Siyaset nasıl sınav verdi?

Siyaset nasıl sınav verdi?


Yüksek Seçim Kurulu'nun siyaseti sabote kararı karşısında kimin ne pozisyon aldığı çok önemliydi.Öncelikle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün devreye girmesi ve zamanlaması çok anlamlıydı. Selahattin Demirtaş bu çabayı karşılıksız bırakmasaydı kuşkusuz kazanan sivil siyaset olacaktı.
Türkiye toplumu, aydınlar ve medya bu kritik süreçte sağduyusuyla çok önemli bir sınav verdi. Milliyetçi ve statükocu bir kesim dışında ağırlıkla toplum, YSK'nın haksız bir uygulamaya imza attığını hissetti ve tavır koydu. Toplumun sağduyusu çok açık biçimde Kürt kimlikli siyasetçilerin Meclis'te olması gerekliliğini gösterdi.
Aslında 22 Temmuz 2007'deki yüzde 47 oy da, referandumdaki yüzde 58 oy da Türkiye toplumunun statüko karşısında değişimi tercihiydi.
Bu şuna işaret ediyor, toplum Kürt sorununun Meclis'te demokrasi içinde çözülmesini istiyor. Tıpkı Habur'u kullanarak statükonun ömrünü uzatmak isteyen çift taraflı derin yapılara karşın, referandumda yüzde 58 oy verdiği gibi bu kez de tepki göstererek seçim sürecinin sabote edilmesini engelledi.
Gerçek şu ki, artık Türkiye toplumu,
"Yeni Anayasa" ekseninde yeni bir toplumsal sözleşme istiyor. Her kesimi kucaklayan, demokratik sivil bir anayasa...
YSK kararı karşısında sadece toplumun çoğunluğu değil, sivil siyaset de iyi bir sınav verdi. MHP dışında her parti, sürecin sabote edilmesine karşı çıktı.

Hükümet ve AK Parti
YSK kararından sonra Hükümet ve Başbakan Erdoğan'ın sessiz kalması başlangıçta şaşırtsa da, sonuçta gerilimin kısa atlatılmasına bu sessizliğin katkı sunduğu anlaşıldı. Siyaset yapma yerine çözüm üretme devreye girdi ve sonuç alındı. Yargı sürecinin hızlandırılmasını başka türlü açıklamak mümkün değil.
AK Parti olarak da YSK'ya karşı açık tavır sergilendi. Hem parti adına açıklama yapan Haluk İpek'in söyledikleri, hem de Devlet Bakanı Egemen Bağış'ın Avrupa Birliği'nde yaptığı açıklama önemliydi.

Yeni CHP
Bu sürecin başından beri tavrı dikkatle izlenen parti ise hiç kuşkusuz CHP'ydi. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu parti geçmişinde pek rastlanmayan bir tavırla hızlı hareket etti ve gerçekleşme ihtimali zor görünse de kabul gören bir öneri yaptı. Çözüm için Meclis'in acil toplanmasını önerdi.
Vesayetçi sistemin kurumu YSK'nın siyaseti sabote kararı CHP'nin işine yarasa da Kılıçdaroğlu bu süreci "Yeni CHP"ye uygun bir biçimde değerlendirdi ve puan aldı.

BDP ve statükoyu gölgeleme
Demokratik tepkiyi yönetmede hızlı hareket eden ve kapsama alanındaki güçlerin sokağa hâkimiyetiyle öne çıkan parti ise hiç kuşkusuz BDP'ydi. BDP, sorunun birinci muhatabı olması nedeniyle de mağdur durumdaydı.
Ancak klasik yaklaşımıyla süreci yönettiği için, kullandığı dil, suçlayıcı ve hedef şaşırtıcıydı. Özellikle BDP eski eşbaşkanlarından Selahattin Demirtaş'ın daha olayın ilk anından itibaren AK Parti'yi suçlu ilan etmesi hâlâ o yapıda "sivilleşme" sorunu yaşandığını gösteriyor.
Aslında AK Parti de BDP de statükocu sistemin ötekileştirdiği kesimleri temsil ediyor.
Bu gerçeği bağımsız adaylar listesinde yer alan deneyimli politikacı Şerafettin Elçi net bir biçimde dile getirdi:
"Bu YSK'nın bağımsız kararı. Yargıyı etkileyen başka güç odakları var.
Hükümet tarafından müdahale edildiğini düşünmüyorum."
Düzovada siyaset yapma arzusunu dile getiren PKK'nın da artık şu gerçeği görmesi gerekiyor. Demokratik tepkiyle "barbarlık" birbirine karıştırılmamalı. Sivil itaatsizlik "Yakıp yıkma" değil. BDP de kalabalıkları kontrol edemiyorum gerekçesinden vazgeçmeli.
Türkiye toplumunun sağduyusu bunu hak ediyor. Sebahat Tuncel'in şu açıklamasının sivilleşme arzusuyla örtüşmesi mümkün mü: "Bu tepki olmasaydı YSK geri adım atmazdı."
Acaba her kesimden yükselen sivil demokrat tepki mi, yoksa yakıp yıkma mı etkili oldu?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi