Hangisi öğrenci?

Hangisi öğrenci?

Dışarıda ellerinde taş ve sopa ile, YÖK Başkanı ile konuşabilmek için polise saldıran kırk civarında militan mı? Yoksa içeride, YÖK Başkanı ile zaten konuşmakta olan öğrenci konseyi başkanları mı? Hangileri öğrenci? İçeride efendi efendi konuşanlar mı, yoksa dışarıda ortalığı yakıp yıkanlar mı?


Üniversitelerimizde öğrencilerin örgütlenme haklarını yakından bilmeyen okuyucular için tekrarlayalım. Öğrenci konseyi başkanları, her aşaması demokratik seçimle oluşan temsil kurumlarının en tepesinde yer alıyorlar. Tek tek sınıflardan başlayarak her sene öğrenci temsilcileri seçiliyor. Meslek hayatım boyunca defalarca yaptığım üzere, öğretim üyelerinin sandık görevlisi olarak yer aldığı bu seçimlerde adaylar tek tek oylanıyor. Sınıf temsilcileri bölüm temsilcilerini, bölüm temsilcileri fakülte temsilcilerini onlar da üniversitenin öğrenci konseyi başkanlarını seçiyorlar. Sonuç olarak YÖK binasında, YÖK Başkanı Profesör Yusuf Ziya Özcan'la toplantı halinde bulunan konsey başkanları, on binlerce, hatta yüz binlerce öğrenciyi temsil kabiliyetine sahipler. Cumhurbaşkanı'nın Çankaya Köşkü'nde misafir ettiği öğrenciler de aynı kişilerdi.

Diğerleri, yani dışarıyı savaş alanına çeviren 40 kişi kim?

Bunlar Marksist-Leninist örgüt mensubu militanlar. Daha ötesi, şiddeti bir propaganda aracı olarak benimsemiş olan marjinal gruplar. Sınıf savaşına inanıyorlar. Onlara göre, yoksul kesimler kapitalist düzen içinde eziliyorlar ve sömürülüyorlar. Bu sömürüye son vermek için işçi sınıfının devrim yapması ve üretim araçlarının kolektif mülkiyete geçmesi gerekiyor. Ama ne var ki işçi sınıfı sınıf bilincinden yoksun olduğu için kendi çıkarlarının peşinden gidemiyor. Bu durumda gençlerin onların üzerindeki ölü toprağını silkeleyecek eylemler yapması ve böylece işçi sınıfına cesaret vermesi gerekiyor. Eğer taşlarla ve sopalarla polise saldırır, ortalığı kasıp kavururlarsa; bir adım öteye geçip suikastlar ve sabotajlarla müesses düzeni sarsarlarsa işçi sınıfı silkelenip kendisine gelecek ve devrimi gerçekleştirecek. Bu stratejiye öncü sosyalizm, bu amaçla girişilen şiddet eylemlerine de silahlı propaganda adı veriliyor. Bütün bunlar 40 yıl öncesinden, mezardan gelen sese benzemiyor mu?

Che Guevara, bu stratejinin sembol ismi. Dün YÖK'ün önünde polise taşlarla ve sopalarla saldıran gençler Che'yi bir aziz olarak kutsayanlar. Che'nin yayınlanan biyografileri, sosyalizmin bu büyük azizinin aslında alelade bir katil olduğunu anlatıyor. İdeoloji, bu alelade cinayetlere bile bir meşruiyet giydiriyor.

Türkiye'de 'öncü sosyalizm' stratejisini benimseyen çok sayıda sol örgüt var. Bu tür örgütler belli bir sayıyı aşınca bölünerek çoğalmaya başlıyor. Son öğrenci olayları, bu örgütlerin kurdukları ittifaklarla organize ediliyor.

YÖK'ün önünde taş ve sopalarla polise saldırıya geçen militanlar, daha doğrusu bunların örgüt şefleri başlarına neler geleceğini baştan hesaplıyorlar. Amaç öncü sosyalizm taktiği olarak dikkat çekmek. Özellikle de gençlerin. İçinde bulunduğu şartlardan bunalan gençler için bu başkaldırı ve şiddet görüntülerinin cazibesi olabilir mi? Öğrencilik zor meslek!

Eğilmemiz gereken psikoloji. 68'in öğrenci liderlerinden biri, SBF'de Bülent Ecevit'i konuşmasını engelledikleri gün, hayatının en mutlu günü olduğunu anlatmıştı. Bir şeyleri engelleme iktidarı, hayatı köşeye sıkışmış olanlar için çok cazip.

Bu eylemler, üniversite kantinlerinde, yurt köşelerinde veya bekâr öğrenci evlerinde değil örgüt merkezlerinde tezgâhlanıyor. 'YÖK Başkanı ile bu eylemciler ne konuşacaktı?' diye merak edebilirsiniz. Kendilerinden başka herkesin YÖK düzenine sahip çıktığını sanan bu dünyadan bihaber militanlar, gövde gösterisi yapmaktan öte ne söyleyebilir?

Bu eylemlere yoğun bireysel şiddet eylemlerinin hazırlık safhası olarak bakmak ve önlem almak en doğrusu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi