M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Bolluk, Serbestlik, Refah, Zevk u Sefa, Gel Keyfim Gel

Bolluk, Serbestlik, Refah, Zevk u Sefa, Gel Keyfim Gel

Bugün Müslüman halkın bir kısmı, hele üst tabakası akıllara durgunluk veren bir bolluk, zenginlik, refah, aşırı tüketim, lüks, saçıp savurma, geniş imkanlar içinde yaşıyor. Bu zenginlikle birlikte ahlaksızlık da arttıkça artıyor. Öyle ki, zengin fahişelerin bir geceliğine 10 bin dolar ödeniyor, birtakım çılgınlar hela ve banyolarındaki madeni armatürleri altınla kaplatıyor, lüks lokantalarda adam başına bir içkili yemeğe bin lira ödeniyor. Eski Sodom Gomore'de, Roma Bizans'ta bile görülmemiş azgınlıklar irtikâb ediliyor.

Bizden daha zengin bir ülke olan Japonya'da zenginler 80-100 metrekarelik dairelerde otururken bizde 750 metrekarelik triplekslerde oturanların sayısı az değil.

Caddelerde meydanlarda zehirli dumanlar saçarak yol alan milyonlarca lüks otomobil... Marinalarda lüks yatlar...

Bu bolluğun, bu refahın, bu israfın, bu lüksün, bu keyif ve safanın, bu çılgın zenginlik ve israfın kaynağı, sebebi ve hikmeti nedir? Bu durum normal midir, yoksa anormal mi?

Allahın Kitabı Kur'an-ı Kerîm'in Mâide sûresinin 42'nci ayetinde "Andolsun, senden önce diğer ümmetlere de elçiler gönderdik...Sonunda yalvarıp tövbe etsinler diye onları yoksulluk ve afetlerle yakalayıp cezalandırdık" buyruluyor.

Beyzâvî tefsirinde bu ayetin açıklamasında: "Ama onlar inkâr ettiler. Gönderilen elçileri yalanladılar, biz de onları şiddet ve fakirlikle, zarar ve afetlerle yakaladık. Ta ki, Bize itaatkâr olsunlar, günahlarından tövbe etsinler" denilmektedir.

Elmalılı Hamdi tefsirinde ise, "Ya Muhammed!.. Sen emin ol ki, senden evvel birçok ümmetlere biz resuller gönderdik... Tanımadılar, küfrettiler, biz de onları şiddetli fakirlik, geçim darlığı, hastalıklar, afetler ile sıktık, fakr u zaruret ile tuttuk, tazyik eyledik ki, tazarru etsinler, zilletlerini anlayıp isyanlarına tövbekâr olsunlar. Bizden (Allah'tan) bağışlanmak istesinler (.....) Velâkin etmediler, kalpleri gittikçe katılaştı. Uyanma ve toparlanma kabiliyetlerini kaybettiler, fakr u zarurete alıştılar. Şeytan da yapa geldiklerini alladı pulladı, kendilerine hoş gösterdi. Yaptıklarını fena olarak değil, iyi yapıyoruz diye yapmaya, şerri hayır, günahı sevap olarak görmeye başladılar. Artık tövbe ve rücu ihtimali kalmadı. Vicdanlar dondu, akıllar tutuldu, azıttılar da azıttılar" açıklaması yapılıyor.

Aynı surenin 44'üncü ayetinde şöyle buyruluyor: "Kendilerine yapılan uyarıları unuttular. (Bunun üzerine) onlara her şeyin kapılarını açıverdik. Kendilerine verilen bu genişlik ve serbestlik ile tam ferahlandıkları sırada, tuttuk, kendilerini yakalayıverdik..."

Elmalılı tefsirinde: "Şiddetlerden ve sıkıntılardan sonra onlara öyle bir hürriyet ve refah verdik ki, maddî mânevî bütün engelleri kaldırdık. Her taraftan üzerlerine nimetler saçtık, iyi kötü, her şey kendilerine bol bol açık bulunuyordu; her türlü rahatlar, sıhhatler, zaferler, muvaffakiyetler, zevkler safalar önlerinde hazır idi, ne arzu etseler bulacak, ne isteseler yapabilecek hale geldiler, kendi iradelerinden başka kendilerini durduracak ve kayıtlayacak hiçbir şey görünmüyordu. (.....) Tuttukları yolun iyi olduğuna, bütün bunları hak ettiklerine ve her türlü sorumluluktan azade bulunduklarına hükmettiler. Hiçbir kayıt, hiçbir kaygı duymaz oldular, her şey kendilerininmiş, Allah ve ahiret yokmuş gibi zevk u safaya daldılar, keyiflerini çattılar. Tam böyle ferahlandıkları, gel keyfim gel dedikleri sırada kendilerini birden bire bastırıp yakalayıverdik. O anda İblis gibi bütün ümitleri kesildi. Ümitsizlik içinde donakaldılar" denilmektedir.

Bizim halkımız yakın tarihte çok sıkıntılar çekti, başına zalim diktatörler musallat oldu, karakuşî mahkemeler, idamlar, zindanlar, işkenceler... Yargısız infazlar... Açlık, kıtlık, zulüm, zorbalık... Sıtma ve veremle kıvranan milyonlarca insan... Görülmemiş fakr u sefalet...

Sonra Cenâb-ı Hak lütfetti, biraz hürriyet, rahat yüzü gördük. Rahatımız ve hürriyetimiz gide gide çoğaldı. Halkın bir kısmı zenginleşti, müzeyyen evler yapıldı, saray gibi yazlıklar, havuzlu villalar, milyonlarca lüks otomobil. Firavunun sarayında bile bulunmayan lüks, konfor, şatafat... Üzerinde bir kuş sütü eksik sultanî sofralar... Hızlı trenler, her yere uçup konan uçaklar, bayram tatillerinde Maldivler'e, Seyşeller'e zevk u sefa sürmeler, içkiler, kumarlar, bir çeşit fuhşiyyat, daha neler neler...

Heyhat!.. Bu zenginlik, bu rahat, bu konfor, bu lüks, bu israf, bu zevk u sefa, bu tantana ve şaşaa içinde nice insan Resul'ün müjdelerini ve uyarılarını unuttu. Allah'ı ve ahireti düşünmez oldular. Dünyanın bir imtihan yeri ve mezraa olduğunu unuttular. Namazı terk ettiler, şehvetlerine uydular, israfa ve sefahate daldılar.

Zenginler doğru dürüst zekât vermez oldu. Fakirler aç gecelerken zenginler tok sabahladılar.

Ümmetin dindarları emr-i maruf ve nehyi münker farizasını ihmal etti.

* (İkinci yazı)
95 YAŞINDA AÇ, HASTA, SOĞUKTA TİTREYEN YALNIZ KADIN

SON derece üzücü bir haber: Sakarya taraflarında 95 yaşında, çok yaşlı ve hasta bir kadın, tek başına izbe ve sefil bir yerde yaşıyor. Mekân buz gibi soğuk, kadıncağızın parası yok. Parası olsa, soba yakacak gücü yok. Yemek de pişiremiyor, Allah razı olsun komşular arada bir, bir şeyler gönderiyor. Kadın aylardan beri bir lokma et yememiş. Kendisini ziyaret edenlere ağlayarak bunları anlatıyor.

İnternette kadının fotoğrafını gördüm, hikâyesini okudum.

Müslümanlık ölmüş...

İnsanlık ölmüş...

Böyle bir kadına ömrünün son günlerini sıcak bir odada karnını doyurarak geçirmesi için Müslümanların zekat vermesi gerekmez mi?Bu kadıncağız zekât ayetindeki fakir ve miskin sınıfına giriyor.

Soba yakamadığı, yemek pişiremediği için ona günde bir iki saat hizmet edecek biri de lazım. Müslümanların bu hizmetçinin masrafını da üstlenmeleri gerekir.

Zekat konusuna temas eden yazılar kaleme alınca, birtakım cemaatçi kardeşlerimiz sinirleniyor ve kızıyorlar. Boşuna sinirlenip kızmasınlar. Yalan mı yazıyorum?

Filan cemaat Venezüela'da hayırlı hizmetler yapıyormuş... Onların hizmetini inkâr eden yok, benim dediğim, Türkiye'deki zekâta muhtaç fakir, miskin, borca batmış, gurbette perişan olmuş mülteci Müslümanlara zekât verilmesidir.

Gerçek ve olgun Müslümanlar merhametli insanlardır. Dinimiz "merhamet etmeyene merhamet edilmez" buyuruyor.

Fakir ve sefil Müslümanlar açlıktan intihar edecek...

Üç gün aç kalan üniversiteli Müslüman çocuk inşaattan düşüp ölecek...

95 yaşındaki yalnız kadın, buz gibi kulübesinde aç karnına ağlayarak titreyecek...

Ve birtakım cemaatler, dernekler, vakıflar zekâtları keyfe mâ yeşâ topayıp yine keyfe mâ yeşâ harcayacaklar. Bendeniz bir Müslüman olarak buna tabii isyan ederim.

Elbette yeni camiler yapılacak, lakin zekât parasıyla yapılmayacak.

Elbette hayırlı, faydalı, İslamî hizmet ve faaliyetler yapılacak, lakin zekât parasıyla değil.

Kuran namazın nasıl kılınacağını bütün ayrıntılarıyla açıklamamış, biz namazı Efendimizin Sünnetine göre kılıyoruz. Nitekim "Beni nasıl namaz kılar görüyorsanız, siz de öyle namaz kılınız" buyurmuşlardır. Zekât böyle değildir. Kuranda zekâtın kimlere verileceği çok açık, çok seçik, çok ayan beyan bildirilmiştir. Ulema efendilerimiz, zekât parasının veya malının mutlaka temlik edilmesi gerektiğini bildiriyor. Zekât parasıyla cami yapılmadığı gibi, köprü, çeşme, medrese binası, tekke binası, hastane de yapılmaz. Bunlar yapılmasın mı? Böyle bir şey diyen yok. Müslümanlar böyle şeyler için ayrıca para verecekler.

95 yaşındaki hasta, aç, perişan, soğuktan tir tir titreyen, gözyaşları döken ihtiyar kadının vebali hepimizin üzerinedir.

Arzu eden cemaatçiler bendenize sövüp sayabilir. Eyvallah!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi