AKP ve sivilleşme

AKP ve sivilleşme

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın “27 Nisan muhtıracıları, Gül’e ‘Cumhurbaşkanım’ diyemeyenler ve Hayrünnisa Hanımla tokalaşmamak için köşe kapmaca oynayanlar artık topuk selâmı veriyorlar” çıkışından sonra Başbakan da konuştu.
“Bir başbakan bir anma törenine gider de, bir korgeneral orada ayağa kalkmaz mı? Kalkmazsa bedelini öder. Zaten ödedi.” (Hürriyet, 19.5.11)

Erdoğan’ın kast ettiği general, Balyoz dâvâsının tutuklu sanıklarından, 12 Haziran seçiminde MHP adayı Engin Alan. Muvazzafken hazır bulunduğu bir törene Başbakan geldiğinde ayağa kalkmamış ve bedelini ilk YAŞ toplantısında terfî ettirilmeyip emekliye sevk edilerek ödemiş.
Başbakanın verdiği örnekle Arınç’ın sözlerini birleştirince şöyle bir netice ile karşılaşıyoruz:
AKP iktidarının “sivil irade üstünlüğü”nde öncelik verdiği konu, protokol törenlerindeki hitap ve davranış tarzları. Askerden bekledikleri saygının ayağa kalkmak, hitap biçimini düzeltmek, topuk selâmı vermek gibi şeklî unsurları yerine geliyorsa, onlar için mesele hallolmuş sayılıyor.
Ama bu iş bu kadar basit mi?
Başbakan gelince ayağa kalkmama saygısızlığını gösteren bir korgenerale bunun bedeli emekliye sevk edilmesiyle ödetilirken, millî iradeye ve Meclise 27 Nisan muhtırası ile yapılan çok daha vahim saygısızlığın ise bedeli ödetilmek şöyle dursun, “O bildiriyi ben yazdım” diyen Genelkurmay Başkanı devlet nişanıyla ödüllendiriliyor.
Ama bu durum, sürekli tekrarlanan “27 Nisan’a kafa tuttuk” söylemleriyle örtbas ediliyor.
Dahası, o muhtıra 5. yılında da Genelkurmay sitesinde hâlâ duruyor ve o muhtıra sonrasında bir hafta geriye çekilen “Kutlu Doğum haftasını 23 Nisan’dan koparma” kararı hâlâ uygulamada.
Öte yandan, bir general “Başbakan gelince ayağa kalkmadı” gerekçesiyle emekliye sevk edilirken, Arınç’ın “Bayan Gül’le tokalaşmamak için köşe kapmaca oynadı” diyerek eleştirdiği bir diğer general, Genelkurmay 2. Başkanı yapılıyor.
Ve ayağa kalkmamak “bedel ödetme” sebebi sayılırken, komuta kademesinin Çankaya Köşkündeki 29 Ekim resepsiyonunu boykot etmelerine karşı hiçbir yaptırım uygulan(a)mıyor. Başbakan bunun yanlış olduğunu söylediği Genelkurmay Başkanından aldığı “Bugüne kadar olan gelişmeler, bizim alışkanlıklarımız ve mâlûm konular...” cevabını aktarmanın ötesinde birşey yap(a)mıyor. O boykot—üstelik başkomutana yapılan—daha büyük bir saygısızlık değil miydi?
Keza, Genelkurmay’ın, “Balyoz tutuklamalarına devam” diyen mahkeme kararına karşı yine resmî internet sitesinde yaptığı açıklama için de “Yanlış” demekle yetinmişti Başbakan. Peki, orada da bağımsız yargı organına yapılmış bir saygısızlık, hattâ müdahale söz konusu değil miydi?
Bunlar bir yana, Genelkurmay Başkanıyla kuvvet komutanlarının cezaevindeki tutuklu Balyoz sanıklarına yaptıkları ziyaretleri “insanî ve meslekî dayanışma” olarak niteleyip haklı gösteren yorumlar yine Başbakan başta olmak üzere iktidarın önde gelenlerinden sâdır olmamış mıydı?
Bunların dışında, mâlûm kırmızı çizgilerin sınırları içine sokulan konularda Genelkurmay tarafından müteaddit defalar yapılan açıklamaların, iktidar sözcülerinin “Asker haklı” söylemleriyle birçok kez desteklenmesi de ayrı bir bahis.
Sivil-asker ilişkileri ve askerin sivil otoriteye bağlılığı noktasındaki kritik sorun ve pürüzler devam ediyorken, meseleyi ayağa kalkıp kalkmama ve topuk selâmı gibi şeklî konular üzerinden değerlendiren ve üstelik o pürüzlere rağmen Başbakanın ağzından “Askerle en yakın çalışan, biziz” diyen bir iktidar anlayışı söz konusu.
Onun için de, askerle ilgili reformlar hep parça buçuk, perakende, yarım, mevziî ve konjonktürel düzenlemeler olmaktan öteye gidemiyor.
Hal böyle olunca, konuya böyle bakan bir hükümetten gerçek anlamda köklü bir sivilleşme reformu beklemek mümkün mü ve doğru mu?
Böyle bir yaklaşımla sivilleşme olur mu?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi