Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Biz Lübnan’a, aslında niye gittik?

Biz Lübnan’a, aslında niye gittik?

Dün, “ANA uçağı”nda Başbakan Tayyip Erdoğan’a sorduğumuz soruları ve aldığımız cevapları aktardım... Bugün ise “Lübnan izlenimleri”ni ve bazı “bilgi”leri aktarmak istiyorum.
Öncelikle şunu söyleyeyim:
Tayyip Bey; en az Türkiye’deki kadar, hatta yer yer Türkiye’dekinden çok daha fazla seviliyor Lübnan’da... Sadece Başkent Beyrut’ta değil, Lübnan’ın tamamında “müthiş bir sevgi” var... Sınırın bir ucundaki Akkar Beldesi’nden, sınırın diğer ucundaki Sur kenti yakınlarında bulunan Şaitiye köyüne kadar; bütün ülke Erdoğan’ın resimleri ve Türk bayrakları ile donatılmıştı...
Kimi pankartlarda “Hoş geldin Sultanım” yazıyordu, kiminde ise, “Kalbimizdesin Tayyib” ve “Merhaba”... Bazı pankartlarda da; “Hepimiz AK Partiliyiz, hepimiz Erdoğan’ız” ifadeleri dikkat çekiyordu.
Bir lider, bu kadar mı sevilir?.. Bir lider bu kadar mı bağra basılır... Bir lider, bu kadar mı alkışlanır?.. Erdoğan’ın ayak bastığı her yer, adeta bir “miting alanı” gibi...
“Recep Tayyip Erdoğan” anonsu ile birlikte, adeta yer yerinden oynuyor... Müthiş bir sevgi, muhteşem bir coşku... Ellerde Erdoğan posterleri, ellerde Türk bayrakları...
Hıristiyan’ından Müslüman’ına, Hizbullah’çısından Şii’sine kadar hemen herkes tek yürek, tek ses;
“Erdoğan çok cesur bir adam.”
SEFER TURAN’DAN BİR ANI
Peki, bu sevgi ve coşku niye?..
Sorunun cevabı, sanıyorum TRT Arapça Kanalı’nın Genel Yayın Koordinatörü Sefer Turan’ın anlattıklarında gizli.
“1996’da, İsrail saldırısından sonra gelmiştim buraya” diyor Sefer Turan... Saldırıda yaralanan biriyle “röportaj” yapıyormuş...
“Türkiye’den geldiğimi” söyleyince diyor ve gördüğü tepkiyi anlatıyor, “Allah lânet etsin size!..” demişler Sefer’e ve devam etmişler:
“Hem Türkiye semalarında İsrail uçaklarını uçuruyorsunuz, hem de gelip buradaki İsrail’in vurduğu insanlarla röportaj yapıyorsunuz!..
Defol git buradan!!!”
“İşte böyle” diyor, Sefer Turan;
“1996’da bir hastaneden kovulmuştum... 2010’da ise, Türkiye’nin TİKA kanalıyla yaptırdığı bir hastanenin açılış törenine katılıyorum... Nereden, nereye?”
Evet, gerçekten de;
Nereden, nereye?..
“28 Şubat Süreci”nde İsrail ile sıkı-fıkı dost(!) olan Türkiye, Erdoğan başkanlığındaki Hükümet döneminde, “gerçek bir dost” olarak görülüyor.
DAVUTOĞLU’NUN VERDİĞİ SÖZ
Bu “dostluk”ta, bu “sevgi gösterileri”nde; “Türkiye’de değişen anlayış”ın elbette büyük payı var.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu anlatıyor:
Türkmenlerin yaşadığı Akkar bölgesine “geçen yıl” gelmiş Ahmet Davutoğlu..
Demişler ki;
“İçecek suyumuz yok!”
Davutoğlu da demiş ki;
“Siz burada su içemiyorken, bizim Türkiye’de su içmemiz haram... İşte size söz; en yakın zamanda suya kavuşturacağız sizi!”
Geçtiğimiz Çarşamba günü; TİKA’nın yaptırdığı “okul”la birlikte, “su dağıtım şebekesi”nin açılışı da yapıldı.
Ertesi gün de, Sayda şehrinde Türk firmanın yaptığı “hastane” açıldı...
Bunun gibi, daha nice “okul”lar, “sağlık ocağı” ve “yol” yapmış Türkiye...
Nerede, “28 Şubatçıların İsrail aşkı”, nerede Erdoğan Hükümeti’nin “insan aşkı.”
Böyle bir Türkiye, böyle bir Erdoğan sevilmez mi hiç?.. İşte bunun içindir ki; hançereleri yırtılırcasına bağırıyorlar;
“Recep Tayyip Erdoğan!”
“Çok yaşa cesur adam!”
Düşmanları çatlatacak derecede seviyorlar Erdoğan’ı... Bu sevgide; “Erdoğan’ın Davos’taki One Minute çıkışı... Gazze ve Kudüs’e olan duyarlılığı... Mavi Marmara olayındaki dik duruşu... Ve Lübnan halkına yaptığı birlik çağrısı” büyük rol oynamış...
Onun için diyorlar ya;
“Sınırlarını başkalarının çizdiği değil, bizim belirlediğimiz Yeni Ortadoğu Haritası çizelim!”
GÜNEY’DE HİZBULLAH AĞIRLIĞI!
Havaalanından, kalacağımız otele doğru ilerlerken; “pankart”ların yanı sıra; gerek “iç savaş” sırasında, gerek “İsrail saldırısı” esnasında, kurşunlarla “delik-deşik edilmiş binalar” ve bombalarla çökmüş çatılar ve duvarlar dikkatimizi çekiyor.
İtiraf etmek gerekir ki;
Yine de çabuk toparlanmış Lübnan...
Yaralarını çok çabuk sarmışlar.
Bu iyileşmede Hizbullah’ın da çok büyük rolü olmuş... Hizbullahçılar, binaların onarımında bir “amele gibi” çalışmışlar.
“Elektrik” vermişler, “su” vermişler, “yol” yapmışlar, “çöp” ve “moloz”ları toplamışlar.
Hem de, hepsi karşılıksız.
Bunun için, özellikle Güney Lübnan’da son derece etkililer.
Güney Lübnan; yani Sayda ve Sur şehirlerinin bulunduğu bölge, son derece yeşil... Arazi, “Zeytin ve hurma bahçeleri” ile dolu... Ve bir de, “sera”lar çok yaygın...
“İran”ın da desteğiyle, Hizbullah’ın, hem “etkin bir rol” oynaması, hem de “Refik Hariri Suikastı”ndan dolayı suçlanması, ülkedeki diğer grupları endişelendiriyor.
Buna, bir de Başbakan Saad Hariri’nin, “Sünnî Müslümanları temsil” noktasındaki gevşekliği eklenince, ülkede “kaos” oluşmasına yol açmış...
Başbakan Erdoğan’ın bu ziyareti, biraz da “tarafları yatıştırmaya” ve “Lübnan’daki istikrar”ın devamını sağlamaya matuf...
Çünkü Erdoğan, ülkedeki bütün gruplar için “sözü dinlenir bir ağabey” olarak görülüyor.
LİDERLERLE GÖRÜŞME
Sizin anlayacağınız;
Erdoğan, “Türkiye’deki istikrar” kadar, Lübnan’da da “istikrar”ın sağlanması için büyük çaba sarf ediyor.
Çünkü Lübnan;
“Yeni çatışmalar”ın eşiğinde!.. Allah korusun her an “iç çatışma” çıkabilir.
İşte bundan dolayıdır ki;
Erdoğan, Lübnan’da yaşanan siyasi krizin çözümü için, ülkedeki etkin 7 siyasi partinin temsilcileriyle bir araya geldi. İlk olarak, Sünni liderler arasında yer alan eski Başbakan Necip Mikati’yi kabul etti.
Daha sonra, Gelecek Hareketi milletvekili eski Başbakan Fuat Sinyora ile görüşen Erdoğan ardından, eski Cumhurbaşkanı ve Ketaib Partisi lideri Emin Cemayel ile bir araya geldi.
Başbakan Erdoğan daha sonra da sırasıyla, Lübnanlı Kuvvetler Partisi lideri Samir Caca, Hür Vatansever Hareketi Lideri Mişel Aun, Hizbullah Meclis Başkanı Muhammed Raad, İlerici Sosyalist Partisi lideri Velid Canbolat’ı ayrı ayrı kabul etti.
Bu uzun görüşmeler; elbette “Hoş geldin, beş gittin” görüşmeleri değildi... Erdoğan, öyle sanıyorum ki; bütün liderlere “sakin olmaları” çağrısında bulundu...
Ve yine sanıyorum ki;
“Liderler”in yanı sıra, Başbakan Saad Hariri ile görüşmesinde de “ülke istikrarı”na vurgu yaptı.
Aslına bakarsanız;
Nüfusu tam olarak bilinemeyen bu küçük ülkede istikrarı sağlamak, pek o kadar da kolay değil. Çünkü nüfus yapısı çok karışık. Sünni, Şii, Maruni, Dürzi, Ermeni ve benzeri 18 din ile mezhep, ülke yönetiminde resmen söz sahibi.
Ayrıca ülkenin muhtelif yerlerindeki 12 kampta 400 bin Filistinli mülteci yaşıyor... Etnik yapı gibi, yönetim sistemi de karışık.
Devlet Başkanı Maruni Hıristiyanlar’dan altı yıllığına seçiliyor, hükümeti kuran Başbakan Sünni Müslüman, Meclis Başkanı ise Şii olmak zorunda.
Ayrıca hükümette, parlamentoda ve kamuda temsil mezheplere dayanıyor ve cemaatler de büyük ölçüde özerk.
Bir de bu küçük ülkenin Suriye, İsrail, Suudi Arabistan ve İran ile ilişkilerini düşünürseniz, Lübnan’ın huzurunun neden kaçtığı daha da iyi anlaşılır.
NÜFUS SAYIMI YOK, ÇÜNKÜ!
Diyebiliriz ki;
Ülkede, uzun yıllardır “nüfus sayımı” özellikle yapılmıyor... Eğer sayım yapılırsa; “ırk ve mezhep”ler arasındaki “denge” bozulabilir ve herkes “gücü oranında temsil” edilmek isteyebilir.
Bu da, “çatışma”ları körükleyebilir!..
İşte, Başbakan Erdoğan’ın bu son ziyareti ve “bütün liderlerle” tek tek görüşüp, “huzur ve istikrar” uyarısında bulunması, son derece önemli!..
“Açılış törenleri” filan, elbette önemli olaylar... Ama, öyle sanıyorum ki; Erdoğan’ın Lübnan’a asıl gidiş amacı; bir “ağabey” olarak, “liderleri uyarmak” içindi.
Zira; Lübnan Hükümeti aylardır toplanamıyor... Lübnan, şu anda “yönetilemeyen bir ülke” durumunda... Erdoğan, işte tam bu noktada devreye girdi ve “kriz çıkmaması” için, “ülkedeki bütün taraflar” ile ayrı ayrı görüşerek, “istikrar” için büyük çaba sarf etti.
Dilerim Erdoğan’ın bu çabaları meyvesini verir ve Lübnan, bir “iç çatışma”ya girmez!..
Çünkü, böyle bir iç çatışma, en çok İsrail’i sevindirir...
GEZİNİN ÖTEKİ BÖLÜMÜ
Biraz da, iki günlük gezinin “medyaya yansımayan yönleri”nden söz edeyim... Öncelikle; Başbakan Başmüşavirleri Nabi Avcı ve Yalçın Akdoğan’a, Mücahit Arslan, Kemal Öztürk, Çağatay Kılıç, Ahmet Duran, Taha Genç ve Kayhan Özer’e teşekkür ediyorum... Hem “basına gösterdikleri ilgi”den, hem de yaptıkları “bilgilendirme”ler takdire şayandı...
Lübnan gezisinde; Enis Berberoğlu, Ekrem Dumanlı, Mustafa Karaalioğlu, Nuh Albayrak, Yiğit Bulut, Ali Bayramoğlu, Adem Yavuz Aslan, Sevilay Yükselir ve Hilal Kaplan’la beraberdik...
Bu tür gezilerde; “kurumsal kimlik”ler bir tarafa atılıp, yerine “doğallık” geliyor... Meslektaşlarımızla, hem “meslekî ve siyasî sohbetler” yaptık, hem de “özel dünyalarımızı” açtık birbirimize...
Bu gezide; Yiğit Bulut’u, Sevilay Yükselir ve Hilal Kaplan’ı çok daha iyi tanıma fırsatı buldum...
Her üçünün de farklı özellikleri var... Meselâ Yiğit Bulut... Yerinde duramayan, enerjik bir arkadaş... “Şaka”lar, “takılma”lar gırla... Sanıyorum, Tayyip Bey de, bu “sempatik”liğinden dolayı seviyor onu... Ben de sevdim Yiğit’i... Hem zeki, hem sevimli... Hem de başarılı...
Sevilay Yükselir de; “okunan bir yazar” olmasının yanı sıra, “amatör bir muhabir heyecanı”yla, sürekli “haber çıkarma” peşinde... Buna, bir de “ilk defa Başbakan’ın uçağına binme” heyecanı eklenince, “bir haber atlamamak” için oradan oraya koşturdu.
Hilal Kaplan, eğer yanılmıyorsam; “Başbakan’ın uçağı”na binen “ilk başörtülü” yazar oldu... Genç yaşına rağmen, oturmasını-kalkmasını bilen, lâfını tartarak konuşan bir hanım.
Yiğit’ten de, Sevilay ve Hilal’den de, gelecekte çok şey bekliyorum... İnanıyorum ki; “çok iyi haber, yazı ve program”lara imza atacaklardır.
Gezinin “resmî bölümü”nü Perşembe ve Cuma günkü “haber”lerimizde okuduğunuz için, oralara ayrıca girmiyorum.
İki günlük geziden, şimdilik yazacaklarım bu kadar... Ama; Enis’in Ekrem’in, Mustafa ve Nuh’un “internet”le ilgili endişelerine katıldığımı söylemek durumundayım.
Daha gazete basılmadan, “haber”leri internete vermek, kendi topuğumuza kurşun sıkmak gibi bir şey... Bu konuda bir “uzlaşma” sağlanır da, “ortak karar” alınırsa çok iyi olur.
Yoksa, “gazete”ler tehlikede!..
İşte bir gezinin hikâyesi...

Erdoğan’ı “Erdoğan” yapan!
Başbakan Tayyip Erdoğan; “kitlelerin hassasiyeti”ni iyi bilen; onları nasıl “motive” edeceğini, nasıl coşturacağını çok iyi kavrayan ve tam anlamıyla “damarı yakalayan” bir lider...
Bunu, Lübnan’daki konuşmalarında da gördük... Meselâ, Mevlâna’nın; “iki parmağını gözlerinin önüne koyarsan, hiçbir şey göremezsin... Sen göremiyorsun diye bu dünya yok demek değil” sözünü... Beyrutlu şair Halil Cibran’ın; “Sırtını güneşe dönersen, gölgenden başka bir şey göremezsin” sözünü, öyle bir “yerinde” kullandı ki; ardından, “Niye biz kendi Schengen’imizi kuramıyoruz?” deyince, bir alkış tufanı koptu...
Erdoğan, Beyrut’tan, İsrail’e de seslendi: “Biz, katile katil demeye devam edeceğiz!” deyince, salonda alkış tufanı koptu.
Sadece “damara girmekle” kalmıyor, bazen “damara da basıyor”... Meselâ; Arap Bankalar Birliği’nin 35. toplantısında, şu sözleriyle herkesi düşünmeye sevk etti: “Hakkı, hukuku konuşmadıktan sonra, paranın-pulun ne önemi var?”
Kısacası; Erdoğan hem Ortadoğu’da, hem Afrika’da, hem Asya ve Avrupa’da; “Güçlü ve sözü dinlenen” bir lider...
Peki, niye?.. Çünkü Erdoğan “rol” yapmıyor... “Yapmacık” değil... Tamamen doğal ve son derece samimi... Kızanı elbette çok, ama seveni çok daha fazla... “Risk” alıyor, “cesur” davranıyor... Onun için diyorlar ya; “lider olunmuyor, lider doğmak gerekiyor.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi