‘Arab Sokağı’ değil ‘Arab sokakları’

‘Arab Sokağı’ değil ‘Arab sokakları’

Benim Arablarla tanışmam nisbeten erken yaşlarda oldu. Lisede üç sene Libyalı sınıf arkadaşlarım vardı. Biraz çekingen, biraz taşra havalı, kara kuru iyi çocuklardı. Ortak noktaları pek suya sabuna dokunmayıp herşeyi biraz kenardan ve hafif tertib hayret tebessümüyle izlemeleriydi. Bizim devletden bursluydular. Ama öbür sınıf arkadaşlarımdan Lübnanlı Râzık Gazâl bambaşka bir tip ve karakterdi. Uzun boylu, sarışın, fevkalâde şık ve biraz ileri yaşından ötürü orta kısımdan öğrencilerin öğretmen sanarak selâmladıkları zarif ve hoşsohbet bir gençdi. Parası boldu, çapkındı, nüktedandı. Diğerlerinin aksine çok iyi de Türkçe konuşurdu. Tıpkı bizim mektebe devâm etmeyen, ama Râzık’la aynı evi paylaşan bir diğer Lübnanlı gibi. Tabii ikisinin Fransızcası da mükemmeldi ama kendi aralarında Arabca konuşurlardı. 1960 Yılı Bonn’da arkadaş olduğum başka bir Lübnanlı genç de berikilere çok benziyordu. Ömründe Türkiye’ye ayak basmamış bulunmasına rağmen akıcı ve hemen hemen aksansız bir Türkçe konuşur, sâdece nâdiren bâzı kelimeleri karıştırırdı. Meselâ bir gün “Benim çocukken bir lâlem vardı.” demişdi. Sonra anlaşıldı ki “Lalam vardı.” demek istiyormuş. Bunu “mürebbiye/dadı” anlamında kullanıyordu.

Sonraları gerek üniversitede gerekse meslekde Mağribli ve Maşrıklı pek çok Arab tanıdım, bâzılarıyla da epeyi ahbablık etdim. Şunu gördüm ki biz Arablara pek de dikkatli bakmamışız. Bizleri bırakınız; Mısır, Filistin, Sûriye, Irak ve Lübnan’ı, önce Kölemenler, sonra Selçuklu ve Osmanlılar yoluyla neredeyse 700 yıl yönetmiş olan ecdâdımız da bakmamışlar. Öyle olmasa “Arab” kelimesini “Zencî” yerine kullanıp asıl Arablara da “Ak-Arab” deme garâbetini hiç gösterirler miydi? İçinde “Arab” geçen ve çoğu okkalı birer porsiyon ırkçılık kokan atasözü ve deyimlerimizde kasıd hep Zencîlerdir: “Arab saçı” , “Arabın derdi kırmızı papuç” , “Odundan maşa, Arabdan paşa olmaz!” gibi...

Evet, “Zencîler Birbirine Benzemez” ama Arablar da öyle! Hattâ birbirine çok yakın olduklarını sandıklarımız dahî! Benim Sûriyeli arkadaşlarım da oldu. Doğrusu Lübnanlılara hiç benzemiyorlardı. Bir kere aralarında Fransızca konuşanına rastlamadım. Ama Türkçe bilenleri seyrek değildi. Sonra Lübnanlıların o zâhiren Garblı olmasına rağmen ucun ucun Şark bahâratlı havasından bunlarda eser yokdu. Daha bir tutukdular. Mısırlılar ise meşrebimce pek bir azametliydiler.

Sonra Tunuslu ve Cezâyirliler: İki arkadaşım vardı gazeteci. Cezâyirli benimle hem Almanca hem Fransızca konuşurdu. Almancası da çok iyiydi. Ama Tunus’dan olanı ısrarla Fransızca konuşurdu ve Almancası da zâten çok kötüydü. Kendi aralarında da Fransızca konuşurlardı, Arabca değil.

Demek istediğim “Arab Sokağı” diye birşey yok, “Arab sokakları” var! Onlardan her birininse ferah bir meydana mı bir mezbeleliğe mi sevkedeceği mechûl.

Meselâ Suûdî Arabistan’daki muhâlifler rejime düşmanlar ama “mutaassıb” olduğu için değil “yeterince mutaassıb olmadığı” için!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi