zorbaların haksızlıklarını ‘sert zayıflıkları’ ile sürdürmeye çalıştıklarına dikkat çeker. Evet sertlik, zayıflığın/zaafın yansımasıdır; ideolojilerine güvenmeyenler sert tavır alırlar. Ama haklı olanlar, kendi inanç ve değerlerinden emin olanlar “uysal güçlerini” kuşanırlar. Hz. Muhammed(s.) başta olmak üzere bütün peygamberlerimiz, tarihin en zorba yönetimlerine karşı “halîm”, “reşîd” ve “rahîm” bir duruş sergilediler; halka müşfik davrandılar ama zalimlere karşı asla tavizkâr olmadılar. Son Peygamber(s), “Bir elime güneşi, bir elime ayı verseniz Tevhid davamdan vazgeçmem” buyurdu.
Sonunda batıl ideolojilere yaslanan “haksızlar” kaybetti; Hakk’a dayanan “haklılar” kazandı.
Selam, ‘sırtlardaki ağır yükleri indirip boyunlardaki zincirleri kıran’(7/157) o kutlu Nebi’nin ümmetine!
DAVET: Gençliğin öncü dergisi Genç öncüler'in bu ylki şöleni, 16 Nisan çarşamba günü, FKM'de saat 18.00'de başlayacak. Gençlik Şöleni'nde ödül töreni, sanatç Mustafa Cihat ve Mehteran konserleri, sinevizyon gösterisine ilaveten, benim de "Gençlik ve Hz. Peygamber" konulu bir konuşmam olacak. Giriş serbesttir. Tel: (0212) 533 72 02


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdullah Yıldız Arşivi