M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Kurban ve Ekmek

Kurban ve Ekmek

MÜSLÜMAN bir toplum kurban bayramında kurban kesmezse, Allah'ın emrini, Peygamber'in (Salat ve selam olsun ona) sünnetini yerine getirmezse ülkede cinayetler, kan dökmeler artar. Bu bir sırdır, açıklaması çok zordur. Geçen kurban bayramında gazetelerde kocaman ilanlar yayınlanmış, dine aykırı propagandalar yapılmıştı. "Vatandaş kurban kesme, onun parasını filan veya falan vakfa veya derneği ver..." diye. İşte memleketin halini görüyorsunuz. Tavuk gibi adam boğazlanıyor, her gün nice masum insanın kanı dökülüyor. Evet, Allah'ın emri, Peygamber'in sünneti olan kurban kesimini terk eden bir toplumun hali iyi olmaz.

Her gün mezbahalarda bin türlü eziyet içinde yüz binlerce büyükbaş veya küçükbaş hayvan, milyonlarca tavuk kesilirken merhamet etmeyen kurban düşmanları, dindar Müslümanları vahşi olmakla, kan dökmekle suçluyor. Bu cahiller ne büyük bir çelişki içinde olduklarının farkında değil midirler?

Ey Müslümanlar!.. Hayvanlara eziyet etmeden kurban vazife ve vecibenizi yerine getiriniz. Kurban kanı dökülmezse toplumun başı cinayetlerden, kıtallerden kurtulmaz. Kurban hayvanına ve diğer kesilen hayvanlara eziyet eden kimseler büyük günah işlemiş olur. Merhamet etmeyene merhamet edilmez.

Kurban edilecek hayvanı ite kaka götürmemeli, ona vurmamalı, kesmeden önce gözünü bağlamalı ve keskin bıçakla, usulüne göre çok kısa zamanda, acı vermeyecek şekilde zebh etmelidir.

Osmanlı devrinin büyük din alimlerinden ve şeyhlerinden Ruhu'l-Beyan Tefsiri sahibi Bursalı İsmail Hakkı hazretleri kurban konusunda Ümmete çok nasihat etmekte, aman kesmemezlik etmeyin demektedir.

Ümmet-i Muhammed ekmeğe ve diğer nimetlere saygılı olmalıdır. Fakir olmak, sürünmek isteyen beyinsizler ekmek kırıntılarını yere atıp çiğnesin. Bayat ekmekleri çöpe atan bir toplum asla iflah olmaz. Ekmek Allahü Teala hazretlerinin ulu nimetlerindendir. Bu nimete küfranda bulunan kişiler said değil, şakidir.

Ey Müslümanlar!.. Yemek yediğiniz tabakları iyice sıyırın, üzerinde yemek artığı ve ekmek kırıntısı bırakmayın. Sünnete uygun olan budur.

Bayat ekmekleri kuşlara, martılara verin. Yahut yumurta ile kızartarak, papara yaparak kendiniz yiyin.

Ülkemizde her yıl büyük miktarda nimet ve ekmek çöpe atılıyor, ziyan ediliyor. Bu çok büyük bir küfran-ı nimet ve vebaldir. Allah'tan korkan bir toplum böyle yapmaz. Ekmeğe saygısızlık eden, ekmeği tahkir eden nankör bir toplumun sonu iyi olmaz.

Benim çocukluğumda dindar Müslüman hanımlar bulaşık sularını kanalizasyona vermez, bahçedeki bir çukura dökerdi. Ta ki, ekmek ve yemek kırıntıları lağıma gitmesin. Ekmeğe ve öteki nimetlere saygı göstermeyen bir toplum gün gelir açlık ve sefaletle cezalandırılır.

İsraf; adam öldürmek, zina etmek, içki içmek, riba yemek gibi büyük bir günahtır. Allah savurganları sevmez. Kur'an savurganlar için "Onlar şeytanın kardeşleridir" buyuruyor. Bir Müslüman şeytan ile kardeşliğe yol açan kötü bir iş yapar mı?

Lüks bir hayat yaşamak da israf demektir. O da haramdır. Mesken, mobilya, otomobil, elektrikli ve elektronik aletler, giyim kuşam, ayakkabı konusunda da israftan kaçınılmalıdır.

Gerçek fazilet, üstünlük ilimle, irfanla, takvayla, ahlakladır, hayırlı ve salih işler yapmakla elde edilir.

Ancak beyinsizler otomobilleriyle, evleriyle, cep telefonlarıyla övünürler.

Halkın bir kısmı açken, bayat ekmekleri çöpe atmak vicdansızlık ve hıyanettir.

Henüz yenilebilecek bayat ekmekleri çöpe dökenler haindir, merduttur.

Türk Hava Yolları Genel Müdürü muhterem Temel beyefendiye sesleniyorum: Uçaklarda yolculara ikram edilen yiyecek ve içeceklerin tüketilmeyen kısmı çöpe atılıyormuş. Böyle bir israf dine, ahlaka, hikmete, vicdana aykırıdır. Himmet buyurunuz bu artıklar ayrılsın, değerlendirilsin fakirlere verilsin, onlar istemezse barınaklardaki zavallı hayvanlara yedirilsin.

Ey benim sevgili Müslüman kardeşim!.. Fakir olmak mı istiyorsun, çok para kazansan bile bereketsiz olmak mı istiyorsun, üzerine uğursuzluğun kara bir bulut gibi çökmesini mi istiyorsun?.. O halde hemen ekmek kırıntıları yere, bayat ekmekleri ve yemekleri çöpe at.

Allah hepimize akıl, fikir, vicdan nasip etsin.

* (İkinci yazı)

Turna Balığının Porsiyonu

BÜYÜK bir gölün kenarındaki köylerden birindeyiz. Bir açık hava kahvehanesinde çay içiyoruz. Balıkçılar nefis turna balıkları tutmuşlar. Kahveciye soruyoruz: Bu köyde balık yiyebileceğimiz bir lokanta var mı? Birkaç yüz metre ilerideki bir dükkanı gösteriyor, burada yiyebilirsiniz diyor. "Bir porsiyon turna balığını kaça yiyebiliriz?.." Gülüyor ve "Tarife, adamına göre değişir, müşterinin kılığına kıyafetine, lokantanın önüne çektiği otomobiline bakarlar ve ona göre fiyat isterler..." cevabını veriyor.

Yeni tutulmuş nefis turna balığı yemekten vaz geçiyoruz ve karnımızı civardaki bir şehirde doyuruyoruz.

Bir şehre giderken yol kenarındaki bir mevkide yan yana dizilmiş gözlemeci dükkanları görürüm. Belki yirmi otuz dükkan. Gariptir, hiç birinin kapısının önünde ve içinde fiyat listesi yoktur.

Vatandaş yanına hanımını ve iki çocuğunu aldı gezmeye gitti. Acıktılar, bir gözlemeciye girdiler. Ne yiyeceklerini, bunların fiyatlarını, ailece karınlarını doyurmanın kendilerine kaça mal olacağını bilmeleri gerekiyor ama liste miste yok. Bu gibi lokantaların fiyat listesi asmaları gerekmez mi?

Hem yerli halkın, hem de her yıl ülkemize gelen 30 milyona yakın turistin haklarını korumak için ilgili ve sorumlu makamlar kır lokantalarına fiyat listesi asma mecburiyeti getirmelidir.

Ticarette dürüstlük esastır. Müşterinin elbisesine, otomobiline göre fiyat çekmek ahlaka uygun değildir. Tabii ki, bütün esnaf böyle yapmıyor ama kaç kişi yapıyorsa ayıp yapıyor. Hem onlar, hem de onlara göz yuman sorumlu ve ilgili makamlar ve merciler.

* (Üçüncü yazı)

İlle Postahaneye Gelmem Gerekiyormuş!

BİR sene oluyor, sayın Bülent Arınç'a bir mektup yazmış, gençlerden birine verip posta ile taahhütlü olarak göndermesini söylemiştim. İstanbul Büyük Postahanesine gitmiş, mektubu kabul etmemişler, kim gönderiyorsa kendisi gelsin... "Yaşlıdır, bir mektup için buraya kadar yormayın..." diye rica edince, "O halde kimlik kartını getir" demişler. Koşa koşa eve gelmiş, kartımı almış ve mektubu öylece gönderebilmişti.

Birkaç ay önce Büyük Millet Meclisi Başkanı sayın Mehmet Ali Şahin beye bir mektup göndermek istedim, yazıp kimlik kartımla birlikte postahaneye gönderdim. Bu sefer kabul etmemişler, "Onun kartını çalmadığın ne malum, kendisi gelsin..." diye israr etmişler.

Benim gibi yaşlı bir kimsenin bir devlet büyüğüne mektup yazması, bu mektubu bir yardımcısına verip postaya attırtması ne kadar tabii ve normal bir şey değil midir? Öyledir ama bunu bile zahmetsiz ve eziyetsiz yapamıyoruz.

Neymiş... Devlet ve hükümet büyüklerine gönderilecek mektuplar bizzat postaya verilecekmiş... Bu kuralı kim çıkartmış?

Böyle bir şey hukuka, insan haklarına, hürriyete aykırıdır.

Bendeniz okur-yazar bir vatandaş olarak çeşitli konularda devlet büyüklerine mektup ve dilekçe göndermek hakkına sahibim. Her defasında bunları postahaneye gelip bizzat vermeye mecbur tutulmam insanlığa yakışmaz.

Anladığım kadarıyla birileri yüksek makamlara mektup ve dilekçe gönderilmesini frenlemek istiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi